Doç. Dr. Ömer Lütfi Taşcıoğlu’nun Tahlilleri ile Türkiye’ye Yönelik Dış ve İç Tehditler ve Alınacak Tedbirler

34

(Birinci Bölüm)

Oğuz Çetinoğlu: Ortadoğu, Ege, Doğu Akdeniz ve Kafkaslardaki gelişmeler uzun süredir Türkiye Cumhuriyeti’ni de tehdit etmeye başladı. Ortadoğu bölgesinden başlayarak umumî bir değerlendirmenizle röportaja başlayabilir miyiz? 

Doç. Dr. Ömer Lütfi Taşçıoğlu: Birinci Dünyâ Harbi devam ederken 1916’da İngiltere ve Fransa Sykes-Picot Anlaşması ile Osmanlı toprakları üzerinde çok sayıda küçük devletçik kurmayı ve bölgenin petrol, doğal gaz ve diğer maden zenginlikleri kolayca istismar edilebilecek şekilde bu küçük devletlerarasında paylaştırmayı kararlaştırmıştı. Savaş bittikten sonra Osmanlı Devleti’ne imzalattıkları Sevres Anlaşmasıyla söz konusu planı uygulamaya koyan devletlere karşı Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde verilen kurtuluş savaşı ölümü esarete tercih eden Türk milletinin yenilemeyeceğini dosta ve düşmana göstermiş ve bağımsızlık savaşı verecek milletler içinde ilham kaynağı olmuştur.

İkinci Dünyâ Harbinde ise Türkiye akılcı bir dış politika izleyerek savaş dışında kalmayı başarmıştır.

Savaştan sonra kurulan yeni dünyâ düzeninde savaştan galip çıkan ve nükleer teknolojiye sâhip olan 4 ülke (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya) ile Çin; Milletler Cemiyeti’nin yerini alan Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin veto hakkı olan üyeleri haline gelmiş ve dünyâ bu beş ülkenin kararlarıyla idâre edilmeye başlanmıştır. ABD yönetimi ise 1948’de başlayan Marshall yardımları ile destek verdiği ülkeleri teknolojiye sahip olmayan, ABD’ye bağımlı ülkeler haline getirmiştir. Aynı yıl ABD ve İngiltere’nin girişimleriyle Filistin halkının toprakları üzerinde kurulan İsrail Devleti Yahudi Millî Fonunun paralarıyla satın aldığı ve masum sivil halka uyguladığı katliam sebebiyle topraklarını terk etmek mebûriyetinde bıraktığı Filistinlilerin topraklarında giderek yayılmış ve Filistinlileri kendi topraklarında mülteci durumuna düşürmüştür.   

Günümüzde devam eden ve 45.000’den fazla Filistinlinin katledildiği 105.000’den fazla Filistinlinin yaralandığı İsrail saldırılarının temelleri geçmişte ABD ve İngiltere tarafından atılmıştır. Günümüzdeki İsrail vahşeti de bu iki devlet ve AB ülkeleri tarafından desteklenmektedir.

ABD, İngiltere ve AB ülkeleri aynı zamanda Suriye, Irak, İran ve Türkiye’yi de istikrarsızlaştırarak parçalamak ve bu ülkelerin toprakları üzerinde Kürdistan adını verdikleri ‘2. İsrail Devleti’ni kurmak için bütün güçleriyle çalışmakta ve kurdurdukları terör örgütlerini silahlandırıp eğiterek bu ülkeleri parçalamanın aracı olarak kullanmaktadır.  İsrail’i bu mücâdelede güçlü kılan arkasındaki devletlerin siyâsî ve askerî destekleri ve sâhip olduğu Nükleer, Biyolojik ve Kimyevî (NBC) silahlardır. İsrail’in sâhip olduğu NBC silahlarını ve bunları kullanma konusundaki pervasızlığını ABD’nin Küreselleştirme Politikaları, Ortadoğu’da Türkiye’ye Biçilen Rol’ adlı kitabımda detaylı olarak anlatmıştım. Bu kapsamda Türkiye’nin yapması gereken husus gelişen savunma sanayii hamlelerine bir an evvel nükleer teknolojiyi de eklemek olmalıdır.

Çetinoğlu: Ege ve Akdeniz sorunları ile Kıbrıs konusunda da Türkiye’nin ulusal ve uluslararası hak ve menfaatlerini etkileyen önemli gelişmeler var. Bu konudaki görüşlerinizi de alabilir miyim?

Doç. Dr. Taşçıoğlu: Birinci Dünyâ Harbinde İngiltere Yunanistan’ı taşeron devlet olarak kullanarak Türk topraklarına saldırttı. Yunan işgali 3,5 yıl devam etti. Bu süreçte Yunan ordusu 360.000 Türk’ün evini yaktı ve bir milyon kadar Türk’ü katletti.  Ancak Mustafa Kemal’in önderliğinde Türk ordusu Yunanlıları bozguna uğrattı ve İzmir’den denize döktü.

Geçmişten ders almayan Yunanistan günümüzde de ABD’yi ve AB’yi arkasına alarak Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye ait adaları 2003 yılından îtibâren zamana yayarak işgale başlamış ve bugüne kadar Türkiye’ ye ait 20 ada ile 2 kayalığı işgal etmiştir. Bu adalardan ‘Büyük Ada’nın beş katı, 7 katı büyüklüğünde olanlar var. (https://youtu.be/D1bIfrp76og).

Diğer yandan Yunanistan Balkan harplerinden sonra işgal ettiği Türk adaları ile 1947 Paris Barış Konferansında kendisine hediye edilen Osmanlı’nın mirası Türk adalarını Lozan ve Paris Barış Antlaşması’na aykırı olarak silahlandırmaya ve buralarda askerî tatbikat yapmaya devam etmektedir. Ayrıca ABD’ye verdiği üslerde Türkiye’ye karşı yapılacak bir harekât için hazırlık faaliyetlerini devam ettirmektedir.

Kıbrıs’ta ise Türkleri Rumlara azınlık olarak bağlamak için BM’yi de devreye sokarak Federasyon görüşmelerinin devamı için Türkiye’yi ve KKTC’yi zorlamaktadır.

 Oysa Kıbrıs’ta Rumlarla görüşecek hiçbir konu kalmamıştır. 1974 Başarılı Barış Harekâtı’ndan sonra Kıbrıs Türk halkı hürriyetine kavuşmuş ve sulh ve sükûn içinde yaşamaya başlamıştır (https://www.youtube.com/watch?v=N7SEFYw2vZQ).

 Yunanistan bir yandan da Fener papazını Ortodoksların ekümenik Patriği olarak kabul ettirme ve Türkiye’de Pontus Devleti kurdurma çalışmalarına aralıksız olarak devam ettirmektedir. Yunanistan’ın Türkiye’ye ait adaları işgal etmesine ve kendisine bırakılan diğer adaları da silahlandırmasına göz yumulurken Türkiye’nin Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için çalışma başlattığına ilişkin haberler basında geniş şekilde yer aldı. Ruhban Okulu’nun ancak YÖK veya MEB’e bağlı olarak açılabileceğini, Yunanistan’ın ve Bartholomeos’un istediği gibi Türk makamlarının denetimi dışında okul açılamayacağını, böyle bir uygulamanın hem Lozan Antlaşması’na hem de Türk Anayasası’na ve kanunlarına aykırı olacağını daha önce ben ve birçok akademisyen açıklamıştık. Bu okul Türk hukukuna aykırı olarak Türk eğitim sistemine tâbi olmaksızın açılırsa bunun hesabını kimse veremez.

Bu haberlerin ardından Fatih Kaymakamı’na bağlı bir memur olan Fener Rum Patriği Bartholomeos’un 15-16 Haziran’da İsviçre’de yapılan Ukrayna Barış Konferansı’na katılarak anlaşma metnine ‘Ekümenik Patrik’ sıfatıyla bir devlet adamı gibi imza atması gündeme düştü.

Yunanistan’daki Türk Müftü Yunan makamlarından izin almadan yurt dışındaki bir toplantıya katılıp sonuç bildirgesine Müslümanların Halifesi unvanıyla imza atsa o Müftüye Yunanlılar ne yapar bir düşünün. Sonra da Fener papazının yaptıklarına karşı Türk makamlarının sessizliğini bir arada yorumlayın lütfen.

Fener Rum papazı Atina’da yapılan ve Türk vatanının parçası olan Gökçeada ve Bozcaada’nın Yunanistan’a ilhakı konferansına da katılarak konferansın açış konuşmasını yaptı. Şimdi tersinden düşünelim; İskeçe Müftüsünün hâlen Yunan toprakları olan Selânik ile İskeçe’nin Türkiye’ye ilhakının tartışıldığı Türkiye’de yapılan bir konferansa katılıp konferansın açış konuşmasını yaptığını tahayyül edebilir misiniz?

Böyle bir şey yaparsa İskeçe Müftüsünün akıbeti ne olur?

Patrikhâne konusunu ele alırken Atatürk’ün aşağıdaki sözlerini hatırlamakta yarar var:

Bir fesat ve hıyanet ocağı olan, memlekette nifak (münafıklık) ve şikak (bölücülük) tohumu saçan, Hristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluk ve felaket sebebi olan Rum Patrikhânesini artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler gösterilebilir? Türkiye’nin Rum Patrikhânesi için arazisi üzerinde bir sığınak göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesat ocağının hakîki yeri Yunanistan değil midir? [1]

Çetinoğlu: Kafkaslardaki gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?

Doç. Dr. Taşçıoğlu: Kafkaslarda Rusya-Ukrayna savaşı bilinçli olarak kışkırtılmak suretiyle ateşle oynanıyor. Âdeta Üçüncü Dünyâ Savaşı çıkarılmaya çalışılıyor. ABD’nin ve onun izinden giden Fransa’nın Ukrayna’nın Rusya’ya karşı uzun menzilli balistik füze kullanmasına onay vermesi ve Ukrayna’ya cevaben Rusya’nın da kıtalararası balistik füze kullanması mevcut gerilimi tırmandırmaktadır. Söz konusu savaşın bir an önce sonlandırılması ve tarafların barış masasına oturtulması için çaba harcanması bütün dünyâyı yeni bir felaketin eşiğinden döndürecektir. Türkiye’nin bu kapsamda hem NATO üyesi hem de komşusu Rusya ile iyi ilişkilere sâhip bir ülke olarak atacağı adımları dikkatle belirlemesi ve tehlikeyi kendi vatan topraklarına sıçratabilecek adımlar atmaktan kaçınması önem taşımaktadır.

Çetinoğlu: Dış gelişmeleri özetlediniz. Türkiye’deki gelişmeleri de ele alacak olursak son dönemdeki gelişmeleri ve özellikle 31 Mart seçimlerinden sonra Ana Muhalefet Partisinin DEM Parti ile İktidar Partisinin ise Hüdapar ile iş birliğini, terörist başının TBMM’nde konuşma yapması önerisini, DEM Parti eş başkanının son açıklamalarını ve kayyum atamalarını nasıl yorumlamak lazım?

 Doç. Dr. Taşçıoğlu: Bildiğiniz gibi DEM Parti; hakkında kapatma dâvâsı açılan HDP’nin devamıdır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, HDP’nin kapatılması talebiyle  Anayasa Mahkemesi’ne (AYM)  gönderilen iddianamede HDP için şu ifâdeler kullanılmaktadır: ‘HDP silahlı terör örgütü PKK/KCK’nın emir ve tâlimatları doğrultusunda faaliyet yürüten, yaptıkları veya yapmadıkları bakımından halka değil terör örgütü PKK/KCK’ya hesap veren, terör örgütünün siyâsî görünümlü bir uzantısı, organıdır. Başka bir deyimle HDP; PKK’nın partisidir.’ [2]

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın iddianâmesinde, belediye başkan adaylarının PKK/KCK terör örgütü tarafından belirlendiği, seçildikten sonra iş ve işlemlerinin terör örgütü mensuplarınca yönetildiği ve denetlendiği, örgütün tâlimatları ile belediye çalışanlarından örgüte destek için ‘zekât’ adı altında para toplandığı, belediye araç ve gereçlerinin PKK’nın hizmetine sunulduğu, belediye çalışanlarına çalışmadıkları halde fazla mesai ücreti yazılıp, paraların çalışanın haberi olmadan terör örgütüne aktarıldığı delilleriyle ortaya konulmuştur

(https://www.youtube.com/watch?v=f7m61rtRHoY&t=478s).

 İddianâmede HDP milletvekilleri olan Ferhat Encu, Faysal Sarıyıldız, Leyla Birlik ve Aycan İrmez’in milletvekili adayı olmadan önce 15-20 gün kadar PKK’nın Cudi kampına gittikleri, burada 20 gün boyunca silâh ve ideoloji eğitimi aldıkları ve eğitimi başarı ile tamamladıkları, eğitimi yapamazlarsa milletvekili olamayacaklarının bizzat kendilerine söylendiği de yer almaktadır.[3]

HDP’nin kapatılması için açılan dâvâyı AYM yıllardır gündemine almamakta, HDP dâvâsı sürüncemede bırakılarak âdeta teröre prim verilmektedir. HDP, Yeşil Sol Parti’yi kurmuş ve daha sonra Yeşil Sol Parti adını DEM Parti olarak değiştirerek seçimlere katılmıştır. Oysa HDP için kapatma kararı verilmiş olsaydı HDP’nin genel başkanları ve milletvekillerinin de aralarında bulunduğu 687 partili için 5 yıl süreyle siyâset yasağı konulması, HDP’ye yapılan Hazine yardımının kesilmesi, banka hesaplarına bloke konulması ve verilen yardımların geri alınması mümkün olabilecek ve siyâset yasağı konulanların seçimlere katılması önlenebilecekti.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine HDP’nin Hazine yardımı bulunan hesaplarına 5 Ocak’ta tedbiren bloke konulması kararı da HDP’nin talebi üzerine AYM Genel Kurulu tarafından kaldırılmış ve bu kararla Türk milletinin vergilerinin terör destekçisi partiye aktarılmasına devam edilmiştir.[4] Yâni iddianâmede PKK’nın partisi olarak gösterilen HDP ve onun türevi olan parti, Hazine yardımı almaya devam etmiştir. Mâliye Bakanlığı da bu konuda inisiyatif kullanmamış ve engelleme görevini yapmamıştır.

Türkiye dışında dünyânın hiçbir ülkesinde terör örgütleriyle irtibatı bulunan, söz konusu irtibat bizzat kendi yöneticileri tarafından açıkça itiraf edilen ve yukarıda belirtilen eylemleri delilleriyle ortaya konulan bir partinin varlığını devam ettirmesi mümkün değildir. Batıda partiler sâdece terörü kınamadıkları için kolayca kapatılırken bizde teröristleri evinde saklayanlar, silahlı teröristleri ve silahlarını devletin makam aracıyla taşıyanlar ve terör örgütünün propagandasını yapanlar devletten milletvekili aylığı almaya, partileri ise hazine yardımı almaya devam etmektedir.

AYM’nin kapatma dâvâsına bakmaya bir türlü zaman ayıramadığı terör örgütüyle iltisakı tespit edilmiş bir partiye iki yıl için ödenen bir milyar yüz kırk milyon TL paranın üzerinde tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır ve bu para Türk askerine ve polisine kurşun olarak dönmektedir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın iddianâmesinde yer alan bilgiler ve HDP yöneticilerine isnat edilen suçlara rağmen söz konusu partinin AYM tarafından kapatılmamasının ihmalle açıklanabilecek bir durum olmadığı ve bilinçli bir tercih olduğu anlaşılmaktadır. HDP’nin kapatılması dâvâsını iş yükü bahânesiyle ele almayarak sırtını terör örgütü PKK, PYD ve YPG’ye dayadığını alenen ifâde eden bir partiye hazineden para yardımı yapılmasına yol açan Anayasa Mahkemesinin eski ve yeni başkan ve üyelerinin yargılanmaları gerekir.

Sonuçta Türkiye’de hukuku koruması gereken en üst makamlardan biri olan AYM eliyle bölücü parti âdeta meşrulaştırılmış ve Türk seçimlerinde kilit parti hâline gelmiştir. Bölücü parti ile iş birliğini oy devşirme aracı olarak kullanma yolunu seçen büyük partiler ise seçimlerde bölücü partilerle ile iş birliği yapmıştır.

HDP ve DEM Partinin terör örgütüne destek faaliyetleri devam ederken MHP Genel Başkanı’nın “terörist başının TBMM’nde konuşmasını teklif eden” çıkışı milliyetçi camiayı ve Türk milletini derinden sarsmıştır. Sonradan yaptığı açıklamalarla ilk konuşmasını tevil etmeye çalışması durumu düzeltmeye yetmemektedir. Cumhurbaşkanının da MHP Genel Başkanının politikalarını öven konuşmaları MHP Genel Başkanının konuşmasının planlı bir biçimde yapıldığı izlenimi vermektedir ve bu durum Türk siyâsetinin geldiği noktayı göstermesi açısından üzücüdür.

(BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU. İKİNCİ VE SON BÖLÜM YARIN YAYINLANACAKTIR.)


[1] Mustafa Kemal Paşa’nın 25 Aralık 1922 tarihli Le Journal muhabiri Paul Ario’ya demeci.

[2] Yargıtay iddianamesi: HDP, PKK’nın partisidir, TRT Haber, 19 Mart 2021.

[3] Yargıtay İddianamesi, HDP, PKK’nın partisidir, TRT Haber, 19 Mart 2021.

[4] AYM HDP’yi sevindirdi, Aydınlık, 19 Haziran 2023.

Önceki İçerikYarınlar hep güzel olacak denir. Oysa bugünler, dünün yarınları değil midir?/Victor Hügo
Sonraki İçerikŞeyh Nazım Kıbrısi
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.