Durum Tespiti ve Balans Ayarı

87

 

MÖ 2 bin Andronova‘yla başlarsanız 41 asır, MÖ 3 bin Afanesyova‘yla başlarsanız 51 asır, MÖ 3500 Sümerlerle başlarsanız 56 asır, yok Hz.Nuh oğlu Yafes oğlu Türk‘le başlarsanız muhtemelen bir 60-70 asırlık tarihimizin son bir asrı hariç hep kişi / lider eksenli yaşamaya alışmışız. Krallık, kağanlık, hanlık, imparatorluk, sultanlık, prenslik, beylik, atabeylik vs. gibi..

Tarih şeridindeki küçük fasılaları ve lokal denemeleri saymazsak cumhuriyet dediğimiz, demokrasi dediğimiz halk / toplum eksenli yaşantımız yalnızca 1 asırdır. O da ucuna geldiğimiz.. Dolayısıyla hep kendini bir kişiye idare ettirmeye alışkın milletimiz sonunda demokrasi dediğimiz halk idaresini de padişahlığa çevirmeyi becermiştir.

Her zaman halkımızın duyumsama ve vaziyet alma bakımından siyasetçinin çok ötesinde / önünde olduğunu düşünüp ifade etmişimdir. Herkes şampiyon takım taraftarıdır muhakkak ve hep kazanan partilere oy vermiştir. Kazananların kaybetmesi ve yeni kazanacakların belirmesi noktasında da iç yada dış kurguların asla aleyhinde yer tutmamıştır.

Yanisi; mazisi kahramanlıklarla dolu Türk Milleti siyasal açıdan hiç de kahramanlık meraklısı değildir. Keloğlan‘dan, Kemal Sunal tiplemelerinden bile karizma çıkarır ve sonunda onları ya vezir, ya muhtar, ya belediye başkanı, ya mafya babası, ya da evliya / ermiş yapar. Sonra da yan gelir, yatar. Seçtik ya, o uğraşsın.

Cumhuriyeti kuran kadro bir istisnadır. “Osmanlı’nın En uzun Yüzyılı” olan son asrında binbir bela, sıkıntı ve fikrî çıkış denemeleri arasında yetişmişlerdir. İçinden çürüyen Çınar‘ın devrilmemesi için evvela pek çok yol denemişler, olmayınca köklerinden bir Filiz‘i; ama en sağlamını, ama en temizini aşılayarak tutturmayı başarmışlardır. Halkımız her ne kadar kullanırken nazlansa da egemenliği topyekûn millete devretmişlerdir.

Mustafa Kemal Atatürk‘e kuruluş aşamasında Kuvvetler Birliği prensibini mecburî olarak benimseyen TBMM’nin yasama-yürütme-yargı yetkisini sadece 3 aylığına, o da Sakarya Savaşı öncesindeki kritik aşamada ve Mecliste ciddi tartışmalara sonrasında yine Meclis adına vermişlerdir. Biz çok şükür; ben diyeyim 10 yıldır, siz deyin 3 yıldır / 5 yıldır bu yetkilerin tamamını hemi de 21.asırda bir kişiye yüklemişiz şimdi de kurtarmaya çalışıyoruz.

Genetik kodlarımız aslında demokrasiye kapalı ve cumhuriyet denince herkes oyla-mayla padişah olabileceğini zannediyor. Adalet Sarayımız, Simit Sarayımız, Gol Kralımız, Güzellik Kraliçemiz, düğünlerde Prenses elbisesi giyen küçük kızlarımız, sünnetlerde şehzade kıyafeti giyen oğlanlarımız vardır bizim. “Saraylara layık”, “kral adam”, “paşa yavrum”, “ağa oğlu / kızı”, “şıh / şeyh torunu” deyimlerimiz var bizim. Ve ne yaptık ettik; demokrasiyi de sultanlığa çevirdik. Hem de “Kimse şah değil, padişah değil, bezirgân değil” şarkılarıyla..

Türkiye Cumhuriyeti‘ni bir piyasa filmindeki Osmanlı Cumhuriyeti“ne çevirince herhalde herkesin bilinçaltı saray yavrularında ve krallara layık bir yaşama kavuşacağını mı umdu, bilemem. Bilmem neyinde boncuk var deyu babadan beşiktekine güç aktarımının ilahî yada kaderî tevil mekanizması midemi bulandırır. Bu saatten sonra bizim evde bile hanım sultanlık rütbesi çekemem.

Onu-bunu bilmem; saatlerimizi bir 23 Nisan sabahına sürmezsek bir 10 Ağustos günü saatler Sevr’i beş geçecek. Hazır önümüzde milletçe arınma ve günahlardan temizlenme  adına iyi bir fırsat var; bari çoluk-çocuğun hatırı için onların geleceklerini ‘tek adam‘lıkla ve

onun her yaptığını ömür boyu savunmakla karartmayalım. Kara’lar ak’lansın, ak’lar paklansın.