Dünyayı Tehdit Eden Güç ve Tehlike

90

Güvenlik; insanların yaşama hakkı, ülkelerinde benimsediği kuralların ve değerlerin korunmasıdır. Bunu tehlikeye düşüren tehdittir.

Tehdit, korkutmak tehlike meydana getirmektedir. Tehdit için iki unsurun ortaya çıkması lazımdır. Bunlardan birisi kabiliyet diğeri de niyettir.

Niyet ve kabiliyet birleşince tehdidin kriz safhası başlar.

Halen dünyanın pek çok yerinde, barışla savaş arasında değişen şiddette tehdit, kriz ve çatışmalar yaşanmaktadır. Bu gelişmelere bir çözüm üretilememektedir.

Süper güçlerin içerisinde yer aldığı büyük orduların kullanılarak toprak işgali ve sınırları değiştirecek istilacı tehditler şimdilik ortadan kalkmıştır.

Ancak gelişmiş ülkelerin modern eğitimli ve iyi donatımlı orduları varlığını sürdürmektedir. Bu ordular öncelikle enerji kaynakları hammadde ve tüketim pazarları ile ulaşım hatlarının emniyetini sağlamak üzere kullanılacaktır. Bu nedenle gelecekteki tehditlerin temel sorunlarından birisi enerji ve hammadde kaynaklarıdır.

Dünya enerji kaynaklarının % 75’ne sahip Avrasya coğrafyasındaki bir kısım ülkeler ve bölgeler için klasik anlamdaki askeri tehdit devam edecektir.

Mikro milliyetçilik akımları ve devletlerin bölünmesi stratejik kaynakların bulunduğu bölgelerdeki toplulukları bölgesel azınlıklar olarak ön plana çıkaran gelişmiş ülkeler karşılarında zayıf ülkeler görmek istedikleri için bu azınlıkları tahrik etmektedirler.

İç dinamikleri kuvvetli olan Avrupa ” bölgesel azınlık dilleri Avrupa şartı” ve “Kopenhag kriterleri” ile alt kimliklerin ortaya çıkmasını teşvik etmektedirler.

Bu gelişmeler endişe yaratmaktadır. Çünkü BM’nin tarihine bakacak olursak ilk olarak 22 ülke iken daha sonra 52, 1997 yılında 185, 2000 yılında 189 ülke BM üyesidir. 2005 yılında BM’ye üye ülkelerin sayısının 195 olduğu bilinmektedir.

Bu artışın birçok sebebi vardır. Kuzeyin zengin ve gelişmiş ülkeleri: Güneyin yoksul ve az gelişmiş ülkeleri arasındaki uçurum gittikçe büyümekte küreselleşmenin bir sonucu olarak zayıflayan çok uluslu devletler bölünmelere mecbur kalmaktadır. Bunun örneği Sovyetler Birliğinin dağılmasında görülmüştür.

Coğrafya itibariyle dünyanın en büyük ve askeri yönden güçlü devleti olan Sovyetler Birliği 1991 yılında dağılarak 15 ayrı Cumhuriyete bölünmüştür. Almanya’nın askeri ve ekonomik gücünün etki alanında ki Yugoslavya 6, Çekoslovakya da ikiye ayrılmıştır.

Ekonomik gücü üstün olan devletlerin desteklediği bu yeni küreselleşme stratejisinde kuralsız, kurumsuz ve yozlaşmış yönetimlerin egemen olduğu ülkelerde bölünme bilim ve teknoloji ile desteklenen kurallı ve kurumlaşan ülkelerde de bütünleşmenin olacağı anlaşılıyor. Bu gelişmeler gelecekte çatışma ve bölgesel savaşlara da neden olacaktır.

Kültür çatışmasının yarattığı tehlike ve tehditler 1929 yılında dünya ekonomik buhranı yaşarken devlet kavramına pek uygun düşmeyen ve bir manga askeri gücü olan Avrupa Hıristiyan kültürünün merkezi Vatikan 7 Haziran 1929′ da bağımsızlığını ilan etmiştir.1944 yılında 450 tümeni olan Stalin’in “Vatikan’ın kaç tümeni var”  diye alaya aldığı bu küçük devlet bugün varlığını sürdürmektedir. Hâlbuki Stalin’in güce dayalı sistemi çökmüştür. Bu bize tek başına askeri gücün güvenliğin sağlanması için yeterli olmadığını ekonomik güç ile iç yapıyı kuvvetlendiren kültürün önemini kanıtlamıştır. 

“Avrupa Hıristiyan kültürü” dediğimiz zaman Hıristiyan inanç değerlerinden beslenmiş Vatikan’ın gözetimindeki insanların şekillendirdiği yaşam tarzı ve değerler sistemidir.

Bu ülkelerde Türkiye’ye yer yoktur, yaklaşımı aslında tarihin derinliklerinden gelen “Hıristiyan” “Müslüman” çatışmasındaki ön yargılarla beslenen bakış açısından kaynaklanmaktadır.

Türkiye’ye yönelik tehditler:

Türkiye’ye yönelik tehditleri çevre ülkelerinden ve Global güçlerden kaynaklanan dış tehditler ile Cumhuriyete ve rejime yönelik iç tehditlerle ve kaynağı belli olmayan ve sosyal hayatı etkileyen örtülü hareketler olarak tespit edilebilir.

Türkiye 2. Dünya Savaşından sonra ve soğuk savaş döneminde SSCB’den gelen dış tehdidi, NATO’ya girerek dengelemiştir. Şimdi soğuk savaş sonrası dış tehdit olarak SSCB’nin mirasçısı RUSYA Federasyonunun sahip olduğu nükleer silah tehdidi devam etmektedir.

Yunanistan ve Ermenistan ile aramızdaki sorunlardan kaynaklanan dış tehditler, İran, Irak ve Suriye gibi komşuların teröre sağladıkları destek ve uzun menzilli füzelerden kaynaklanan dış tehditler vardır.

Ayrıca su kaynaklarının kullanılmasında ve sınırı aşan sular konusunda bizim dışımızda politikalar üretilerek hazırlanan yeni oluşumların neden olacağı tehditler vardır.

1. Dünya harbi esansında açıklanan Wilson prensiplerine göre Doğu Anadolu’da 6 vilayetin ikisi Ermenilere, dördü de Kürtlere verilerek kurulacak olan ve SEVR anlaşmasıyla açığa çıkan Ermeni ve Kürt devletlerinin Arasındaki hudut ABD başkanı WİLSON tarafından çizilmesi ve bu iki devletin ABD himayesinde oluşması arzu edilen bir çözümdü. Özellikle İngiltere’nin desteklediği bu proje Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından boşa çıkarılmıştır. Lozan Antlaşmasıyla akamete uğratılan bu teşebbüsten sonra 1924 yılında Hakkâri ‘de NASTURİ, 1925 yılında Bingöl’de İngiltere’nin desteklediği Şeyh Said ayaklanması olmuştur. Bu ayaklanmalar bastırıldı ancak 6 Haziran 1926’da Misak-ı Milli sınırlarının içinde olan Musul bölgesini kaybettik.

Amerika 18 Ocak 1927’de Lozan Barış Antlaşmasını senatoda görüşmeye başladı ve yapılan oylamada Lozan Barış Antlaşması red edildi. Bu durumun günümüze yansımaları şöyle olmuştur.

1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtının hemen sonrasında Rum, Yunan ve Ermeni işbirliği sonucunda Ermeni terörü başladı. Ve 1984 yılında Ermeni Terörü geri çekildi. PKK terörü başlatıldı. Bu terör harekâtı ile 30 bin insanımızı kaybettik.

Devam eden PKK, Hizbullah ve Marksist terör faaliyetlerine ilave olarak Ermeni terörü yeniden çağa uyarlanmış hukuki ve siyasi bir zeminde kullanılmak üzere Avrupa Parlamentosunun himayesinde karşımıza çıkarılmaktadır. Hatırlanacağı üzere 15 Kasım 2000 tarihinde Avrupa Parlamentosunda 234 oyla kabul edilen karara göre; ” Avrupa Parlamentosu Türk Hükümetini ve TBMM’sini Türk toplumunun önemli bir kesimini oluşturan Ermeni azınlığa desteği artırmaya ve bu çerçevede modern Türk Devletinin kurulmasından önce Ermeni azınlığın maruz kaldığı soykırım resmen tanımaya davet eder” demektir.

Ayrıca AB katılım ortaklığı belgesinde de bireysel hak ve özgürlükler kapsamında bu devletin kurucusu ve aslı unsuru olan Kürt orjinli vatandaşlarımız için kültürel haklar, anadilde yayın ve eğitim hakları adı altında ülkemiz bölünmek istenmektedir. İçeriden ve dışarıdan desteklenen bu gelişmeler milli birliğimizi ve toprak bütünlüğümüzü bozacak büyük bir tehdit niteliğini almıştır. Çünkü bu oluşumların arkasında olan Avrupa Ermeni kozu ile Kafkaslara, Ege sorunuyla Balkanlara, Kıbrıs ve Güneydoğu sorunlarıyla da Ortadoğu da ki politikalara müdahil olmanın hukuki alt yapısını hazırlamaktadır.

1950 yılından itibaren rejime yönelik iç ve dış destekli tehdidin seyri şöyle gelişmiştir. Devletçilik yerine sosyalizm, Cumhuriyetçilik yerine 1. ve 2. Cumhuriyet, laiklik yerine dinsizlik veya anti laik (suni-alevi bölünmesi) demokrasi yerine bölücülük yapılmaya çalışılmıştır.

Günümüzde demokratik hakların kullanılması çağdaş devleti ve çağdaş toplumun oluşturulması için çok önemlidir. Ancak birey hak ve özgürlüklerini kullanırken devlete ve topluma karşı ödevlerini de unutmamak gerekir. Bireysel hakların kullanılması, bireysel kültür, bireysel otonomi adı altında devletin varlığını ülkenin bütünlüğünü bireyin özgürleştirilmesi uğruna feda edemeyiz. Bu hakların kullanılması Atatürk ilkelerini red etme hakkını da doğurmaz. Bu yanlışlıklar AB’ne girme uğruna bir araç olarak da kullanılamaz.