Geleneksel iktisatta, yani, Klasik ve Neoklasik iktisatta, ekonominin çok anlaşılır, özlü ve kısa bir tanımı vardır: Eldeki Kıt Kaynakları, En Verimli Bir Şekilde kullanmaktır. Bu tanım, en çok kabul edilen bir tanımdır. Elbette, Geleneksel İktisada karşı çıkanlar, o ekolün tanımlarını reddedenler olabilir, ancak, bu tanım, en yaygın tanımdır. Konumuz da Ekonomi Disiplinini burada tartışmak olmadığı için bu tanımı veri olarak kabul ediyorum.
Şimdi, kıt kaynaklar, derken, adı konulmadığına göre, yeryüzündeki bütün kaynakların kapsama alanına alındığını görüyoruz. Öyle ki, soluduğumuz hava bile kıt kaynak olarak değerlendirilmektedir. Çünkü, yanlış bir kullanım, havasız bırakabilir.
Kaynak ve kıt kaynak konusunu Ekonominin tanımı içerisinde görüyoruz. Devamında da bu kaynakların en verimli şekilde kullanılması meselesi var.
Kaynakları yerinde, zamanında, uygun şartlarda, geleceği düşünerek, planlı bir şekilde kullanmazsak, yani özet olarak en verimli bir şekilde kullanmazsak, o kaynakları israf etmiş oluruz, o kaynağı boşa harcamış oluruz.
Bazı kaynaklar israf edilse, boşa harcansa bile, zaman içerisinde telafisi mümkün olabilir. Bazı kaynakların ise yerinin doldurulması mümkün olamayabilir.
Peki, kaynaklar boşa harcanır, israf edilirse ve yeri de doldurulamazsa ne olur?
Kaynakları boşa harcayan, israf eden kişiler, toplumlar, ülkeler için felâket olur.
İşin bir başka boyutuna bakalım: Boşa harcamak, israf etmek ne demek? Boşa harcamanın, israf etmenin ölçüsü nedir? Kaynakları verimli kullanmanın ölçüsü nedir?
Her şeyden önce, her faaliyetin hem bireysel, hem de toplumsal yönüne bakmak gerektir. Zaten bu nedenledir ki, SOSYAL BİLİMLER tektir ve diğer sosyal dallar bunun alt disiplinleridir görüşü ortaya çıkmıştır. Yani, bu görüşe göre, bütün sosyal disiplinler birbirleri ile iç içe girmiştir. Birbirlerinden tamamen ayrılamaz ve ayrı düşünülemez.
Bunu belirttikten sonra tekrar konumuza dönelim.
Ekonomide kaynakları verimli kullanmanın en önemli ölçüsü, bireylerin ve toplumun refahını artırmak, bireylerin ve toplumun geleceğini garanti altına almaktır.
Refahı artmayan ve geleceği garanti alınmayan bireyler ve toplumlar, huzur içerisinde yaşayamaz, mutlu olamaz.
Refahı artmayan ve geleceği garanti altına alınmayan bireyler ve toplumlar, endişeli, gergin ve birbirleri ile ilişkileri sıkıntılı bir halde yaşarlar.
Refahı artmayan ve geleceği garanti alınmayan bireyler ve toplumlarda, belki bir süre, değişik sosyal ve siyasal vasıtalar kullanılarak ve yapay bir şekilde huzursuzluğun ertelenmesi sağlanabilir. Ancak, bu durum, günün birinde, daha da yığılmış olan huzursuzluğu çözmeye yetmez. Hatta, huzursuzluğun daha da derinleşmesine neden olur. Tarih, bu söylediklerimin örnekleri ile doludur. Hatta diyebilirim ki, tarihte yaşanan kötü olayların en önemli nedenlerinden biri bu anlatmaya çalıştığım konudur.
Bir EKONOMİST ve TARİHÇİ olarak, dünyada ve ülkemizde yaşananlar hakkında bu tarihî uyarımı yapmamın zorunluluk olduğunu düşünüyorum.
Bundan gerisi, herkesin algı derecesi ile ilgili bir durumdur.