Oğuz Çetinoğlu: Ziya Gökalp, batı medeniyetini merkeze alan bir düşünce sistemini oluşturmaya çalışıyordu. Bu sisteme, başlıca özelliği, din olgusunu devre dışı bırakmak olan ‘Batı tipi milliyetçilik’ denilebilir mi?
Dr. Lütfü Şehsuvaroğlu: Osmanlı’nın son dönemine ait fikirler üç ana damarda toplanır ve Yusuf Akçura’nın risalesine de adını verdiği gibi, ‘Üç Tarz-ı Siyaset’ olarak anılır. Bunlar: sırasıyla Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük’tür. ‘Batıcılık’ olarak ayrıca bir akımdan bahsedilebilirse
de; batıcılar, bir düşünce sistemi vazetmeyen, daha çok marjinal bir batı taraftarı olarak arz-ı endam ettiklerinden anılan bu üç akımın eteklerinde seyrediyorlardı. Bunların arasında Abdullah Cevdet’ten bahsedilebilirse de, o da diğer pozitivistler gibi şaşkın ve uçuktu. Batı hayranlığı o dereceye ulaşmıştı ki, damızlık erkek getirmeyi bile teklif edebilen görüşleriyle sâdece bir sembol oldu.
Ziya Gökalp kurgusunda, İslam dini, bir kültür ögesi olarak yerini korumuştur. Daha önceki medeniyetimiz de zaten sadece yüksek tabakayı etkileyen Doğu Roma-Bizans medeniyeti olduğuna göre; medeniyetimizi değiştirmek ve ‘Batı medeniyetindenim, İslam ümmetindenim, Türk milletindenim.’ Demeye mani yoktu. Üstelik de böylece, o güne kadar ayrı düşmüş, zaman zaman çatışmış üç temel fikir akımını da uzlaştırmış oluyordu.
Ziya Gökalp, Türkçülüğün bütün boyutlarını kısa hayatı içinde inşa ederken onları sâdece bir entelektüel çaba olarak değil, bir devlet stratejisi olarak, siyâsî proje olarak kurgulamaya çalışmıştır.
O; Devlet-i Âliye’nin içine düştüğü kuşatılmışlıktan, başına gelen işlerden, emperyalizm probleminden iç ve dış şartların tayin ettiği ölçüde nasıl kurtarılabileceğini, korunabileceğini aramıştır. Aslında üç tarz-ı siyasetin de devleti korumak, yaşatmak amacı diğer bütün fikrî mülahazalarının üzerinde olmuştur. Gökalp, Osmanlıcılıktan başlayan Türkçülüğünde de bütün fikirlerinde zımnen yer alan ve bir ara-ilk başlarda başvurduğu İslamcı Türkçülüğünde de, son siyâset tarzı Türkçülüğün bütün kademelerinde de bu temel amacı gözetmiştir. Diğer bütün Osmanlı aydınları gibi batı karşısında yeni bir düşünce açılımı zarureti onda yeni terkiplerin yolunu açmıştır.
O’nun hedefi; ‘Türklüğümüzden ve İslamiyet’ten bir şey kaybetmeksizin batı medeniyet dairesi içinde yer almak’ idi. Hedefini; ‘Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak’ olarak özetliyordu. Bu fikirleri, batılı düşünürlerden değil, Azerbaycanlı Hüseyinzâde Ali Turan’dan almıştı.
Emil Durkheim’in amacı; ‘İlmî hakikatleri ortaya koymaktı. Gökalp ise ‘yeni bir nas’ kuruyor, sonra da nazariyesini ispat için işine yarayacak delillerle destekliyor. Gökalp’in Durkheim’i aşarak kendi toplum gerçeklerini ortaya koyduğu da kabul edilmektedir. Peyâmi Safa, Gökalp’i; ‘Durkheim’i fersah fersah geride bırakan büyük bir mürşit ve müjdeci’ olarak tanımlar.
Bütün bu bilgilerden elde edilecek sonuca göre Ziya Gökalp’in; ‘Batı tipi milliyetçi’ olduğunu söylemek uygun bir değerlendirme değildir.
Çetinoğlu: Sürgünde iken Gökalp’in eşine ve özellikle kızlarına yazdığı mektuplarda ortaya koyduğu fikirlerle, oluşturduğu Türkçülük düşüncesinin içeriği arasında çelişki söz konusu mudur?
Şehsuvaroğlu: Ziya Gökalp mektuplarında; ‘ahlak ve dinin önemini vurguluyor. ‘Allah’ın takdirinden söz ediyor. ‘Allah daima doğruların, iyilerin yardımcısıdır.’ Diyor. ‘Dinsiz millet, milliyetsiz din olamayacağını‘ belirtiyor.
Diğer cümleleri de şöyle: ‘Hars, dinî, ahlakî, bediî duygularla lisandan ibârettir.’ ‘Dün Pazar günü idi. Bir kilisenin kapısı önünden geçiyordum. İğne atsan yere düşmez. Ahâli çok dindar. Bizde ise camiler boşalıyor. Vicdanlarda din azaldıkça, mabetlerde de mümin az görülür. Halbuki din, insanlar için en büyük vecd menbaı’dır. İnsanı mes’ud eden evvela din, sonra da medeniyettir.
Ne dinsiz medeniyet işe yarar, ne de medeniyetsiz din…
Bir memlekette dinle medeniyet beraber giderse, o memleket ahalisi bahtiyar yaşar. Bizde ise ne
dinî hayat var, ne de medenî ma’işet. Başımıza gelen felaketlerin sebebi budur.
Din, millî ahlak ve millî bedi’îyyatla birleşerek millî harsı vücûde getirir. Medeniyet ise, müspet ilimlerin ve sınaî fenlerin hey’et-i mecmûası olduğu için beynelmileldir. Yâni medeniyet, bütün milletler arasında orta malıdır.
Her millet medeniyeti, nerede çok yüksek görürse, oradan almalıdır. Şimdi biz medeniyeti artık eski İrânîlerden alamayız. Bu günki medeniyet Avrupa medeniyetidir. Fakat Avrupa medeniyetine girerken millî harsımızı muhafaza etmeliyiz. Yâni Türk ve Müslüman kalmak, dinimizi ve millî ahlakımızla millî bedi’îyyat ve lisanımızı muhafaza etmek şartıyla Avrupalı olmalıyız. İşte Türkçülük budur. Türkçülük geriye gitmek değil, ileriye gitmektir. Fakat şahsiyetimizi muhafaza ederek ileriye gitmektir.’
Bir başka mektubunda şu satırlar var: ‘Bize Avrupa medeniyeti, dine alakası az olanlar tarafından getirildiği için, bu medeniyetin daha ziyâde sefâhate taalluk eden cihetlerine kıymet veriliyor. Halbuki buraya Avrupa medeniyetini sokanlar İtalyan papazlarıdır. Bundan dolayıdır ki burada
medeniyetle ahlak çarpışmıyor. Darülfünun da papazların elinde bulunduğu için dinle ilim arasında çarpışma yok. Hâsılı burada idârî teşkilat ve dinî teşkilat muntazam olduğu için, ruhlarda kuvvetli bir inzibat ve inkıyat (teslim olma) hissi mevcut.’
‘Türkçülüğün Esasları’ isimli eserinde, din konusuna 1,5 sayfalık yer veriyor. Burada da yalnızca, Kur’an’ın usulüne göre okunması hâriç; din kitaplarının, hutbelerin, vaazların ve duâların Türkçe olması gerektiğine işâret ediyor. Dolayısıyla Gökalp’in, din konusunda kızlarına yazdıkları ile kurguladığı Türkçülük ideolojisine yerleştirdiği din kavramı arasında bir çelişkiden söz edilemez.
Çetinoğlu: Mustafa Kemal Paşa’nın Ziya Gökalp’ten etkilendiği biliniyor. Mustafa Kemal, Gökalp’in hangi Türkçülük anlayışını benimsemiştir?
Şehsuvaroğlu: Gökalp Türkçülüğü üçe ayırır: 1- Hayalî Türkçülük (Turancıların Türk Yurdu Mecmûası’nda yazdıkları) 2- İlmî Türkçülük (Sosyoloji ve Ural Altay kavimleri üzerindeki araştırmalara dayanan Gökalp Türkçülüğü) 3- Felsefî Türkçülük (Mehmet İzzet’in temsil ettiği Schelling idealizmine göre millî kıymetler âlemini harekete geçirme çabası) Gökalp, ilk başlardaki Türkçü-Turancı görüşlerini gözden geçirmiş ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu Türkçülüğüne dönmüştür.
Mustafa Kemal’in etkilendiği Türkçülük Anadolu Türkçülüğü olmalıdır. Buna rağmen, Afganistan ve doğu Türkistan Türkleriyle, Sovyetler Birliği’nin yönetimi altındaki Türklerle de kültürel bağlar kurulmasının gerekli olduğunu belirtmiştir.
Çetinoğlu: Gökalp Durkheim’in inancından veya inançsızlığından etkilenmiş midir?
Şehsuvaroğlu: Ziya Gökalp, bir Türk sosyolojisi geliştirmek isterken kurguladığı model; cemiyeti inanç temellerinin mihverine koyan anlayıştan yola çıkan, batı karşısında Türk toplumunun ayakta kalma stratejisinin yeni bir anlayışı idi. Gökalp, sâdece kendi kurguladığı bu ilmî metod ve çalışma
dışında, edebî olarak da İslam öncesi ve İslam sonrası Türk destanlarından hareketle, dildeki yenileşme ve sâdeleşme akımına paralel yeni Türk destanı yazma çabası ortaya koydu.
Durkheim’in teorisinde Gökalp’in kültür ve medeniyet ayırımı yoktur. Gökalp, daha ziyâde Amerikan sosyolojisine yaklaşır.
Çetinoğlu: Gökalp sosyolojisinde ilk bakışta birbirleriyle çelişkili gibi görünen bir çift kavram vardır: Bunlardan biri laiklik, diğeri ise İslamlaşma akımıdır. Laiklik, din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak, devleti din dışı bırakmak olduğu halde, İslamlaşma devlete yeniden bir dinî görev yüklemek olmuyor mu? Yahut mücerret anlamda laiklik yine mücerret anlamda dindarlaşma ile zıtlık oluşturmuyor mu?
Şehsuvaroğlu: Cumhuriyet döneminden önce, batıcılar ve İslamcı akım taraftarları arasında laiklik kavramıyla ilgili tartışmalara rastlamıyoruz. Hattâ Abdullah Cevdet’in çıkardığı İçtihad Dergisi’nde Türkiye’de batılılaşmanın geleceği hakkında bir rüya nakledilirken ‘Pek uyanık bir uyku’ adı altında iki makale yayımlanmıştır. Bu yazıda bir batılılaşma programı ileri sürülmüş ve Tanzimat’tan beri Türk aydınları tarafından savunulan yenileşme hareketleri ayrıntılı bir tarzda desteklenmiştir. Ancak, harf inkılabından medreselerin kaldırılmasına kadar hemen bütün konuları ihtiva eden bu programda laiklik ilkesine rastlamıyoruz. Laiklik hususunda, sosyoloji sisteminin bir gereği olarak, ilk defa Ziya Gökalp görüşlerini ilmî tarzda açıklamıştır. Bu sebeple laiklik, Türkçülerin programı çerçevesinde İttihat ve Terakki idaresine sunulmuştur. Nitekim 1917 yılında toplanan İttihat ve Terakki Kongresine Gökalp, tarihî, sosyolojik ve hukukî araştırmalara dayanan hattâ şeyhülislamlık müessesesinin ilgasını teklif eden bir tebliğ de sunulmuştur. İttihat ve Terakki hükümeti, 1916-1917 yılları arasında dinî mahkemelerin idaresini adliye nezâretine ve dinî okulların ise maarif nezaretine devrettikten sonra, Fırka liderleri Gökalp’in bu görüşlerini de benimsemiştir. Ancak, İttihat ve Terakki hükümeti bu reformların ekserisini 1918 anlaşması karşısında tatbik edememek durumunda kalmış, Cumhuriyetin ilanından sonra da laiklik Kemalist ideoloji tarafından uygulama alanına aktarılmıştır.
Gökalp’in dinî müesseselerin devlet işlerinden ayrılmasıyla alakalı görüşlerine ilk defa İslam Mecmuası’nda (1914-15) ve Yeni Mecmua’da (1917-1918) çıkan şiirlerinde rastlamaktayız. Bu şiirler daha sonra Yeni Hayat (1918) adlı kitabında toplanmıştır.
Ziya Gökalp, Laiklik taraftarı olmakla birlikte, dinin önemini de vurgulamaktadır. ‘Dine Doğru’ başlıklı makalesinde bu husustaki görüşlerini şu örnekle açıklıyor: “Bütün hayatlarında kuvvetli bir seciye gösteren insanlar, umumiyetle çocukluklarında dinî terbiye alanlardır. Çocukluklarında din terbiyesi almayanlar ölünceye kadar şahsiyetsiz kalmaya mahkûmdurlar. Rivâyete göre, Ahmet Vefik Paşa’ya medenî cesaretinin istinatgâhını sormuşlar: ‘Allah’a tevekkülümüzdür.’ Cevabını vermiştir.”
İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun da isabetle belirttiği gibi, Gökalp, bu fikirleriyle İslam terbiyesinden değil, İslam terbiyesinin gerekliliğinden söz açmaktadır. ‘Bu terbiye olmadıkça millî şahsiyet de olamıyor. Gökalp’e göre, din de telakki de değişebilir; terakki de eder, tedenni de. Telakki yükseldikçe, millet yükseliyor. Din telakkisi alçaldıkça, millet de küçülür. Dinin telakki tarzı değişebilir.’
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Gökalp’in bu yazısı üzerine şöyle diyor: ‘Anlaşılıyor ki, Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır. Çünkü, Türkler millî mefkûrelerini kuvvetlendirmek için dindaş ve vatandaşları olan hiçbir kavme karşı millî kin telkinine yeltenmediler. Türklerin hepsi İslam olduğu için, Türkçüler hiçbir zaman İslam ümmetçiliğine mugayir bir his beslemeyeceklerdir.’
Türkdoğan, Gökalp’deki üçlemenin zıt şeylerin uzlaşması değil, hepsinin bir bütünün parçaları olduğu görüşündedir. Akçura’nm ‘Üç Tarz-ı Siyaset’ adını vererek farklı siyasî akımlar şeklinde sunduğu fikirler gerçekten de Gökalp’te bütüncül bir yapıya kavuşturulmak istenmiştir. Türkdoğan’ın gerek İki Kültür, gerekse Gökaip ile Weber’i buluşturan din yaklaşımı yeni bir değerlendirmedir. Fakat Gökalp’in kültür ve medeniyet kavramları ile medeniyet değiştirme projeleri Türkiye’de daha uzun yıllar tartışılacaktır.
Türkdoğan’ın teğet geçtiği konu Özakpınar tarafından ele alınmış ve Gökalp’in kavram dünyası bugünün şartları altında yeniden masaya yatırılmıştır. Şüphesiz Gökalp, hakkında daha çok yazılacak, tartışılacak bir Türk düşünürüdür.
Gökalp’in eserleri çeşitli yayın organlarına, gazete ve dergilere gönderdiği/yayınladığı yazılardan oluşmaktadır. En önemli görüşleri de tıpkı Namık Kemal gibi mektuplarında gizlenmiştir. Her ne kadar Namık Kemal’in mektupları, edip arkadaşlarına gönderilen bir nevi makale hüviyetinde olup daha önem arzetse de, Gökalp’in da özellikle kızlarına gönderdiği mektupları onun diğer makalelerinden farklı olarak samimiyetle İslam’a ne kadar bağlı olduğunun delilleridir.
Çetinoğlu: Ziya Gökalp’in; ‘Türkçülüğün Esasları’ndan önce ‘Kürtçülüğün Esasları’nı yazdığı, hattâ ‘Kürtçülük’ için yazılanların, sonradan ‘Türkçlüğe’ uyarlandığı iddialarını yorumlar mısınız?
Şehsuvaroğlu: Bu konuda Ziya Gökalp Türkçülüğün Boyutları kitabında bir değerlendirme yapmıştım. Aslında bu, bir yanılmadan ibârettir.
Mustafa İslamoğlu’nun ortaya attığı bu spekülasyon daha önce de kullanılmıştı. Gökalp, ‘Kürt Aşiretleri Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma‘ başlığıyla bir çalışma yapmıştı. Her iki kitap da hemen hemen aynı boyutlardaydı. Türkçülüğün Esasları ile bu sosyolojik araştırmanın hiçbir alakası yok.
Hayatının hiçbir döneminde Kürtçülüğün Esasları’nı yazacak ve sonra bunu Türkçülüğün Esasları olarak değiştirecek bir zafiyet yaşamadı. Bu spekülasyonları yapanlar demek istiyor ki, Gökalp aslında Kürt ve Kürtçü idi. Böyle bir kitap yazdı. Sonra Türkçülük zafer kazanınca ismini değiştirdi.
Bir kere Gökalp Türk’tü bu sosyolojik olarak da öyleydi, kültürel olarak da öyleydi. Ayrıca ırk olarak da Türkmen’di. Siyasî olarak Türkçülüğün Oğuzculuktan Turancılığa kadar bütün safhalarını konjonktürel olarak değerlendirirken millet ve devlet potansiyeline göre hareket etti. Emperyal mirası harekete geçirecek imkân ve kabiliyet söz konusu ise ona göre Türkçülüğün boyutlarını genişletti; bu imkân ve kabiliyet bakımından daralma çağında isek siyasî hedefleri daha gerçekçi izah etti. Ayrıca siyasî olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde çok önemli mevkide bulunan bir kişinin böyle bir zafiyete duçar olması zaten imkânsızdır. İmkânsız ve gereksiz…
Çetinoğlu: İslamî hassasiyeti olan yazar ve düşünürlerin Ziya Gökalp aleyhtarlığının ardında sizce ne var?
Şehsuvaroğlu: İslamî hassasiyeti olduğunu ileri sürdüğünüz kalemlerin ya İslamî hassasiyetleri yok. Yahut da bilgileri… Gökalp olmadan bir Türkçülük tarihi yazılamazsa Gökalp olmadan son dönem İslamî düşünce tarihi de yazılamaz. Gökalp aslında Türkçülüğün bütün boyutlarında başta da Turancılığında İslamcıdır. Bütün Osmanlılar gibi… Pozitivizm ve/veya sosyalizm, sâde onda değil, Mehmet Âkif’te de yerini bulan bir arayıştır.
Koca Osmanlı Devleti çökmüş ve bütün insanımız İslam’ı yaşatmak için şehit olmuş. Kolay değil; 93 harbinden sonra, 1911-1912 Balkan Bozgunu’ndan sonra sâdece Balkanlar’dan 8 milyona yakın insan göçtü, bir o kadarı katledildi. Diğer cephelerde yaşananlar daha büyük felaket…
Bütün Osmanlı aydını bir dirilişe muhtaç olduğumuzun idrakinde… Bunu hangi yol ve yöntemle sağlayacağını tartışıyor. Batılılaşma veya batı ile mücâdelede yeni araçlar -özellikle düşmanın araçları- konusunda İslam’dan da ilham alarak yeni söylemler geliştiriliyor.
Fakat ne yazık ki, bugünkü Gökalp aleyhtarları devrinin İslamcı aydını kadar vicdanlı değil. Vicdanlı ve bilgili… Bilmeden hükmediyorlar.
Okumadan hükmediyorlar. Gökalp’i eleştirenlerden acaba kaçı Onun eserlerini, mesela kızlarına yazdıkları mektupları, ya da sosyoloji derslerini okudular ki?…
Bir de yanılma var. Sanıyorlar ki, Gökalp’i yok ederlerse Cumhuriyet’le ilgili beklentileri hâsıl olacak… Böyle bir şey mümkün değildir. Zira Gökalp’in fikirleri, Cumhuriyet sonrasında kâmil anlamda hayata geçirilmemiştir.
İslamî hassasiyeti olanlardan 100 yıl öncekilerin eleştirileri daha derinliği olan eleştirilerdi.
Gökalp eleştirisi en doğru olarak Gökalp çizgisindeki aydınların yaptığı eleştirilerdir. Bu organik aydın çizgisidir. Milliyetçiliğin organik aydını başta Mümtaz Turhan, ardından Erol Güngör, sonra Yılmaz Özakpınar ve ben Gökalp’i eleştirdik. Bu çizgiyi takip edenler eleştirinin nasıl yapıcı ve yenileyici bir fonksiyon icra ettiğini göreceklerdir. O yüzden Turhan ‘Garplılaşmanın Neresindeyiz?’ İsimli eserini ve Kültür Değişmeleri’ni yazdı. Medeniyet değiştirme kaçınılmaz olarak bu başlıkları gündeme getiriyordu.
Fakat Gökalp’ın medeniyet değişikliği üçlemesinin mütemmimi olmakla birlikte içerden bir fütuhata dayanıyordu. Bir de emperyal siyaset yerine Anadolu’yu kurtarma ülküsüne… Belki de çaresizliğine. Ne zaman ki, doğrulacağız bu kapanık siyasetler açılıma yönelecek… Erol hoca, ben ve Özakpınar ise kültür ve medeniyet kavramlarının karşılığını yenileme konusunda titizlik gösterdik. Kültür mü araç, âlet ve evrenseldi; medeniyet mi? Medeniyet mi değişirdi, kültür mü? Bu daha çok tartışma götürür.
Fakat Gökalp’ten başlayarak milliyetçi aydının iyi niyeti, hazmedilebilir bu eleştirileri yeni kavramla alakalı inşa bakımından Türk aydınının gelişmesinde faydalı kıldı. İslamî hassasiyet bakımından İslamcı aydın ne yazık ki Gökalp konusunda çuvalladı…
Dr. LÜTFİ ŞEHSUVAROĞLU: 1957 yılında Erzincan’da doğdu. İlköğrenimini Erzincan, İstanbul ve Turhal’da; ortaöğrenimini Turhal ve Ankara’da yaptı. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde okurken dergiler çıkardı, cemiyetçilikle uğraştı. Kampanya döneminde Ankara Şeker Fabrikasında vagon kantarında ve tesellüm memuriyetlerinde bulundu. Etimesğut Büyük Ülkü Derneği başkanlığı sırasında yürüttüğü ‘Etimesğut Belediye Olmalıdır’ kampanyası, dönemin ideolojik mücâdele atmosferinde farklı bir sosyal faaliyet olarak ilgi çekti. 1974 yılında yazdığı ‘Türk Milliyetçiliğinin Tarihi‘ adlı araştırması, İstanbul Ülkü Ocakları’nın Türkçüler Bayramı vesilesiyle açtığı yarışmada ikinci geldi. Yarışmanın birincisi o sırada İstanbul Üniversitesi doktor asistanlarından Erol Güngör’dü. Hasret, Genç Arkadaş, Nizam-ı Âlem ve Divan Edebiyat dergilerini çıkaran Şehsuvaroğlu, Millet ve Hergün gazetelerinde de yazdı. Hergün gazetesinin Ocak sayfasını yönetti. Selahattin Sarı’nın genel başkanlığını yaptığı Ülkü Ocakları’nın yönetim kurulunda görev aldı ve genel eğitim sekreterliği görevini deruhte etti. Muhsin Yazıcıoğlu’nun genel başkan olduğu dönemde de yönetim kurulunda görev alan Şehsuvaroğlu, Ülkü Ocakları genel başkanlığı görevini Yazıcıoğlu’ndan devraldı. 12 Eylül 1980 İhtilali ile Mamak cezâevinde 17 ay tutuklu kaldı. Beraat ettikten sonra Vedat Bilgin ve Naci Bostancı ile birlikte 12 Eylül sonrası Millet Gazetesi’ni Esat Güçhan’ın patronluğunda çıkardı. Bu gazetede ‘Hayatın İçinden‘ başlığı altındaki tam sayfayı yönetti. ‘Hayatın İçinden‘in isim babası Ahmet Bican Ercilasun idi. Erol Güngör başyazardı, Taha Akyol Mustafa İlker adıyla yazardı. Gazete üç ay yaşayabildi. Bu arada Ankara’da da Alper Aksoy Doğuş Edebiyat dergisini çıkarıyordu. Orada da yazan Şehsuvaroğlu, sonra askere gitti. Tuzla’daki eğitimden sonra yedek subay olarak Bingöl 49. Piyade Tugayında askerliğini tamamladı. 1983 yılında Genç Sanat Yayınevi’ni kurdu. Roger Garaudy’nin ‘İslam ve Sosyalizm‘, Nevzat Kösoğlu’nun ‘Kitap Şuuru‘ isimli eserlerini yayına hazırladı ve bastı. 12 Eylül’ün romanı ‘Kafes‘i de yine bu yayınevinden çıkardı. Genç Sanat Yayınevi’nde Nihat Genç’le birlikte bir mahfil oluşturdu. İstanbul’da Dağarcık Dergisi Dursun Güleryüz ve Erkan Mumcu’nun aralarında bulunduğu bir grup arkadaş tarafından çıkarılıyordu. Derginin Ankara temsilcisi olarak da Lütfü Şehsuvaroğlu ve Nihat Genç bulunuyordu. Yayınevi batınca Uşak Pancar Kooperatifi’nde Ziraat Yüksek Mühendisi olarak iş bulup Ankara’dan gitti. 1984’de Sincan Belediye Başkan yardımcısı olarak Ankara’ya döndü. 1986 yılında Fen Bilimleri Enstitüsü’nde doktoraya başladı. Tarım Ekonomisi dalında doktora yaptı. 1989 yılında Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı Ankara İl Müdürlüğü’nde Yayım ve Enformasyon uzmanı olarak görev aldı, daha sonra Avrupa Topluluğu ve Dış İlişkiler Dairesi’ne tâyin edildi. 1991 yılında Yayın Dairesi Başkanı olan Şehsuvaroğlu burada YAYÇEP projesine imza attı. Bu görevde on yıl kalan yazar, tarımla ilgili yayınlar yanında Türkiye Yazarlar Birliği’nde de her kademede görev alarak ve birçok dergi ve gazetede yazılar ve şiirler yayınlayarak kendini bürokrasiyle sınırlamadı. Radyo Birlik’in kuruluşunda çalıştı ve bu radyoda her gün program yaptı. 1996’da Türkiye Yazarlar Birliği genel başkanlığı görevini yürüttü. Türkçenin Milletlerarası Şiir Şölenlerini tertipleyenler arasında uzun yıllar görev aldı. 1995 yılında Büyük Birlik Partisi’nden Ankara Büyükşehir belediye başkanlığı için aday olarak siyasetle de bazı ilkeler adına uğraşmış oldu. Fatih Üniversitesi Yüksek Okulu’nda, Gazi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nde ve yine aynı üniversitenin iletişim Fakülteleri’nde dersler verdi. Selçuklu Vakfı’nın başkanlığını üstlendi. Türk Standartları Enstitüsü yayın kurulunda görev yaptı. 2004 yılında TRT Yönetim Kurulu’na seçildi ve dört yıl görev yaptı. 2008 yılında Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker tarafından müsteşar yardımcılığı görevine getirildi. Avrasya Yazarlar Birliği’nin kurucuları arasında yer aldı ve genel başkan yardımcısı oldu. Evli ve üç çocuklu olan Şehsuvaroğlu, son yıllarda bestelerini gün yüzüne çıkarmaya başladı. ‘Gam Gazeli‘, ‘Felek Gazeli‘ ve ‘İmdad Gazeli‘ yanında birçok sanat müziği ve türkü formatında beste yaptı. Gam Gazeli TRT repertuarından geçip Akşam Sefası’nda okundu. Resim sanatıyla da uğraşan yazar, GESAM’ın da danışma kurulu üyeliğine seçilmişti. Türkiye Yazarlar Birliği, Avrasya Yazarlar Birliği, GESAM, İLESAM, Türk Ziraat Yüksek Mühendisleri Birliği, Selçuklu Vakfı gibi birçok sivil toplum kuruluşunda aktif görev yaptı.
Yayınlanmış Eserleri: Esir Türkler (1977), Kafes (roman 1983), Eylül Seneleri (şiir 1985), Avrupa Topluluğu Karşısında Türkiye (sektör analizi-doktora 1991), Münzevi Pürtelaş (şiir 1986), Su Barışı – Türkiye Ortadoğu Su Politikaları (1997), Millî Sivil Stratejik Konsept (TYB Fikir Ödülü 1999), Toprak ve Su Kaynaklarını Muhafaza ve Geliştirme – Strateji, Yönetim, Eylem Planı (2000), Nurettin Topçu (biyografi 2003), Necip Fâzıl Kısakürek (biyografi 2004), Ziya Gökalp (biyografi 2004), Mehmet Âkif (biyografi 2005), Namık Kemal (biyografi 2005), 2024 (roman 2006), Kürt Sorununa Türk Tarih Felsefesi Açısından Bir Yaklaşım – Kürtler Nasıl Türk Olur (2008), Türk Düşüncesinin Evrimi – Milliyetçilik ve Namık Kemal (2008), Ziya Gökalp ve Türkçülüğün Boyutları (2008). |