Tarihte bazı olaylar vardır ki aradan yüzyıllar da geçse, aynı olayın kendisine veya bir benzerine yeniden rastlamanız mümkündür.
Ama yüz yıl, yüz elli yıl önce gerçekleşmiş olayları tarihi süzgecinden geçirip bir an evvel çözümünü sonuca ulaştırırsanız; başarılı veya başarısızlığınız, sizi layık olduğunuz mevkiinize oturtturacaktır.
“Alfred Dreyfüs (1859-1935) bir Kurmay yüzbaşıdır ve onun mahkemesi, Fransa tarihinin 12 yılına derin izler bırakmıştır.
Dreyfus, 1893’de kurmay adayı olarak Silahlı kuvvetler bakanlığına katıldı. 26 Eylül 1894’de bakanlığın İstatistik Bürosunun eline geçen bir mektubun yazarı sanıldı. Bu mektup, askeri sırların Almanlara satıldığını belgeliyordu. Dreyfus,15 Ekim 1894’de tutuklandı. İsnat edilen suç, vatana ihanetti. Divan-ı harp, kesin deliller olmamasına rağmen, medeni haklardan mahrumiyetine ve ömür boyu sürgüne mahkûm etti. Şeytan adasına yollandı ve bir yıl orada kaldı. Kendisi ve ailesi sürekli suçsuzluğundan ve masumiyetinden bahsediyorlardı. Ama gerek kamuoyu, gerekse Yahudi aleyhtarı bazı gazeteler, mahkûmiyeti haklı buluyorlardı. Ama her şeye rağmen Dreyfus hakkında verilen karar, şüphe uyandırmaya başlamıştı. Önce Kurmay daire Başkanı, sonra İstatistik Daire başkanı durumdan şüphelendiler. Şüphelilere göre casus, Esterhazy idi. Casus, ortaya çıkarıldıktan sonra İstatistik daire başkanı görevden alındı. (Bizdeki 17 Aralık 2013 yolsuzluğunu ortaya çıkaran savcı ve emniyetçilerin görevlerinden alındıkları gibi) Bu arada Dreyfus’un ailesi ve dostları davanın yeni baştan görülmesini istediler. Bazı gazetelerde kararın kanunsuzluğundan söz ettiler.
Divan-ı harbe gönderilen esas şüpheli Esterhazy, yalan üzerine yalan uydurdu ve beraat etti, suçu onun işlediğini söyleyen İstatistik Daire başkanı ise tutuklandı.
Bu tutuklama davanın yeniden başlamasını sağlayacak bir hadiseye yol açtı. 1898 ocağında ünlü romancı Emile Zola, Cumhur başkanı Felix Faure‘a açık mektup yazdı. Bu mektup “İTHAM EDİYORUM” başlığı altında o gün için, 200 bin nüsha satan bir gazetede yayımlandı. Zola, Divan-ı harbi, savunma haklarını çiğnediği, Esterhazy‘yi Savunma bakanlığının emriyle beraat ettirdiği için suçluyordu. Kamuoyunun bir kısmı da Emile Zola‘ın yargılanmasını istiyorlardı. Bu davadan ötürü Fransa’nın dört bir yanında olaylar zuhur etmeye başladı. Hükümet iki ateş arasında kalmıştı. Dreyfus davasının yeniden başlaması için 3.000 imza toplandı. Ailesi temyiz talebinde bulundu. Bir tarafta Zola‘nın yargılanması için çaba harcıyordu ve Hükümet, Zola’nın yargılanmasına karar verdi. Bu yargılama sonunda Zola, bir yıl hapis, 1.000 Frank para cezasına çarptırıldı.
Bu arada beklenmedik bir gelişme ortaya çıktı. Albay Henry, sahte evrak düzenlediğini itiraf etti ve akabinde intihar etti. Esterhazy, paniğe kapıldı ve Londra’ya kaçtı. Meselenin boyutu, Dreyfus’u çoktan aşmıştı. Zola‘nın mahkemesinden sonra Fransa’da “İnsan ve Vatandaş hakları Derneği” kuruldu. “
Görüldüğü gibi haksız yere mahkûm olan bir subay için Fransa’da 12 yıl yer yerinden oynadı, onun mahkûmiyetinden dolayı kurulan insan hakları derneği hala faaliyetini sürdürüyor ve asıl önemlisi bence; Deryfus davasına damgasını vuran Emile Zola, haksızlıklar karşısındaki haykırışından dolayı ceza alıyor.
Peki ama Silivri, Hasdal ve Sincan ceza evlerinde bizim yüzlerce Dreyfus‘umuz varken, neden acaba bir Emile Zola’mız yok, hiç düşündünüz mü?
Olamaz çünkü bazı istisnalar dışında, adını sınırlarımızın dışında duyurmuş ne bir aydınımız, ne edebiyatçımız ne de doğru dürüst sanatçılarımız var. Bunlar olmayınca da ne yazık ki toplum sürü halinde (Sürü toplumu) olayları sadece seyrediyor.
Sözün Özü: Aydınları ve şairleri haykırmayan toplumlar hep suskun kalırlar…