Çok uzakta bir yer var kimsenin görmediği, duymadığı, çoğunun da görmezden, duymazdan geldiği. Yangın yeri bir diyar var, o diyar Doğu Türkistan. Yürekler, vatan tarumar; gözden yaş yerine sicim gibi kan dökülüyor. İnsanlık bezirgânları, diyar diyar dolaşırken bu topraklara iltifat etmez. Kendi yağında kavrulur Doğu Türkistan. İmdatların, çığlıkların karşılık görmeden geri dönüp tokat gibi yüzüne çarpmasına alışkındır. Ümit bu ya yine de içten içe bekler; görülmeyi, duyulmayı bir gardaş, bir soydaş yardımını.
Görmemek, duymamak var olanları yok etmiyor elbette. 1949 yılından beri Çin’in işgali altında bulunan bir Doğu Türkistan gerçeği var. Bu gerçek tarihin tozlu sayfalarında değil günümüzde ayan beyan, kanlı canlı yaşayan bir gerçek. Bir millet düşünün dilini konuşamayan, dinini yaşayamayan zalimin bin bir türlü işkencesine maruz kalan. Çin komünist yöntemi geçmişteki kuyruk acısının tesiriyle Türklere hem psikolojik hem de fiziksel şiddetin bin bir türlüsünü uygulamakta ve aleni bir şekilde soykırım yapmaktadır. Onların nezdinde zulme uğramak için Türk olmak başlı başına bir sebeptir. Camilerin yıktırıldığı, oruçların zorla açtırıldığı, Türkçe konuşanların cezalandırıldığı hatta Türkçe isimlerin, Kur’an-ı Kerim’in, seccadelerin bile yasaklandığı bir yerdir Doğu Türkistan. Hâlihazırda Çin kamplarında binlerce Türk, bilinmez bir akıbete yol alıyor. Şairlerin, yazarların kalemleri kırık; elleri, dilleri prangalı. Çin, Doğu Türkistan’a Çinli göçmenleri göndererek Türkleri asimile edip Çinlileştirmeye çalışıyor. Yüreklere, evlere salmış olduğu bütün bu ateş deryasıyla da yetinmeyen nemrut Çin, ‘kardeş aile projesi’ adı altında her Türkün evine bir Çinli erkek yerleştirerek aile mahremiyetini ayaklar altına alıyor. Kokuşmuş projesini “kardeş” kelimesinin saflığıyla kamufle ederek yapmış olduğu rezaleti, çirkinliği, günahı yenilir yutulur hâle getirmeye çalışıyor. Anneler, babalar evlatlarına; evlatlar ise ailelerine sahip çıkamıyor. Akrabalık, köken bağları birer birer koparılıyor. Gündelik hayat, iletişim, din, namus, vicdan özgürlüğü ve nice güya dokunulmaz denilen değerlerin tümü Çin yönetiminin güdümünde yaşama mücadelesi veriyor.
Bütün bu zulümler karşısında uluslararası merciler ise olağan hadiseler yaşanıyormuş gibi seyre durmuş durumda. Nerede Birleşmiş Milletler, Avrupa Parlamentosu, İslam İşbirliği Teşkilatı… Adalet terazileri yamulmuş bu merciler bir tarafa Türkler, Müslümanlar neden suskun? Teknolojinin yatak odalarımıza, sofralarımıza bile dâhil olduğu bu çağda insanlar niçin hiçbir şey yapmıyor? Yedi saniyelik bir olay medyada, internette ışık hızında yayılıp ses getirirken yetmiş yıllık bu dram neden yankı uyandırmıyor? Çığlıklar arşa yükselirken kulaklar sağır olmuş durumda. Duyulmuyor Doğu Türkistan’ın ağıtları, görülmüyor gözyaşları. İnsanlık, hassasiyet damarlarında adeta buz kesmiş. Binlerce sesle yer gök inlemeliyken derin bir matem sessizliği hâkim dört bir tarafa. Hümanistlik sözde, insanlık havada asılı. Birileri indirmeli o insanlığı kalplere!
Zeminin kırmızılığı, maviliği fark etmez. Hilalin gölgesine düşen soydaş kanıdır, Müslüman kanıdır. Tek yürek olup avaz avaz bağırmalıyız. Tıpkı ecdadın yaptığı gibi dikilmeliyiz kâfirin çektiği setin önüne. Bu hak ile batılın hilal ile karanlığın mücadelesidir. Susmamalıyız, alıştırmamalıyız bünyelere mazlumun çığlığına kulak tıkamayı. Daha fazla nasırlaşmadan vicdan duvarlarımız Doğu Türkistan için kıyama geçme zamanıdır.