“Nezaket ve şefkati müsellem olan / herkesçe bilinen Sultan Abdülhamid Han, kerimelerine / kızlarına hiç bir zaman ‘sen’ demediği gibi, isimleri ile de çağırmazmış. Kerimelerine ‘sultan’ veya ‘kızım’ diye hitap eder ve yaşları küçük dahi olsa hepsine ‘siz’ diye hitap edermiş.
“Yalnız kerimeleri sultanlara değil, hizmetinde bulunan cariyelere de ‘siz’ diye hitap ederlermiş. Padişahlar rica etmedikleri için hizmetindeki kızlardan bir şey istedikleri zaman, koca Padişah ‘Yapar mısınız?’ ‘Verir misiniz?’ ‘Getirir misiniz?’ dermiş. Böyle arzularını emretmeden sual tarzında ifade ederlermiş.” (a.g.e. s.16)
X
Kendimden misal verecek olursam: Babam, çağrıldığımda ‘ne’ dememi istemezdi. ‘Efendim’ dememi isterdi. Babam anneme ismiyle hitap etmez, ‘Hanım’ veya ‘Yâhû’ diye seslenirdi. Anne veya babam birbirlerine hitap etmeleri gerektiğinde, isimlerinden sonra muhakkak bir sıfat getirirlerdi.
Amcam, hanımı bana ismimle hitap ettiği zaman, onu ikaz ederdi. ‘O okuyor, ismine ‘efendi’ sıfatını eklemeden hitap etmemelisin’ derdi. Ondan sonra bir daha yengem, benim adımı sıfatsız ağzına almadı.
X
“Cennet-mekân Yavuz Sultan Selim Han hilâfeti aldıktan (1517) ve Emanet-i Mukaddese İstanbul’a geldikten sonra bir gün değil, bir saat değil, bir an olsun Emanet-i Mukaddese ‘de Kur’an-ı Kerîm okunmadan geçmemiştir.
“Güzel sesli hâfızlar, geceli gündüzlü 24 saat hiç durmadan Kur’an-ı Kerîm okurlarmış. Bu güzel ve bahtiyar âlem (en büyük edeb ve hürmet), 1517 senesinden, Hilâfetin ilga edildiği / kaldırıldığı 1924 senesine kadar devam etmiştir.” (a.g.e. s. 19-20) Yanılmıyorsam, şimdilerde yeniden okunuyor.
“Dört kandilde ise, Osmanlı padişahlığından ziyade Müslüman halifeliği galip gelir. Dört mübarek kandilde (Velâdet, Regaib, Mi’raç, Berat kandilleri ile mukaddes Kadir Gecesi) kâinat cûş u hurûşa gelir, rahmet kapıları açılır ve insanlar âlemi melekûta yükselirler.
“Cümle müminler hem cemaatle beraber, hem kendi kendilerine tek başına Allah’ına (c.c.) yaklaşmaya, bir kurbiyet ve bir râbıta tesis etmeye bütün benlikleri ile çalışırlardı.
“Kadir geceleri Ayasofya Câmiinde izzet-i İslâm, bütün celâli ve cemali ile zuhûra gelir, bilhassa top kandil altında o gece namaz kılmak bir mazhariyet addedilir. Bu fakir ve biçare kula bu mazhariyet elhamdülillah nasip olmuştu. Yukarıda galeriden ise süfera / sefirler ve sefaret / elçilik mensupları hayran ve hasûd nazarlar ile bu şaşaalı, debdebeli, muhteşem manzarayı seyir ederlerdi.” (a.g.e. s. 27 – 28)
X
Velhasıl yanlış olarak astığı astık, kestiği kestik olarak bilinen ve tanınan padişahlarımız bile tavır ve davranışlarında gayet nazik, zarif, lütufkâr ve centilmence tam bir beyefendi olarak hitap ederler, güya emir verirlerdi.
X
Hz. Mevlânâ’nın dediği gibi:
Eğer insanoğlu edebden mahrum ise insan değildir.
İnsanın hayvandan farkı edebtir.
Gözünü aç ve Allah’ın bütün kelâmına dikkat et.
Ayet ayet bütün Kur’an’ın manası edebtir.
X
Not: Ahlâkımıza ait somut örnekler “Eski Türkiye’de Ahlâk” adlı yazımda geçmektedir.