Geçtiğimiz günlerde Nokta TV ekranlarında, “Geniş Açı” programında, eğitimci ve sendikacı Adem Ellialtıoğlu ile eğitimin ve öğretmenlerin sorunlarını konuştuk.
Program boyunca konuştuğumuz veriler, sahadan gelen acı tecrübeler ve istatistikler beni yıllar önce rahmetli Nurettin Topçu’nun o meşhur ve can yakıcı tespitine geri götürdü:
“Türkiye’de eğitim sisteminin iki büyük eksiği vardır: Biri eğitim, diğeri sistem.”
Bugün okullarımız geçmişe nazaran çok daha konforlu, binalarımız büyük, sınıflarımızdaki teknolojik imkânlar daha fazla. Ancak, “Eğitim ve Öğretim” kurumlarımızda, öğretimi yarım yamalak yaparken, eğitimden tamamen vazgeçtiğimiz bir dönemden geçiyoruz.
****
Meselelere ölçülebilir verilerle bakmayı tercih ederim. Bu yüzden, ülkelerin gelecekteki fotoğrafını bugünden çeken PISA testlerini önemserim. Öğrencilerimizi dünyadaki akranlarıyla kıyaslayan bu testlerde, sadece matematikte ve fen bilgisinde değil, kendi dilinde okuduğunu anlama, yorumlama, formüle etme ve akıl yürütme becerisi açısından çok gerilerdeyiz. Daha da vahimi, gençlerimizin çoğu mecazı, ironiyi ve soyut kavramları kavrayamıyor.
Üstelik bu tablo MEB’in ‘yerli PISA’ modeli sayılabilecek ABİDE araştırmasının da gösterdiği bir gerçek.
Böyle olunca sevgi, saygı, güzellik, iyilik, doğruluk, dürüstlük, ahlak, kutsal değerler gibi kavramları içselleştiremiyorlar.
Kendi dilindeki incelikleri, derinliği ve manayı kavrayamadıkları için, sadece akademik başarısızlık değil, toplumsal bir “iletişimsizlik” ve “kabalaşma” yaşıyoruz.
Okuduğunu çözümleyemeyenler, dinlediğini de doğru yorumlayamıyor. Bu durum medeni bir fikir alışverişinin veya tartışmanın yerini bir kör dövüşüne bırakmasına neden oluyor.
Kelime dağarcığı zayıf ve ifade yeteneği kısıtlı nesiller, kendilerini kelimelerle anlatamadıkça hırçınlaşıyor. Nezaketin ve zarafetin yerini, kaba kuvvet ve yüksek ses alıyor.
Bu ruh hali toplumsal barışımızı ve güven duygumuzu kemiriyor.
Dolayısıyla sadece Türkçe veya Matematik netleri ile değil; aslında birbirimize duyduğumuz saygı, iletişim ve bir arada yaşama kültürümüzün seviyesi ile medeni dünyadan geride kalıyoruz.
****************************************
Güven Toplumu Ve Doğan Cüceloğlu’nun Utancı
Rahmetli Doğan Cüceloğlu bir anısında yaşadığı şaşkınlığı anlatır: Amerika’da doktora yaparken girdiği sınavda, hoca soruları dağıttıktan sonra “cevapları yazanlar falan numaralı odama kağıtları getirebilirler” deyip sınıftan çıkıp gider. Bir Amerikalı arkadaşına şaşkınlık içinde “Hoca bizi yalnız bırakıp neden gitti?” diye sorduğunda aldığı cevap tokat gibidir: “Doğan, utanmalısın. Sen doktora öğrencisisin, sana güvenmeyip başına nöbetçi mi dikecekti?”
Biz ise kopya çekmeyi “beceri”, torpili “iş bitiricilik”, liyakatsizliği “kurnazlık” sayan bir sistem inşa ettik. Sınav güvenliği için öğrencilerin üstünü didik didik arıyoruz. Sınav salonlarında yeterince gözetmen bulunduruyoruz. Ama o sınavlardan geçenlerin meslek sahibi olduklarında ahlaklarına ve bilgilerine kefil olamıyoruz.
Birbirine güvenmeyen, doktoru, mühendisi, yargıcı, ustası, teknisyeni, imamı, güvenlik görevlisinin ahlakına ve bilgisine şüpheyle bakan bir toplumun kalkınması mümkün müdür?
Prof. Dr. İskender Öksüz’ün dediği gibi; PISA’daki düşük seviyeler, geçici bir mağlubiyet değil, insan sermayesindeki geri döndürülemez bir çöküşün ifadesidir. Çünkü kurumlardaki ve insan sermayesindeki çöküşün dönüşü yoktur.
****************************************
Beyaz Zambaklar Ülkesinden Ders Çıkarabiliriz
Finlandiya 19. Yüzyıl sonlarında çok geri ve fakir bir ülke idi. Grigory Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabı bu bataklık ülkenin öğretmenler ve aydınlar öncülüğünde nasıl kalkındığının ve dünyanın en müreffeh ülkelerinden biri oluşunun destansı hikayesidir.
Orada öğretmenler sadece sınıfta ders anlatan bir memur değildir. Halkın içine karışan, köylüye temizliği, ahlakı, çalışmayı öğreten birer “toplum önderi”dir. Öğretmen çocuğun karakterini, ahlakını ve sorumluluk bilincini inşa eden mimardır. Öğretmen, köyün en saygın insanıdır, sözünün karşılığı vardır, Devletin halkla temas eden yüzüdür.
Kitapta anlatılan eğitim, ezberci ve hayattan kopuk değildir, sadece diploma için yapılmaz. Ama disiplinsiz de değildir, başıboş özgürlük anlayışı yoktur.
Finlandiya’da eğitimin amacı sorgulayan, üreten, sorumluluk alan, toplumuna bağlı bireyler yetiştirmektir. Devlet eğitimi günlük siyasetin dışına çıkarmış ve bir milli dava olarak görmüştür.
****
Atatürk döneminde bu kitabın zorunlu ders kitabı yapılması, Köy Enstitüleri modeli ve yurtdışına eğitime gönderilen seçilmiş öğrencilere yüklenen misyon “Beyaz Zambaklar Ülkesinden” ilham alındığını gösteriyor.
Biz ise önce Köy Enstitülerini kapattık. 1980 darbesinden sonra Eğitim Enstitülerini ve Yüksek Öğretmen Okullarını, 2014’te Öğretmen Liselerini kapattık. Öğretmen yetiştiren kalelerimizi yıktık.
PISA Direktörü A. Schleicher haklıdır; “Öğretmeniniz ne kadar iyiyse, eğitim sisteminiz de o kadar iyidir. Bunun için hükümet, öğretmenliği finansal ve entelektüel açıdan çekici kılmalıdır.”
Almanya’da bir anaokulu öğretmeni mühendisle, doktorla eşdeğer itibar görürken, biz ise öğretmeni geçim derdine düşürdük. Öğretmen odalarını evden getirilen yemeklerin konduğu sefer taslarıyla doldurduk.
****************************************
Kıvılcımdan Alevlere
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki vizyon ufuk açıcıdır. Atatürk, 1923’te Avrupa’ya öğrenci gönderirken onlara şöyle seslenmişti: “Sizi birer kıvılcım olarak gönderiyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz!”
O kıvılcımlar (Sadi Irmaklar, Cahit Arflar, Ekrem Akurgallar) döndüler ve bu ülkenin üniversitelerini, sanayisini, bilimini, modern sanatlarını inşa eden alevler oldular.
Bugün ise PISA testlerinde en yüksek puanlar olan 5 ve 6 puanı alabilen öğrencilerimizin oranı yaklaşık %5 iken, G. Kore’de bu seviyedeki öğrencilerin oranı %22.
Biz %5’lik “kaymak tabakayı”, yani potansiyel alevlerimizi yurt dışına kaybediyoruz. Onlar gidiyor ve bir daha dönmüyorlar. Kendi aydınını, zeki çocuğunu elinde tutamayan, onları liyakatsiz mülakatlarda eleyip küstüren bir sistemin sonu nasıl olabilir, siz karar verin.
Eğitim bir “devlet ve beka” meselesidir. Binaları yenilemek yetmez, içindeki ruhu yenilemek zorundayız. Bize, test çözen robotlar değil; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ve bunları yetiştirecek öğretmenler lazım. Bize bilgisi ve ahlakı sağlam meslek erbapları lazım.
Ve hepsinden öte bize, “sistemi” olan bir “eğitim” lazım. Her gelen Milli Eğitim Bakanı ile sil baştan yapılan bir “eğitimsiz öğretim” anlayışı değil.


