Peki öyleyse ecdadı bizden farklı kılan asıl öğe neydi? İşte işin püf noktası; bütün detaylarıyla yaşanmaya çalışılan ve yaşanan yüce İslâm ahlâkı.
Evet Türkiye’mizde düne göre bir tek şeyin eksikliği göze çarpıyor, ahlâkın. O ahlâk ki, ifrat ve tefritten arınmış yâni her türlü aşırılıklardan uzak olan, her şeyin orta derecelisidir.
Evet Türkiye’de büyük bir ahlâk erozyonu, ahlâk kayması, ahlâk düşmesi var. Ama her konuda. Çünkü her şeyin ahlâkı var: Suyun, ateşin vs. Çünkü bir şeyi yaratılışına uygun kullanmak, onu ahlaklı kılmak yâni istidadına güzel bir mecra / akış yeri sağlamak demektir.
Cesaretin kaynağı iman, korkaklığın kaynağı imansızlık olduğu gibi, ahlâkın da kaynağı iman, ahlâksızlığın da kaynağı imansızlıktır. Evet iman öyle bir kaynak ki, bir kaynak suyu gibi dört bir yana akıtılabiliyor ve her şeyin içine girip ona hayat veriyor. Gerçek hüviyet, asıl şahsiyetini bulduruyor. Nitekim şair boşuna dememiş:
“İman ki o cevher ilâhî ne büyüktür
İmansız olan paslı yürek sînede yüktür.”
Evet, ahlâkın her şeye bakan bir yönü var. Ahlâkın maddeye bakan yönü var. Ahlâkın mânaya bakan yönü var. Ahlâkın iktisada bakan yönü var. Kısaca demek lâzımsa ahlâkın gazetecilere, giyim kuşama, alış-verişe, kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, vatana, millete, eğitim ve öğretime, idareye, kısaca sosyal hayatın her yönüne, hem de her bakımdan bakan bir yönü var.
Demek ki, maddenin de mânânın da ahlâkı her şeyi içine alıyor. Nitekim her şeyin ahlâkı var. Terzilik ahlâkı, ticaret ahlâkı, siyaset ahlâkı, savaş ahlâkı gibi. Kişinin kendisiyle ve çevresiyle olduğu gibi milletin de kendisiyle ve dış dünyayla münasebetleri hep ahlâk çerçevesinde olacaktır.
Öyleyse İslâm Ahlâkı’na hava, su gibi muhtacız. Çünkü ahlâkın Allah’a, Peygamber’e, Sahabe’ye, büyüklerimize, ana babamıza, çocuklarımıza, ailelerimize kısaca sosyal hayatta yer alan her şeye ve herkese bakan yönü var. Öğretmene, öğrenciye, idareye, idareciye ve yönetilenlere bakan birer yönü var. İşte bundan dolayıdır ki:
“Resul-i Ekrem Efendimiz güzel ahlâkı tamamlamayı, risaletinin (yani peygamberliğinin) en önemli vazifesi / görevi olarak göstermiş ve onun için ‘İnnema buistu liütemmime mekarime’l- ahlâk.’ yâni ‘Ben, iyi ahlâkı tamamlamak için gönderildim.’ buyurmuştur. (Babanzade Ahmed Naîm, İslâm Ahlâkının Esasları, İstanbul-1992 s. 24)
(Çünkü o Nebiyyi Muhterem) peygamber olarak gönderilişinin maksadını “Ve inneke lea’lâ hulukin azîm.” / Mealen: “Şüphesiz sen, ahlâk güzelliğinin en yüce mertebesine sahipsin.” (Kalem :4) âyeti kerîmesinden biliyordu. (a.g.e. s. 23)
Nitekim Kur’an’ın yüzde doksan dokusunun, başka bir yerde yüzde doksan beşinin ahlâk olduğunun belirtilmesi de bunun içindir.
Demek ki, insanı yaratan Allah, kulunu hiç bir zaman başıboş bırakmamıştır. Son olarak da peygamberi zişanımızı göndermekle biz aciz kullarına rahmetini esigememiştir.
Yaratan bilmez olur mu? Elbette bilir. Yaratan konuşmaz olur mu? Şüphesiz konuşur. İşte insanın bu ihtiyacını bilen yüce Allah, ahir zaman insanını da başıboş bırakmamıştır. Nitekim yapan bilir, bilen konuşur. İnsan bile yaptığını başıboş bırakmıyor. Buzdolabı yapıyor, yanına da tarifesini asıyor. Nasıl kullanılacağını anlatıyor.
Treni yapan insan, rayını da döşüyor. Treni başıboş bırakmıyor. Gemiyi yapan insan, rotasını da çiziyor. Gemiyi başıboş bırakmıyor. Uçağı yapan insan onun da rotasını çiziyor yani uçağı başıboş bırakmıyor. Otomobili yapan insan asfaltını da döküyor. Otomobili başıboş bırakmıyor.
Sanki insan, yaptığının nasıl bir çerçeve içinde hareket etmesi lâzım geldiğini gösteriyor. Âdeta insan yaptığına; nasıl bir ahlâk sahibi olması gerektiğini de öğretiyor.
X