Doğru Yol

108

     Günde 5 vakit
namazda, 40 kere Fatiha suresini okuyoruz. İçinde “İhdinassıratalmüstakîme.”
âyeti geçiyor. “Bizi doğru yola ilet.” anlamına geliyor.

     Hepimiz bunu
okuyor ve şüphesiz mânâsını da biliyoruz. Bu dua ve isteğimizin kırk defa
tekrarlanması bizleri çok düşündürmeli.

     Demek ki, doğru
yolda olmak çok hayatî bir husus. O nispette, çok önemli. Üstelik, doğru yolda
olmak, o kadar kolay değil ki, günde 40 defa okumamız isteniyor bizden.

     Evet doğru yolu
bilmek kolay. Nitekim herkes biliyor. Fakat doğru yolda olmak; işte bu o derece
kolay değil!

     Nitekim hırsız;
hırsızlığın kötü bir şey olduğunu bilmiyor değil. Ama yapıyor! Ahlâksız insan
da, ahlâksızlığın iyi bir şey olmadığını biliyor. Fakat yine, ahlâksız oluyor!

     Demek ki mâlûmat
ilim değilmiş be dostlar! Evet bilmek kolay. Bildiğin gibi olmak; işte bütün
mesele bu olsa gerek. İlim ve amel / bilmek ve bildiğini yapmak; beraber
bulunmuyorsa, bir şey ifade etmiyor. Nitekim, dürüst olmayanın, “Dürüstlük
iyidir.” demesi; onu dürüst kılmadığı gibi.

     Evet bilmek kolay,
olmak zor. Herkes çalışmanın gerekli olduğunu bilir ama, etrafımıza bakacak
olursak; istemeyerek çalışan nice öğrenci, memur ve işçiler görürüz!

     Neden böyle
derseniz: Çünkü, asıl anlamak olan idâkten; anlayış kavrayış ve akıl
erdirmekten mahrûm ve maalesef çok uzağız. Nitekim, bildiğimiz hâlde,
anlamadığımız ne çok şey var!

     Çünkü yaptığımız
şeyi içselleştirememiş, sindirememiş; yapmaktan zevk alacak duruma kendimizi
getirememişiz! Bundan dolayı yapmak, işlemek ve hayata geçirmek; ne yazık ki,
angarya geliyor bazılarına!

     Çünkü çalışma,
öğrenme ve bildiğini hayata geçirmenin verdiği vereceği, manevî haz ve lezzeti
tatmış ve bunun farkına varmış değiliz!

     “İşleyen demir
paslanmaz.” diye boşuna denmemiş. Sıhhatin, lezzetin ve hayattan tat almanın
kaynağı çalışmaktır. Hele öğrenmek ve yeni bir şey bilmekteki lezzet; her türlü
maddî lezzetlerin çok fevkinde, çok üstündedir. Zaten insana yakışan da budur.

     Kaldı ki, Hakk’ı
ve doğruyu bilmek, insana; her öğrendiğinde, her yeni bir şeyin farkına
vardığında; Hakk’ın katına yükselmeyi sağlar. Ona doyumsuz bir lezzet verir ne
kelime, onu mest eder be dostlar! Yunus Emre:

    

   “Cennet cennet
dedikleri,

     Birkaç köşk birkaç
huri;

     Sen isteyene ver
onları;

     Bana, Seni gerek
Seni!”

 

     Derken, aslında
Yunus Emre, sanki bir de, şu hakikati dile getirmek istemiştir:

   “Kur’an’ın bir
âyetinin mânâsını anladığın takdirde alacağın lezzet; cennetin gözler görmemiş,
kulaklar işitmemiş huri, bağ ve bostanlarından alacağın lezzetlerden, kat kat
üstün ve fazladır.”

     İşte tembellik,
çalışmayı hoş görmemek; aslında Hakk’ı bilmemenin de, asıl mânâ cennetinden
uzak kalmanın da, ta kendisi! Hele işi angarya saymak; Hakk’ı lâyıkı şekilde
tanımamanın; insana verdiği bir gaflet ve ağırlıktan başka bir şey değildir.

     Halbuki: “İnsanın
çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm : 39)

     Nitekim bir de bundan
ötürüdür ki:

   “Hakk’la meşgul
olmayanı bâtıl (nefsanî boş, yanlış iş ve oluşumlar) istilâ eder (onu sarıp
sarmalar ve doğru iş ve hareketlerden uzak tutar)” denmiştir.

      Öyleyse hepimiz:

    “Bizi dosdoğru yola
hidayet eyle.” (Fâtiha / 6) demeli.

      En büyük
hidayetin; hicab ve perdenin kaldırılmasıyla hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak
görmek ve göstermek olduğunu da bilmeliyiz.

 

 

 

 

Önceki İçerikİktidar Veya Muhalefet “Yeni Anayasa” Deyince Hemen Bunlar Aklıma Geliyor!
Sonraki İçerikÂkif Salnâmesi İkinci Cilt Mehmed Âkif ve Çevresine Dâir Araştırmalar
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.