Düşün Damlaları  (1)

13

     Bâzıları “Aklım var!” diyerek -genel kültür sınırları dışında- hemen her konuda haddini aşarak, bilir bilmez konuşmaktan, fikir yürütmektan -tâbir câizse- akıl vermekten kendilerini alamıyorlar!

     Bunu yaparken “Akıl, akıl olmalı.” gerçeğini hiç akletmiyorlar! Yani ancak, eğitim gördükleri  sâhada, akıllarını da kullanarak fikir beyân edebileceklerini hiç düşünmüyorlar! Meselâ, hiç fizik tahsîli / eğitimi görmemiş biri; “Aklım var.” diyerek fizik konusunda konuşmaya kalkışmalı mı?

     İlk okula, orta okula, liseye ve üniversitelere niçin gidiyoruz? Aklımız var diye gitmesek olmaz mı? Tabii ki olmaz. Çünkü, zaten gidişimiz aklımız olduğu için değil mi? Var olan aklımızı, seçtiğimiz bir sâhada söz sahibi yapmak için değil mi? Zâten okullar; aklımız sayesinde istediğimiz alanda bilgi edinmek için var değiller mi?

     Aklımız ham madde gibidir. Seçtiğimiz eğitim yoluyla onu yoğurur, hâlden hâle sokar, istenilen kıvama getirerek; istediğimiz meslek için, çalışma imkânını elde etmiş oluruz.

     Aklı olmayan okuyamaz. Okumayan akıl sahibinin aklı da, potansiyel olarak bir kenara konmuş sayılır! Üstelik, sâhibinin hayâtta; alt seviyelerde kalmasına sebebiyet verir! Böylece, o kimse hayâtını düşük seviyelerde geçirmek zorunda kalır! 

     X

     Bâzıları, her konuşmasında, hep başkalarını tenkîde tâbi tutuyor! Her husûsta, her kusûru hep başkalarında buluyor; kendi mes’ûliyet ve sorumluluklarını aklına bile getirmiyor!

     Oysa, Hz. Peygamber’e insanlara yol gösterme görevi verildiği zaman; ortam çok bozuktu. Ahlâksızlık, sahtekârlık, çalıp çırpmak, yalan dolan ve kız çocuklarını doğar doğmaz öldürmeler gibi, sayısız insanî olmayan davranışlar, çok olağan şeylerdendi!

     Bunlar gibi daha nice fecî, vahîm, korkulu hareket ve durumlar karşısında, Hz. Muhammed onlara karşı: “Ne biçim insanlarsınız? Yaptıklarınızdan utanmıyor musunuz? Yazıklar olsun size! Allah sizleri kahretsin! Sizlerden hayır gelmez! Ne hâliniz varsa görün!” anlamına gelebilecek aşağılayıcı, onları yerden yere vurucu ağır sözlerden kaçındı! Kısaca onlara:

     NE  OLDUKLARINI  SÖYLEMEDİ.

     NASIL  OLMALARI  GEREKTİĞİNİ  SÖYLEDİ.

     Onları aşağılamadı. Onları küçümsemedi. Onları hor görmedi. Onlara karanlıklardan bahsetmeden, onlara ışık tuttu. Doğru yolu gösterdi. Çünkü biliyordu ki:

     Bâtıl / yanlış ve sapık fikirleri iyice tasvir etmek / iyice anlatmak, nazara vermek; saf zihinleri idlâldir / dalâlete atmak, yanlış yollara sevketmek; onların zihinlerini bozmaktır!

X

     Okumak; sadece kitap okumak değildir. Kâinatın her bir parçası, kâinat / evren kitabının küçük büyük kitaplarının; sayfaları, kelimeleri ve harfleri hükmündedir. Fakat kâinat kitabını okurken; eserden ustaya, fiilden fâile, yapılandan yapana geçmiyor, nakışta nakkaşı görmüyorsak; o, okuma değil, kuru bir bakış, câhilce bir oluş, ilim karşısında menfî bir duruştur. Çünkü kâinat bir okul, bizler birer öğrenci, nebîler birer öğretmen. Zâten bu kâinatta ya öğrenici, ya öğretici, ya da dinleyici olmalı.

     Hiçbiri olmayan için, yok oluş mukadder.

     Olmaz bundan büyük keder.

     Öyleyse, “Ne derler?” i bırak.

     İlim yoluna girmeye bak.

     Aldırma artık diyene.

     Yanlış karar verene.

     El ele ver ilimle arkadaş.

     Kalmasın içinde bir telâş,

     Engelleri durma aş.

     Düşse de başına taş!

     Aldırma! Bu bir savaş.

Önceki İçerikDevletlerin refahı, parayla değil adaletle ölçülür. / Konfüçyüs
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.