Düşün Damlaları  (2)

11

     -Her bitkiye, her mâşuka bir böcek, bir âşık yaratmış ve yaratıyor Yüce Yaratan. Mide için yeryüzü sofrasını seren Allah; cemale hayran, kemâle meftûn olan insan için; cemâli, kemâli karşısına yaymış bulunuyor. “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” hükmü, her yerde kendini gösteriyor.

     -Emin olduğun zaman kork! Çünkü emin olmak gaflete sebep olur. Dikkatsizliğe yol açar. Geçici şüpheden sonra emin olmak ise, rahatlıkla sonuçlanır.

     -Çok şeyler var ki, varlığını biliyor ve kabul ediyor, fakat mâhiyet ve içyüzüne yol bulamıyoruz. Mâhiyetini bilmemek varlığını inkârı gerektirmez.

     -İlacın terkîbini bilmemek, kullanılmasına mâni’ değil.

     -İlmin hocası “Merak” olduğu gibi, terakki ve ilerlemenin hocası da, “İhtiyaç”tır.

     -Tamam olduğunu söyleyen insan, eksikliğinden habersizdir.

     -“Üzümün lezzeti, kuru çubuğunda aranmaz.”

     -Kitabın kapağında, yazarın ismi yazılıdır. Çünkü yazarı tanıyan kitabı daha iyi anlar. Tıpkı Allah’ı tanıyanın; kâinatı / evreni daha iyi anlayıp tanıyacağı gibi.

     -Canlı ve hayat sahibi her varlığın cephesinde; en büyük, en parlak sikke ve damga; onun canlı ve hayattar olma keyfiyetidir. Her canlıdaki hayatiyet unsuru, bedenin neresinde? İçinde mi, dışında mı? Hem öyle hem böyle! Bir meçhul ki, anlaşılması anlaşılamamasına bağlı!

     -Beyin hücresi; Samanyolu’nun büyüklüğü ile asla kıyaslanamayacak kadar küçük olarak, âdeta onun aynısıdır!

     -Güneş bir ama ışığının tecellîleri sayısız. Ağaç bir ama dal, budak, yaprak ve yemişleri sayısız. Hepsi bir olan ağacı gösteriyor. Tıpkı kâinattaki sayısız tecellîlerin, bir Yaratıcıyı göstermesi gibi.

     -Güneşin akis ve yansımaları güneşten ama hiçbiri güneşin bizzât kendisi değil. Hepimiz ve her şey Allah’tan olduğu hâlde, hiçbirimizin ve hiçbir şeyin Allah olmadığı gibi.

     -Rûh vücudun her yerinde varlığını tecellî ettiriyor. Güneşin yerde olmadığı hâlde, yerde kendisini var kılması gibi.

     -İnsanın dünya ve kâinat ile alâkası var. Hava, su ve gıdaları kâinatta. İnsan ile ihtiyaçları arasında münasebet var. İnsan ve ihtiyaçlarını yaratan eğer bir olmazsa; uyum da olmaz, hayat da.

     -“Vücûdunu, mûcidine feda et.”

     -İnsan, etrafındaki ölümleri görür de, kendisine hiç uğramayacakmış gibi, rahat hisseder kendini! İşte bu, kendini daimî görme ve sanma his ve duygusudur. Yoksa rahat olmayacak, hayattan hiç lezzet alamayacaktık.

     -Cennetin ham maddesini, dünyada biz hazırladığmız gibi, Cehennemin de ham maddesi bizim tarafımızdan hazırlanıyor!

     -Bir mânâyı çeşitli dillerde ifade edebiliriz. Demek ki, lisanlar mânâların giydiği veya giydirildiği libaslardır. Libas / elbise değişmekle mânâ değişmez. Fakat her libas; giyene yakışmadığı gibi, her mânâ da libası hükmündeki her kelimeye yakışmaz. Kimi tam uyar, kimi de ya kısa ya uzun, ya dar veya bol gelebilir. Bu bakımdan, her tercüme; mânâya tam libas olamıyor, mânâyı liyâkatle taşıyamıyor.

     -Âyet, “Deveye bakın.” diyor. Çünkü her şeyleri deve ile. Etini yemeleri, üstüne binmeleri, tüyleri, derisi ve hattâ kemiklerini kullanmaları bile. Keza, “Yıldızlara da bakmamız.” isteniyor. Çünkü “Bakıyorsunuz ama görmüyorsunuz! Basar / dış gözünüz çalışıyor. Peki ya basiret / iç gözünüz?” ne âlemde demek isteniyor. “Güneş doğuyor ama sanki çok basit bir olaymış gibi sanıyor; arkasında nasıl bir Kuvvet, Basiret ve İrade Sâhibi var? Hiç düşünmüyorsunuz!” diye dikkatimiz çekilmek isteniyor!

     -İnsan hadsen / uzun boylu düşünceye ihtiyaç duymaksızın ve vicdanen hakikati sezer. Yaratılışına konan müsbet potansiyel ile doğruyu bilir. Güzellikten anlar. Çirkinliği tanır.

     -“Öfke câhilin sopasıdır.”

     -“İman ki, o cevher İlahî ne büyüktür;

        İmansız olan paslı yürek, sînede yüktür.”

Önceki İçerikTürk Gençliği Farkında mı?
Muhsin Bozkurt
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.