Eski Yeşilçam filmlerinde sıkça kullanılan bir senaryo tipi vardı. Köyde yaşayan bir genç ve güzel kız (Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit veya Filiz Akın), İstanbul Boğaziçi’nde bir köşkte yaşayan zengin akrabaya gönderilirdi. Kızın köşke gelmesiyle başlayan bir kültür farkı hemen dikkati çekerdi. Basma entarili, eşarplı, köylü kızı, köşkte yapılan balo ve partilerde küçük görülür, “sosyetik” genç kız ve erkekler tarafından alay edilirdi.
Zengin ailede genellikle hanımefendi “sosyetik” hayat tarzını yaşayan, köylü akrabayı küçük görüp horlayan, böyle bir akrabadan utanan ve onu hizmetçi olarak çalıştıran “mendebur” bir kadındır. Zengin ailenin yakışıklı ve şımarık oğlu (Ediz Hun, Cüneyt Arkın veya İzzet Günay) ise genelde Avrupa’da tahsil görmüş, fakat sosyetenin şımarık genç kızlarıyla bohem hayatı yaşayan, hovarda ve çapkın biridir. Genç kız şımarık delikanlıya âşık olur ama sevdiğini açıklayamaz. Zengin baba veya ailenin emektar kâhyası (Hulusi Kentmen/ Münir Özkul) babacan bir adamdır. Fakir akraba kızını sever, “küçükbeye” O’nun vasıtasıyla ders vererek “adam olmasını” isterdi.
Genç kıza, (hanımefendi ve oğlundan habersiz) hemen konuşma, ses ve dans dersleri verilir, “modern” kıyafetler alınırdı. Bir baloda zengin ve şımarık delikanlı ile karşılaşması sağlanır. Genç kız müthiş bir yetenek gösterir kısa zamanda çatal bıçaklı yemek, içki, sigara kullanımı ile şarkı söyleme ve dans etmede büyük başarı gösterirdi.
Delikanlı, genç kızın köylü akrabası olduğunu fark edemez, yeni haline âşık olurdu. Genç kızın kırılan gururunun tamir edildiği, delikanlının burnunun sürtüldüğü olaylardan sonra “mutlu son” gelirdi.
*****
Bahsettiğim eski Yeşilçam filmlerinde “zengin sosyetik aile” örneği olarak verilen kesim Türkiye içinde çok küçük bir azınlık idi. Bunlar Avrupai hayat tarzını benimsemiş, Türk toplumu içinde, o dönemde hiç yeri olmayan balolar, partiler yapan Türk ve İslam kültüründen tamamen uzak bir gruptu. Esasen yaşantıları, içinden geldikleri toplumdan farklı olma arzusuyla yaptıkları, batıyı taklit ve özentiden ibaretti.
Zamanla eski Yeşilçam filmlerinin yerini ABD filmleri ve yeni tarz yerli filmler aldı. “Hayat“, “Ses” gibi eski moda mecmualarının yerine, çılgın sosyetenin “ikoncanlarının” aykırı hayatlarını anlatan TV, gazete ve dergiler her eve ulaşmakta. Bazı kadın yazarlar yatak odasına kadar özel hayatlarını okurlarıyla paylaşmakta.
Bu filmler ve medyanın benzer telkinleri o kadar etkili oldu ki, sadece üst gelir grubundakiler değil, orta ve alt gelir grubunda bile bu “özenti hayat tarzı” yaygınlaştı.
*****
Ramazan ayı öncesi düğünlerin yoğunlaştığı günleri yaşadık. Bu düğünlerin önemli bir bölümünde asla geçmiş adet ve törelerimizde olmayan, “yeni hayatın” örneklerini görmekteyiz. Tamamen Amerikan filmlerinde gördüğümüz düğün törenlerinin benzerlerini hem de orta ve alt gelir grubunda mazbut aileler yapmakta.
Kadınlarda (dekolte veya kapalı) tuvalet denilen elbiseler, erkeklerde papyonlu veya kravatlı takım elbiseler. Nikâh memurunun iki yanına sıralanmış nedimeler, sağdıçlar. Nikâhtan sonra damadın gelini (bazen dudaktan) öpmesi vs. tamamen Amerikan taklidi. Süslenmiş masa ve sandalyeler, meşaleler, konfetiler, havai fişekler de öyle. Yemek esnasında içki olup olmaması ve çalınan müziklerin yerli ve yabancı oranı aileye göre değişmekte. Fakat bu düğünlerdeki Türk âdeti olan tek şey takı törenleridir.
Bu kitlelerin filmlerden bu kadar etkilenmesine şaşmamak lâzım. Türkiye’de muhafazakâr değerlerin siyasi alandaki öncüsü rahmetli Necmettin Erbakan bile Çırağan’da yaptığı düğünde kızı Elif’i -aynı Hıristiyanların düğün törenlerinde olduğu gibi- kolunda nikâh masasına götürmemiş miydi? Muhafazakâr yazarlardan bazıları Erbakan’ın çocukları için yaptığı düğünlerdeki “şatafat ve israfı” eleştirmiş ama “taklit ve özenti” yönünü göz ardı etmişlerdi.
*****
İsterseniz konuyu Banu Avar‘ın “Sızma Operasyonu Ve Kültürel İğdiş” başlıklı yazısında verdiği bilgi açısından değerlendirebilirsiniz:
Amerikalı uzman Max Von Thornburg, 1947 Ekim ayında The Fortune dergisindeki ‘Türkiye’ye niçin yardım etmeli?‘ başlıklı raporunda ‘İdeolojik taarruzun Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi için, atom bombası kadar önemli olduğunun’ altını çizmiştir.
‘Yalnız sermayemizi değil, hizmetlerimizi, geleneklerimizi, kültürümüzü ve ideallerimizi de Türkiye’ye konuşlandıracağız!‘ demiştir.
*****
Türkiye’de muhafazakâr kesimlerde farklı tarzlara yönelme baş gösterdi.
İlk grup “Batı özentisi şımarık kesimi adam etmek için” onlara benzemek gerektiğini düşünmekte fakat hayat tarzlarında yaptıkları değişimle kendileri olmaktan çıkmakta.
Geleneksel değerlerini koruma konusunda kararlı olanlardan bir kesim ise dini cemaat ve tarikatların kapalı gruplarına dâhil olmakta. Bu kesimlerde batı özentisinden kaçınırken mevlitli, ilahili, eğlencesiz “düğünler” tercih edilebilmekte. Bu “düğünlerde” kadın ve erkeklerin ayrı toplandığı mekânlarda ailelerin ve yakınlarının tanışması ve ortak bir sevinci paylaşması gerçekleştirilememektedir.
Bir diğer grup ise yeni usul ve araçları kullandıkları halde geleneksel değerlerden kopmayan bir tarz geliştirmeye çalışmakta. Bu tarzı seçenlerin bir kısmı şehir hayatı içinde olmaması gereken sokak düğünlerinde çok yüksek sesli hoparlörlerden verilen kalitesiz müzikle komşularına işkence etmekte. Oysaki geleneksel değerleri korumanın yolu komşularını da sevinçlerine ortak edecek usuller bulmayı gerektirmektedir.
Görüldüğü gibi sosyal ve kültürel değişim sürecimizi tamamlamadan milli bir düğün kültürü geliştirmemiz bile mümkün olamayacak.