Düşün Damlaları  (3)

27

     Yûnus Emre’nin “Ete kemiğe büründüm. Yûnus diye göründüm.” dediği gibi, Hz. Allah’ın isim ve sıfatları da taşa, toprağa, dal ve budağa, canlı cansız her varlığa bürünerek; Kâinat ve Tabiat diye teşekkül, tekevvün ve tecessüm ettirilip, maddî ve bedensel kılıflara sokularak; fizik âlemi olarak karşımıza çıkartılmış. Kâinat büyük bir insan, insan ise küçük bir kâinat. Çünkü insan büyüse büyüse kâinat şeklini, kâinat da küçülse küçülse insan şeklini alacağı; zihinler için, uzak bir ihtimal değil. Evet, insan küçük bir kâinat, kâinat ise büyük bir insan. Ancak kendini tanıyan insan, kâinatı tanıyabilir. Çünkü kâinatta olan maddî mânevî herşey, insanda mevcut. Bunun içindir ki, “Ey insan! Kendini tanı! Yoksa patlatırlar enseni!” sözü boşuna denmemiş. Yine “Ne ararsan; kendinde ara, kendinde bul!” sözü lâf olsun diye söylenmemiş. 

     İnsan beden ve rûhtan ibaret. Bedeniyle maddî dünyayı yani evreni, rûhuyla mânevî ve gaybî / herkes tarafından bilinmeyen ve görülmeyen mânâ âlemlerini temsîl eder. Daha doğrusu insan rûhu; İlâhî ve ulvî / yüksek mânâların; insanda temerküz ederek, onu merkez edinip, onda tezahür edip görünmesinden başka bir şey değil. Nitekim Halîfe-yi rûy-i zemindir. Yani yeryüzünün mümessili, onu Allah katında temsil eden seçkin ve azîz bir kuldur.

     Evet, Hz. Ali’nin mealen dediği gibi, “Ey insan kendini küçük görme! Sende âlemler tayyedilmiş / dürülmüştür. Tüm âlem sende temsil edilme mutluluk ve bahtiyarlığına ermiştir.”

     Evet, kâinat bir sadef, insan ise o sadefin içindeki inci hükmündedir. Aynı zamanda kâinat bir kelime, insan ise, o kelimenin asıl, tek ve yekta, biricik mânâ ve anlamıdır.

     Kelimeden asıl maksat, mânâ olduğu gibi, kâinatın yaratılmasından da yegâne maksat insandır.

     Çünkü, “Levlake levlake lema halaktü’l-eflake.” / “Sen olmasaydın, Sen olmasaydın; felekleri yaratmazdım.” sözüyle Hz. Muhammed’e hitap ediliyorsa da, her insan; O’nun şahsında kendisinin de, bu seslenişe muhatap olduğuna hükmedebilir.

     Ağaç meyvesi için dikilir. Dünya ağacı da, meyvesi olan insan için yaratılmıştır.

     Tabii insan da, âyette: “Cin ve insi ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zâriyat: 56) diye geçtiği gibi, Allah’a kulluk yapması için yaratılmıştır. Zira:

     “Allah Teâlâ insanı yarattı ve onu kâinata câmi (onu içinde bulunduran) bir nüsha, on sekiz bin âlemi içine alan âlem kitabına bir fihriste kıldı ve onun cevherinde isimlerden bir ismin tecelli ettiği her bir âlem için bir nümune bıraktı..Böylece insan, rûhuyla ve cismiyle gayp ve şehâdet âlemlerinin bir hülâsası hâline gelir, o âlemlerde tecelli eden, onda (insanda) tecelli eder.

     “Hamd ile insan Allah’ın kemâl sıfatlarının bir mazharı olur. ‘Ben gizli bir hazîne idim. Beni tanımaları için mahlûkatı yarattım.’ Kudsî hadisinin beyanında Muhyiddin İbni Arabî’nin şu ifadesi bunu teyit eder. ‘Mahlûkatı, onlarda cemâlimi müşâhede etmek (görmek) için yarattım.’ ” (Doç. Dr. Şadi Eren)

     Ey insan! Meğer sen neymişsin be?

x

     Müzik dinlemek ve bundan zevk almak için, müzisyen ve bestekâr olmak gerekmez.

     Kitap okumak için, ille de yazar olmak şart değil.

     Güzel bir resim tablosunu seyretmek için, ressam olmak mı lâzım?

     Maç seyretmek için, oyuncu olmak mı icap eder?  

x

     Kur’an’ın asıl maksatları, dört aslî unsurdur:

     Tevhîd: Allah’tan başka İlâh olmadığına inanmak.

     Nübüvvet: Allah’ın emriyle vazifeli olarak insanları doğru yola çağırmak. Bunun içindir ki, beşerde Nübüvvet zarurîdir.

     Haşir: Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları.

     Adalet ve İbadet: Adalet: Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek. Lâyık olduğu muameleyi yapmak.

     İbadet: Allah’ın emirlerini yerine getirmek. Nehiy / yasaklarından kaçınmak.

Önceki İçerikÇakışmayan Müfredatlar
Sonraki İçerikÖzel Körfez Marmara Hastanesi
Muhsin Bozkurt
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.