Göz görmüyor, gözden bakan görüyor.
Pencerenin görmediği, pencereden bakanın gördüğü gibi.
Kulak duymuyor, kulağı kullanan duyuyor.
Kolum yapıyor, denmiyor. Ben yapıyorum, deniyor.
Gözüm görüyor, denmiyor. Ben görüyorum, deniyor.
İşte o gören, o duyan, o yapan ve o eden:
“Ben.” diyen; ruh’tan başkası değil.
Ruh’un ise, mahiyeti meçhûl / bilinmiyor!
Mahiyetine / içyüzüne yol yok!
Fakat, mahiyetini bilmemek; varlığını inkâr etmeyi gerektirmiyor.
Mikroskop bulunmasaydı; görünmediği için, mikrop inkâr edilecekti!
Aslında, görülmeyenler; görülenlerden daha çok!
İşitilmeyenler; işitilenlerden çok daha fazla!
Zaten herşeyi görse, belki de insan şok olup, şaşkınlık geçirecekti!
Herşeyi işitse, belki de, çıldırır hâle gelecekti!
x
Madem ki, bedende iş gören ruh’tur.
Öyle ise: “Ruh, bedenin neresinde bulunuyor?”
Sorusu bir diyaloğu hatırlattı:
Biri konuşuyordu:
“Allah ne yerde, ne göktedir. Mekândan münezzehtir. Mekâna ihtiyacı yoktur.
Fakat her yerde hâzır ve nâzırdır.”
Diğeri dayanamadı! Bilgiç bilgiç: “Canım şuna ‘Yok!’ desene!” demez mi?
Arkadaşı ciddîleşerek: “Şüphesiz senin de herkes gibi, ruhun var.
Peki söyler misin, rûhun vücudun neresinde? Hangi uzvunda yer alıyor?
Tabii ki ruhun vücudun her yerinde, aynı anda bulunuyor;
Fakat sadece şuradadır diyebilir misin?
Zira ruh; vücudun hem her yerinde, hem de hiçbir tarafında!
Ama vücudun her yerinde hâzır ve nâzır.
Fakat bedeninde olmaktan münezzeh!
Sadece bir yere ait olmaktan uzak.
Bu durumda ruhun olmadığını söyleyebilir misin? Tabii ki hayır.
Meselâ kolun kopsa, ruhunda bir kopma, bir eksilme olabilir mi?
Elbette olamaz. Çünkü ruh bedene değil, beden ruha bağlı.
Ruh bedensiz de olabilir, ama beden ruhsuz olamaz.
Nitekim ruh; bedene ihtiyaç duymadan neler yapmıyor ki…
Meselâ, rüyâda ne gitmediği yer kalıyor, ne de yapmadığı şey…
Şüphesiz ruh -hâşâ- Allah değil. Ama Allah’tan.
Zaten bunun içindir ki, denilmiş:
‘Ancak, nefsini / kendini bilen Rabbini bilir.’
Çünkü Allah; kendinde olandan, bir nebzecik de olsa, insana bahşetmiş.
Evet insan; Allah değil ama Allah’tan.
İnsanı tanıyan Allah’ı, Allah’ı tanıyan insanı tanımış olur.
‘Levlâke’ sırrını hatırlayalım.
İşte Hz. Allah da, her an, mekândan münezzeh bir şekilde, kâinatın her yerinde.
Çünkü mekândan münezzeh; mekâna muhtaç ve mekâna bağlı değil.
Tıpkı güneşin dünyanın her yerinde olduğu, fakat hiçbir yerine bağımlı bulunmadığı gibi.
Bedenle ruh nasıl bir uyum içinde ise, Kâinat ile Allah da, benzer bir uyum içinde.”