Durun Bakalım

117

Bugüne kadar, Kürt kimliği ile ilgili hiçbir yazı yazmadım ve konuşma yapmadım. Çünkü akıl, mantık ve belgeler Anadolu’da Kürt Kimliği’nin Türk kavramı içerisinde yerleştiğini anlatıyor, gösteriyor.

Ama bugün gelinen noktada, birileri hayır ben ayrı bir mensubiyete sahibim ve etnik bir ayrıcalığım var diyorsa da, zorla kimseyi Türk yapmak gibi niyetimiz, gayretimiz ve daha da önemlisi ihtiyacımız olmamalıdır. O zaman, bu ayrımı ileri sürenleri de, diğer farklı kimlikler içerisinde düşünmek ve azınlık statüsü ile değerlendirmek daha doğru olur diye düşünüyorum.

Bu arada, güneydoğuda, Kürtleşmiş Türkler olduğunu ve bunların da bu ayrım içerisinde belirlenmesinin gerektiğini ortaya koymak icap etmektedir. Çünkü, güneydoğu, tarih itibarı ile Türk göçlerinin yol üzeridir ve Türk göç yollarının önemli duraklarından biridir.

Neyse…

Gelelim IŞİD terör örgütünün Arap Pınarı(Kobani diyorlar ya!) üzerine saldırısı ve sonrasında yaşananlara…

Bir kere, burada çok önemli ayrıntılar var.

Işidi havadan vuranlar, bu örgütün binlerce kişi ile saldırılarını takip edip de, saldırı esnasında vurup yok edilmesini neden gerçekleştirmiyor? Binlerce kişi ile saldıran bu örgüt, tek tek, gece yarısı, sürünerek ve kamuflajla mı saldırıyor?

Duyuyoruz; Arap Pınarı’naIşidin saldırısını aman kimlik üzerinden değerlendirmeyelim.

Ne üzerinden değerlendirelim?

İnsanî olarak değerlendirelim diyorsanız, bu konuda herkesten öndeyiz. İnsanî olarak her türlü desteği vermek gerektiği konusunda bize akıl verecek kimse olamaz. Dün de, bugün de ve muhtemelen yarın da, insanî ihtiyacı olan herkese yardım ve destek verdiğimizi ve dünyada bu konuda örnek Millet olduğumuzu herkes bilir.

O halde nasıl değerlendirelim?

Arap Pınarı(Ayn el Arap) düşerse, Ankara da düşer.

Dur bakalım yahu!

Ankara, Musul’un işgaline sessiz kalmakla düştü zaten. Ankara, Kerkük’ü onbaşımızın görüştüğü ve bizim kırmızı pasaport verdiğimiz Barzani’nin işgal etmesi ile düştü zaten. Ankara, Işid terör örgütünün Telafer’de, Tuzhurmatu’da ve diğer Türkmen bölgelerinde yaptığı katliamdan kaçan Türkmenlere kapıyı kapatarak düştü zaten. Ankara, Suriye’de yaşayan 3,5-4 milyon Türkmen’in Suriye’yi boşaltmalarına seyirci kalıp, onları yalnız bırakarak düştü zaten. Ankara, Çin’de şu anda bile katliama uğrayan Uygur Trükleri’ne sahip çıkmayarak düştü zaten. Hem de, Macaristan’da yapılan Turan Kurultayına Uygur Türklerinin davet edilmesine tepki koyan Çin’e Macaristan Meclisi’nin karşı tepkisine rağmen.

O halde, Işid terör örgütünün katliamına seyirci mi olalım?

Ne münasebet, ne münasebet.

Tam aksine.

Sadece, olayları doğru koyalım, doğru okuyalım, doğru anlayalım ve doğru anlatalım.

Böyle olursa, ne için mücadele ettiğimizi, kimlerle beraber olduğumuzu ve kimlerle yola çıkabileceğimizi görmüş oluruz.

Türkiye’de yaşananlar, Işid terör örgütünün yaptıklarından ne kadar farklı?

Kendi çocuklarının gittiği okulları, seni yöneten birimlerin binasını yakmak ne kadar anlamlı?

Bu yapılanlar çok ciddi bir terör değilse, nedir?

Bu yapılanlar, Erdoğan’ın ileri sürdüğü, nedenini anlamadığımız çözüm(süzlük) süreci ve bunda ısrarı ile ne kadar uyumlu?

Bu yapılanlar, Öcalan’ı cilalamak anlamına gelmiyorsa ne anlama geliyor?

Gelelim esas meseleye…

Demek ki, kendi ülken, kendi toprakların ve kendi devletin dışında akraban olduğunda sahip çıkmak gerekiyormuş.

Demek ki, Türk Dünyası’nı sahiplenmek ve Türk Dünyası’nın gelişmesini, ilerlemesini ve birlikteliğini istemek hiç de kötü ve anlamsız bir şey değilmiş.

Demek ki, mensubiyetinin gereğini yapmak faşistlik olmuyormuş.

Demek ki, öyle birkaç bin değil, yüz milyonlar olan koskoca bir Türk Dünyasının meftunu(aşığı) olmak harika bir şeymiş.

Demek ki, dünyada beşinci dil ve üçüncü anadil olan Türkçe konuşanların birlikteliğini sağlamak için gayretler göstermek, bu tür fikirlere bağlı olmak çok güzelmiş.

Demek ki, bu Ağustos’ta dördüncüsü düzenlenen Macaristan’daki Turan Kurultayına katılmak, o Kurultayı hayranlıkla anmak, takip etmek ve anlatmak harika bir davranışmış.

Demek ki, bugüne kadar Türk Milliyetçilerini, ırkçılık, faşistlik, hayalperestlikle suçlamak, ATATÜRK’e ırkçı, faşist, kafatasçı demek boş, gereksiz, önyargılı ve tamamen art niyetli iddialarmış.

Demek ki, bundan böyle, 300 milyonluk Türk Dünyası ile ilgilenmek ve onun sıkıntılarına çare aramak mutlaka yapmamız gereken bir işmiş.

Demek ki, Türk Dünyasında yaşanan ızdıraplar için yakıp(!), yıkmak(!) son derece normalmiş.

Demek ki, Irak ve Suriye Türkmenleri için elimizden ne gelirse yapmak şartmış ve hatta yapmadığımız için kahrolmalıymışız.

Demek ki, Uygur Türklerinin önemli ismi Rabia KADİR Hanımefendiye, Dünya Türklerinin önemli liderlerinden Mustafa Cemil KIRIMOĞLU Beyefendiye sahip çıkmamak büyük bir hataymış.

Demek ki, bu anlattıklarımı ATATÜRK’ÜN kurduğu devletimizin yapmaması, HÂKİMİYET KAYITSIZ, ŞARTSIZ TÜRK MİLLETİNİNDİR iddiasının terk edildiğini gösteriyor.

Vah ki, vah!

Yazıklar olsun!