Bütün ilâhî kitaplarda insanın dünya ve ahiret saadetini temin edecek prensiplerden bahsedilir. Dolayısıyla geçici olan dünyevî güzelliklere aldanıp bâki olan ahiret hayatının nimetlerinden mahrum kalmaması hususunda insanoğlu ikaz edilmektedir. Bu ilâhî ikaza rağmen insanoğlunun zaman içinde nefsinin arzusuna göre bir hayat tarzını tercih ettiği görülmektedir. Hâlbuki mutlak bir hesap gününün var olduğu bilinci ve şuuruyla hareket ederek yaşama istikametini tanzim etmesi gerekmektedir.
Ahiretin zıddı ve ölümden önceki hayat safhasını ifade eden dünya hayatının değersizliği ve önemsizliği Kur’an’da sık sık vurgulanır. Dünya hayatını güzel kıldığı düşünülen tüm faktörler -zenginlik, iş hayatı, fiziki güzellikler, evlilik, çocuklar, büyük başarılar, makam ve mevki vs.- Kur’an’a göre aslında geçici ve aldatıcı birer metadan başka bir şey değildirler. Nitekim bu hususta Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de: “Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, kendi aranızda bir övünme, mal ve çocuklarda bir çoğalma tutkusudur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin çiftçilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap vardır. Bir de Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir” buyurmaktadır. (Hadid20)
Kur’an dünya hayatının ve dünyada insana verilen nimetlerin geçici olduğu üzerinde ısrarla durur, insanı ölümsüz olan iyi işler yapmaya teşvik eder. Kur’an’ın ifadesiyle; “Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha layıktır.” (Kehf46)
Bu ayet-i kerimede; “mal ve oğulların dünya hayatının süsü” olduğu ifade edilmektedir. Mal ve oğulların dünya hayatının süsü” olmasının sebebi, malın güzel ve faydalı olmasından, oğulların da güç ve savunma kaynağı olmalarından kaynaklanıyor olsa gerektir. Ayet-i kerimenin, zenginlik, evlat çokluğu ve şerefleri dolayısıyla iftihar eden, Uyeyne b. Hısn ve benzerleri hakkında indiği ifade edilmektedir. Yüce Allah bu ayetle, dünya hayatının süsü olan bir şeyin rüzgârın savurduğu çerçöp gibi gelip geçici olduğunu, kalıcı olmayan bir aldanış olduğunu, geriye ise ancak kabir azığı ve ahret hazırlığı olan şeyler kaldığını haber vermektedir.
Ayet-i kerimede “bâkiyâtü’s-sâlihât” ifadesi kullanılmaktadır. Bununla; Selman, Süheyb ve benzeri Müslüman fakirlerin yaptıkları itaatler, salih ameller kastedilmektedir. Allah katında bu kişilerin yaptıkları salih ameller, “sevapça da hayırlıdırlar”, “emelce de hayırlıdırlar.” Yani, bu kişilerin amelleri; salih ameli bulunmayıp mal sahibi, oğul sahibi olan Uyeyne b. Hısn ve benzeri kimselerin emellerinden daha üstün ve değerlidir. Bununla birlikte ayetin anlamının genel olduğu, salih amel işleyen bütün mü’minleri içine aldığı ifade edilmiştir.
İlim adamları, “baki kalacak olan salih ameller” hakkında farklı açıklamalarda bulunmuşlardır. Bazıları bununla; beş vakit namazın, bazıları ise; “Tekbir (Allahu Ekber), Tehlil (La ilahe illallah), Tesbih (Subhanallah), Elhamdülillah ve La havle velâ kuvvete illa billah (bütün güç ve kudret ancak Allah iledir), “Subhanallahi velhamdülillah ve lâilahe illallahu vallahu ekber; Allah’ı her türlü eksiklikten tenzih ederim, hamd Allah’a mahsustur, Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, Allah en büyüktür” (Tirmizî, Deavât, 97) gibi ifadelerin kastedilmiş olduğunu söylerler. Bazı âlimler ise burada kastedilen salih amellerin; niyetler ve içten verilen kararlar olduğunu, çünkü bunlar sayesinde amellerin makbul olunup semavata yükseltildiğini ifade ederken, bazıları ise; bunların kız çocukları olduğunu söylemişlerdir. (Kurtubi, el-Camiui’l Ahkami’l-Kur’an, Kehf 46. Ayet Tefsiri)
İmana alamet sayılıp onu ortaya çıkarmaya vesile sayılmış güzel işlerin, salih amellerin, sırf tesbih ve takdisten, Allah’ı zikretmekten ibaret sayılması makul değildir. Makul olan; bunları kapsayan, bunlardan başka da birinci derecede ibadet olan her ameli, hayrı, iyiliği, güzelliği, adaleti, ihsanı, görevleri yerine getirmeyi, cihadı, ıslah edip düzeltmeyi, iyiliği emredip-kötülükten men etmeyi vs. kapsamasıdır. Yoksa bunu sadece tesbih ve takdisten ibaret saymak, Müslümanların çoğunun, dünyada ahiretleri için hazırlayıp gönderecekleri salih amellerin hepsinin bundan ibaret olduğunu sanmalarına neden olur. Bu da çok kötü bir hafifletme, rehavete uğratma ve iyi olmayan bir telkindir. İbn Abbas’tan nakledilen hadiste de, kalıcı güzel işler: Allah’ı zikretmek, O’na istiğfarda bulunmak, Peygamberine salat getirmek, oruç tutmak, namaz kılmak, hacca gitmek, sadaka vermek, köle azad etmek, cihad etmek, akrabayı ziyaret etmek ve bütün güzel ameller olarak zikredilmiştir. (Taberi Tefsiri, V, 358-359)
İnsana yakışan, helalinden kazanıp dünya nimetlerinden istifade ederek, salih ameller işlemek ve dünya hayatında yapacağı bu amellerle ebedî saadetini kazanmaktır. Nitekim İslâm, helal mal kazanmayı ve dünya nimetlerinden istifade etmeyi yasaklamamıştır. Bununla ilgili olarak Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de: “De ki: Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar dünya hayatında müminlere yaraşır; kıyamet gününde ise yalnız onlara mahsus olacaktır” (A’raf32) buyurmaktadır. Ancak İslam bu nimetlerin fakirlere karşı kibir ve gurur vesilesi edilmesini, maddî ve psikolojik baskı aracı yapılmasını asla hoş görmez. (DİB. Kur’an Yolu III, 557)
Mekkeli bazı zenginler, mallarının ve oğullarının çokluğu sebebiyle şımardıkları için tevhid dinine girmeye tenezzül etmiyor, (Kalem14-15) hayatın sadece dünyadan ibaret olduğunu iddia ediyorlardı. (Câsiye24) Yüce Allah, onların şımarmasına sebep olan dünya hayatının durumunu; insanın içini açan bitki örtüsüne hayat vermekte olan suya benzetiyor; ama bir süre sonra su çekiliyor, bitkiler kuruyor ve toza toprağa karışıyor. Bu ibretli benzetmeye göre, insanları aldatan dünya hayatı fânidir, mal ve çocuklar da bu dünyanın süsüdür; kısa bir süre sonra fâni olan gidecek, salih amel kalacaktır.
Öyleyse biz Müslümanlara düşen; Rabbimizin bizlere bahşettiği nimetlerden istifade etmek, bu nimetleri ihtiyaç sahipleriyle paylaşmak, dünya hayatının geçici olduğunu unutmadan baki kalacak olan salih ameller işleyerek, daha hayırlı ve sürekli olan ahiret yurdunu kazanmaya çalışmaktır.