Ekmeğin bir kimliği vardır; bazıları bu kimliği önemser hiç üşenmeden kilometrelerce gidip beğendikleri fırının ekmeğini alır. İzmit simidi de böyledir. Renginin koyu kahverengi, parlak; tadının pekmezli, karamelimsi; hamurunun az mayalı veya mayasız; dokusunun sert ve kıtır; susamının bol ve hafif kavrulmuş; pişirme şeklinin taş fırında, yüksek ısıda kısa sürede; Türkiye’deki en kıtır simit olması onun kimliğini oluşturur. Kimlik, insanın, eşyanın, fikrin alamet-i farikasıdır.
Türk eğitim sisteminin bir kimliği var mıdır? Türk okullarının birinden mezun olmuş herhangi bir kişi, dünyanın herhangi bir yerinde özgün haliyle kendini belli eder mi? Türk eğitim sisteminin alamet-i farikası nedir? Milli Eğitim Temel Kanunu’nda iyi vatandaş olmanın şartları ve Kanun’un amaçları belirtilmiş. Ancak yetişen insan örnekleri ile amaçlar arasında büyük bir uçurum görüyorum. “Türk, beklenendir.” gibi duyguları okşayıcı hamasi ifadeleri şimdilik yazının dışında tutuyorum.
İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi öğrencilerine okumak istedikleri üniversiteler sorulmuş. Alınan cevapların hiçbiri Türkiye’deki üniversiteler değil! Neden? Bu örneğe göre Türkiye, çocuklarını kaybeden ülke… Yabancı liselerin hemen tamamı Saint Josep’ten fark değil. Tablo, pek çok açıdan değerlendirilebilir. Duygusallığa, tepkisel yorumlara gerek yok. Eğitim, bir akıl ve gönül işidir.
Yaklaşık on yıl önce bir fuar programı için Türkiye’den eğitimci bir grup İngiltere’ye gider. Bu ziyaret sırasında, İngiltere’nin en başarılı okulu olan Eton College’a uğrarlar. 1441’de Kral VI. Henry tarafından kurulan okulda sadece erkek öğrenciler vardır, hepsi yatılı okumaktadır. Yurt dışı eğitim firmalarının gönderdiği broşürlerde gördükleri manzaralar gibi, çimenlere uzanmış geyik yapan veya gitar çalan gençler göreceğini zanneden ziyaretçiler, okula girdiklerinde hiç böyle bir ortamla karşılaşmazlar. Öğrenciler asker gibidir. Teneffüs saatinde bile alçak sesle konuşurlar. Hepsinin yüzünde büyük bir ciddiyet vardır. Okul müdürüne bir ders gözlemi yapmak istediğini söyler bizim ziyaretçilerden biri. Adam çok net bir şekilde “Dersleri bölemeyiz” der.
Gezinin bundan sonraki bölümünü eğitimcilerden biri şöyle anlatıyor: “Daha sonra Abbey School’a gittik. Bu okul, 1887’de kurulmuş bir kız lisesiydi. Ortam yine benzerdi. Okulun geneline büyük bir ciddiyet hâkimdi. Kütüphanede onlarca kız hiç konuşmadan ders çalışıyorlardı. Okul müdiresi ülke genelinde not ortalaması en yüksek öğrencilerin o okuldan çıktığını büyük bir gururla anlattı. Bu okulda da sınıflara giremedik. Okul müdiresine, ‘İngiltere eğitim broşürlerinde, hep bir parti havası var. Ama burada hiç öyle bir ortam yok’ dedim gülerek. Kadın ‘O broşürler genelde yabancı öğrenciler için hazırlanıyor. Dışarıdan gelen öğrenciler öyle bir ortam istiyorlar demek ki’ dedi. Sonra da ‘Biz bu okullara zaten pek yabancı öğrenci almıyoruz. Burası Birleşik Krallığın geleceğine önemli insanlar yetiştirmek için var.’ diye de ekledi.
Müdirenin verdiği cevap, “Onlar ve biz” karşılaştırması yapmak isteyenler için geniş alan oluşturuyor. Yorum serbest.
Amerika başkanının, Birleşik Arap Emirlikleri ve Malezya ziyaretlerindeki karşılanma törenlerini hatırlayın. Ait olduğum ümmet adına utanç verici. Gaflet, diz boyu; oyun ve eğlence içindeyiz.
Sebepler, mazeretimiz olamaz. Bizi biz yapan ruhumuzu kaybediyoruz. Nerede kaldı Türk kimliği, nerede kaldı Müslüman kimliği? Belki anlamını dahi bilmediğimiz birkaç ritüel kaldı elimizde avucumuzda.
Tatildeyken devletin aracına binmeyen valinin hikâyesini bilir misiniz?
Yıllar önce, İzmir ile Çeşme arası seyahat eden bir minibüsü polis, kimlik kontrolü için durdurur. Ayakta seyahat eden bir beyin kimliğine bakan polisler donakalır. İçişleri Bakanlığı tarafından verilen kimlikte, Bilecik Valisi yazmaktadır. İlk şaşkınlığı atlatan polisler, “Sayın valim sizi biz götürelim.” teklifinde bulunsalar da; “Teşekkür ederim. Tatildeyken, devletin aracına binmem.” yanıtını alırlar. Görev yaptığı, Bilecik, Erzincan, Manisa illerinde sabahları makama yürüyerek, Ankara’ya valiler toplantısına kendi biletini alarak otobüsle giden vali, Refik Arslan Öztürk’tür.
Bu, bir ahlaktır. Bu bir sorumluluktur. Bu bir hakkaniyet anlayışıdır. Bu bir kimliktir. Böyle bir anlayışı, her bürokrat ve yönetici için, her öğretici ve öğrenici için her iş ve davranışa göre genişletebilir, uygulanır hale getirebiliriz. Saygı, sevgi, değerbilirlik, vefa, sorumluluk, adalet, hak bilirlik ve benzeri insani cevherler bu tercihlerin mayasıdır. Maalesef, bu mayayı çürüttük.
Kimliğimizi oluşturan mayayı tekrar canlandırıp hamurumuza katmak zorundayız. Eğitimde kimlik muammasından kurtulmanın zamanı geçiyor. Gözü eğitim için dışarıda olan öğrencileri ve velilerini suçlamak, çözüm olmuyor. Ülkemizde yürürlükte olan güzel örnekler üzerinde yürümek ve yeni projelerle yeni örnekler oluşturmak gerekiyor. Mide bulandıran, iflah olmaz parazitler gitsin; ancak “giden gitsin” yerine “bize değer katan insan zenginliğimiz burada kalsın ve gidenler de geri gelsin” parolasıyla yeni kısa ve uzun vadeli stratejiler oluşturulmalı, yol haritaları çizilmelidir.
İstiridyenin kabuk zarına sıkışmış inciler ziyan olmasın. Kahraman avcılar, işiniz kolay gele …


