Efendi Obama ve Kızılderili Ruhu

98

Başta büyük isyankâr Muhammed Ali olmak üzere tüm diğer isimsiz siyah isyankârlar kapsamım dışındadır. Afrikalı siyahların köle olarak getirildikleri Amerika kıtasında şiddetli bir karşı koyuşlarını hatırlamıyorum. Gerçi anayurtlarından koparılıp bilmedikleri bir dünyaya atılmaları ilk kuşaklarda, büyük travmalar, şoklar, felçler yaratmış olabilirdi. Ama daha sonrasında.. Yüzlerce yıl çektikleri eziyete ve aşağılanmaya karşı önemli bir kitlesel direnişe geçtiklerini, hele örgütlü silahlı bir mücadeleye giriştiklerini hiç mi hiç hatırlamıyorum. Zaten özgürlük savaşımları, kıtanın Kuzey’inin sanayileşmesi sonucu ihtiyaç olarak ortaya çıktığı üzere siyahları önce özgür proleterler düzeyine getirmek istemesi ve buna karşı koyan Güney’le savaşımı sonucu tetiklenmişti. Zaten hemen Hristiyan ve Amerikalı oluverdiler. Ve hep yakardılar, hep yakarışlarının temelinde şu vardı. Bizde Hristiyan ve Amerikalıyız, bize bunları niye reva görüyorsunuz; ayıp ve günah değil mi? Martin Luther King de şöyle diyordu: “Bir rüyam var, bir gün biz de efendi olacağız.” Obama da ilk önseçim zaferi sonrası “O gün hiç gelmeyecek diyorlardı” diye not düşüyordu. O gün geldi. Siyah birisi de Amerika Başkanı oldu. Kızılderililer ise bırakın köleleşmeyi, asla boyun eğmediler. Amerikalılar da ıssız bucaksız Amerika topraklarını Kızılderililere dar ettiler. Maksadını aşan bir şekilde soylarını kırdılar. Çünkü Kızılderililer asla boyun eğmedikleri için her zaman potansiyel bir tehdit ve korkulu bir rüya olarak var olacaklardı. O nedenle soyları kırıldı ve nesillerini sürdüremediler.

Ama Afrikalı siyahlar o kadar aşağılanmanın, o kadar dayak ve işkencenin, aç ve azgın köpeklere yedirilmelerinin, çiftlik sahiplerinin arenalarında mutlak birisinin ölümüyle sonuçlanacak şekilde dövüştürülmelerinin, kadınları ve kızlarına sürekli tecavüz edilmelerinin üzerine hep soğuk sular içtiler; aslında içtikleri kandı ama kızılcık şerbeti oldu, sabırla koruk suyunu helva yaptılar ve ne olursa olsun nesillerini çoğalarak sürdürdüler, orta sınıf oldular, yüksek sınıf oldular, sonunda Amerika ya efendi bile oldular.

Peki de; geriye, yani Amerika halkına manevi miras olarak ne kaldı? İnsanlığın yarınlarının, geleceğinin kriteriyle konuşmak istersem yani bu açıdan bakmayı seçersem; ne oldu yani, dünya halklarına, Amerika halkına bir mertlik, yiğitlik aşısı mı yapmış oldular? Yoksa yüzlerce yıl sürekli yaşanan, yapanı da yapılanı da çürüten bu sistematik aşağılanma ve ezilme nedeniyle bu gün birlikte geldikleri bu çürüme düzeyine katkıları mı oldu?

Ama Kızılderililerin direnişi dünya halklarına, Amerika halkına mutlaka bir mertlik, yiğitlik, barbarlık aşısı yapmıştır. Bunu açıklama gayretinde olacağım şimdi. “Yeni Dünya Düzeni – Güç Merkezlerinin Stratejik Yönelişleri, Mehmet Yılmazer, Alaz Yayınları, 2002” kimlikli kitabın giriş bölümü olan ‘Yeni Dünya Düzenine Farklı Bakışlar’daki bir paragraf aynen şöyledir: “Fukuyama aslında ‘Tarihin Sonu’ olan liberal demokrasiyi biraz irdeleyince bir paradoksla yüz yüze gelir. ‘Tarihin sonundaki son insan’ bir dava uğruna hayatını tehlikeye atmayacak kadar akıllıdır.

Liberalizmin tek ve esas ilkesi ‘iyi hesaplanmış öz çıkar’dır. Sırf bu ilkeyle liberal demokrasiler kendi kendini taşıyamaz. Liberal demokrasiler öyle bir ‘son insan’ yaratmıştır ki bu insan bir dava uğruna hayatını tehlikeye atmayacak kadar akıllıdır. Bu nedenle liberal demokrasiler kendi öz savunma gücünü bizzat çürütmüştür.”

Şimdi Geronimo’nun hayatını anlatan “Kalbimi Vatanıma Gömün” adlı kitabın çevirmeni olan Celal Üster’in Radikal Kitap Eki’nde ( 6 Mart 2009) çıkan ‘Geronimo’ başlıklı yazısına bakalım. İlk paragrafı aynen şöyle: “ABD Temsilciler Meclisi, ölümünün 100. yılında Apaçilerin efsanevi önderi Geronimo’nun saygınlığını geri vermeyi kararlaştırmış. Meclis üyeleri, 23 Şubat 2009 günkü oturumunda kabul edilen karar metninde Geronimo’nun olağanüstü yiğitliğini ve kendi topraklarını, halkını ve Apaçi yaşam tarzını savunmadaki kararlılığını takdir ettiklerini açıklamışlardır.”

Yeni Dünya Düzeni çöküyor, can çekişiyor. Peki, tam bu sırada bu rastlantı mı? Yoksa yeni arayışlarında yeniden mertlik, yiğitlik, fedakârlık aşılarına mı ihtiyaçları var. Tekrar yazıya ve son paragrafına dönelim: “Unutulup giden Geronimo’nun adı İkinci Dünya Savaşı’nda acı bir şaka gibi yeniden ortaya çıktı. Amerikalı paraşütçüler uçaktan atlarken Geronimo’nun adını haykırıyorlardı. Ömrü boyunca savaşmak yerine yurt bildiği dağlarda tarlasını sürmeyi yeğleyecek Büyük Savaşçının adı soyunu yok eden ordunun askerlerinin ağızlarından göklerde yankılanıyordu.”

Toparlarsak; Kızılderililer insanoğlunun geleceğine bu en büyük mertlik, yiğitlik yani köleliğin reddiyesi mirasını bırakmışlardır. Bu gün gelinen noktada, insanoğlu öyle medenileşmiştir ki bir lokantanın dolu vitrinine baka baka, yutkuna yutkuna açlıktan ölebilir. Ama vahşi insan asla bu noktaya gelmez, yaşama içgüdüsüyle alır yiyeceğini götürür. İşte o insanoğlunun bu vahşi yaşam içgüdüsü belki de tüm insanoğlunu ve gezegenimizi de kurtaracak bir içgüdüdür.

Yahudiler, tefecilik mekanizmasıyla iç içe oldukları Alman sermayesi ve bürokrasisi ile öylesine cıvık ve içli dışlı ilişkiler içinde idiler ve medeniyet canavarının azı dişi paraya öylesine tapmışlar ve de öylesine medenileşmişlerdi ki, başlarına geleceklere inanmadan, son anda pazarlıkla vb. kurtuluruz umuduyla hiçbir direniş göstermeden fırınların önünde sıraya girip kendilerini binlerce, milyonlarca öldürttüler. Bütün insanlığa kıyıldı orada. Bu kıyıcılık da Yahudilere miras kaldı. Şimdi en büyük kıyıcı oldular.

Kalan Kızılderililer ise genellikle gökdelen inşaatlarında çalışıyorlarmış. Kartallar yüksek uçarmış, ölmüş atalarının ruhlarıyla birlikte bize oradan selam gönderirlermiş.

(Not: On yıl öncesinden yazılmış denemedir.)