1-Bir Osmanlı Entelektüeli MOLLA FENÂRÎ
2-Gönül Gözüyle Kur’ân İBN ATÂ TEFSİRİ
-1-
Molla Fenârî (1350-1431) yılları arasında yaşamış bir âlim, aynı zamanda bir mutasavvıftır. Eserin müellifi Doç. Dr. Betül Gürer Hanımefendi, kitabının arka kapağında Molla Fenârî hakkında şu bilgileri veriyor:
Molla Fenârî, yaşadığı dönemde henüz kuruluş evresinde olan Osmanlı’yı mârifet, güzel ahlâk ve bilgelikle mayalayan sûfîlerdendir.
O, sultanların danışma meclislerinde bulunmuş, üst düzey devlet görevleri yapmış, aynı zamanda tevâzuyla dolu bir hayat yaşamıştır. Fetret Devri’nin zor zamanlarında ve şeyhülislamlık, müderrislik gibi yoğun mesaisi sırasında eser vermeye devam eden bir âlim ve ilim kandilidir.
Etkisi bütün Osmanlı târihi boyunca devam etmiştir. Fikirleri ve kitaplarıyla günümüzde de o kandil hâlâ ışık vermeye devam etmektedir.
Bu topraklar, Osmanlı tasavvuf düşüncesinin gelişimi, devlet geleneği oluşumu ve ilmî sistemin inşa edilmesi açısından ona çok şey borçludur.
Bu kitap, nice siyasi çalkantılar, isyanlar ve savaşlar görmüş bir gönül insanının târihte bıraktığı izleri günümüz insanına sunmayı hedeflemektedir.
12,4 X 21 santim ölçülerinde 108 sayfalık, hacmi küçük muhtevâsı zengin ve dolgun eser; yayınevinin danışmanı Prof. Dr. Hâşim Şâhin’in ‘Târihi insan yazar fakat ona hükmedemez’ başlıklı yazısı ile başlıyor.
Doç. Dr. Betül Gürer ‘Ön Söz’ başlıklı yazısında; Osmanlı Devleti’nin 13. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında, İslâm potasında bir kültür, medeniyet, ilmî gelenek, düşünce hayatı ve bir sistem oluşturduğunu, ‘Giriş’ bölümünde ise Anadolu’nun her köşesinden ilim, irfan ve sanat fışkıran bir ocak olduğunu belirtiyor. Cihan Pâdişahı Kanûnî Sultan Süleyman Han’a:
Pâdişah-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş
Bir veliye bende olmak cümleden âlâ imiş
dedirten sırrı açıklıyor: “İlim adamları ve mutasavvıflar bir hâdiseyle karşılaştıklarında ‘Acaba Hz. Peygamber olsaydı nasıl davranırdı?’ sorusunu kendilerine sormuşlar ve en doğru cevabı bulabilmek için gayret göstermişlerdir.” (s: 12-15)
19-52. sayfalarda Molla Fenârî’nin hayatı yer alıyor.
Daha sonraki asırlarda yaşayan pek çok âlimin hayatı hakkında bilgi noksanlıklarının varlığı bilinmesine rağmen 32 sayfayı dolduran Molla Fenârî’ye âit hayat hikâyesinin derlenmesi uzun zaman ve yorucu gayretler gerektirmiş olmalı.
‘Dinî ilimlerin hemen hemen bütün sâhalarında eserler kaleme alan Molla Fenârî’nin 100’e yakın eserinin bulunduğu söylenmektedir’ diyen Doç. Dr. Betül Gürer, büyük âlimin, günümüze intikal eden 6 adet eserini incelemiş ve muhtevâları hakkında okuyucuyu bilgilendirmiştir. Bunlar; ‘Misbâhu’l-Üns’: tasavvvufla, ‘Aynü’l-A’yân/Tefsiru’l-Fâtiha’: adından anlaşılacağı gibi tefsirle, ‘Fusülü’l-Bedâi fî Usûli’ş-Şerâit’: Fıkıh usulüyle, ‘Şehr-i İsagûci-el Fevâidü’l-Fenâriyye’: Mantık ilmiyle, ‘Esâsü’s-Sarf iî İlme’t-Tasrif’: Arapça dil bilgisiyle alâkalıdır. ‘Şerhu Dibâceti’l-Mesnevî’ ise Mevlânâ’nın Mesnevîsinin birinci cildinin ön sözünü açıklamaktadır.
Doç. Dr. Gürer, Molla Fenârî’nin nev’i şahsına münhasır özelliklerini 57, 58. sayfada açıklıyor:
Eserlerinde başka ilim adamlarının düşüncelerini olduğu gibi aktarmamış, bâzen onları eleştirmiş bâzen de onların doğru olduğunu belirtmiştir. Meselâ kendisi Hanefî mezhebinden olmasına rağmen, zaman zaman diğer mezheplerin görüşlerini de tercih etmiş, bunu da açık bir şekilde ifâde etmiştir. O, hiçbir zaman duyduklarını üzerinde düşünmeden aktaran (nakilci) ve bâzı fikirlere saplanıp kalan bağnaz biri olmamıştır. Değişik düşüncelere açık olduğu için fikir yelpâzesi geniştir, yenilikçi bir metodu vardır. Zâten kitapları incelendiğinde bu özellikleri açıkça görülmektedir.
Din bilginleri yeni fikirler üretirken kaynak olarak Kur’ân’ı, Hz. Peygamber’in hadislerini/sözlerini ve uygulamalarını esas almışlardır. Sadreddin Konevî, Dâvûd Kayserî ve Molla Fenârî gibi düşünürler hem bunları hem de aklı birlikte kullanmıştır. Yâni onlar Kur’ân’dan ve hadislerden anladıklarını aklî açıklamalarla da zenginleştirmişlerdir. Böylece dinî bilimlerin, değişen çağın getirdiği yenilikleri kendi sistemine uygun şekilde katarak ilerlemesine aracılık etmişlerdir. Osmanlı bilim geleneğinde oldukça az kişide görülen bir ilmî kariyerle çok sayıda eser vermiş olan Molla Fenârı, böyle bir seviyeye elbette düzenli ve ısrarlı çalışma, öğrendiğini unutmama gibi özelliklerle ulaşmıştır. Bu nitelikleriyle devrinin önemli düşünürlerinden biridir.
Molla Fenârî ‘Misbâhu’l-Üns’ adlı eserinin giriş kısmında, özellikle vahdet-i vücud meseleleriyle alakalı konularda tüm filozofların görüşlerini incelediğini, sadece aklı mutlak bilgi kaynağı kabul edenlerin hakîki bilgiye ulaşamayıp kendileriyle çeliştiğini tespit ettiğini dile getirmiştir. Bu tespi-tinin ardından hayatlarına güzel ahlâklı olmayı, doğru sözlülüğü ve Allah’a gerçek anlamda kulluk etmeyi yegâne maksat kabul eden mutasavvıfların hem aklı hem ilâhî kitapları hem de gönüllerine gelen ilhamları bütünleştirerek ilmî meselelerde fikir ürettiklerini, onların bu yöntemlerinin doğru bilgiye ulaştırdığını belirtmektedir. Bunu fark ettiğinde ise kendisine ‘İşte bu senin nasibin, sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene sarıl.’ dediğini ve kitabını yazmaya başladığını söylemiştir.
Eserin üçüncü bölümünde Molla Fenârî’nin kişiliği anlatılıyor. (s: 60-66)
*Tartışma ve çatışmadan hoşlanmaz. *Hangi şartlarda olursa olsun ilimden vazgeçmez. *Mütevazıdır. *Gösterişli, alımlı kıyâfetler yerine sâde ve temiz giyinmeyi tercih eder. *Tasavvufî şahsiyeti en mümeyyiz vasfıdır. *İlmî kişiliğiyle Osmanlı’nın ve Osmanlılığın yapısını şekillendirmiştir.
***
Bir türkümüz vardır: ‘Güzelleri olmasa bu dünyâ neye yarar’ diyerek seslenir. Türk-İslâm Bayan mütefekkirlerinin önde geleni olan Sâmiha Ayverdi Hanımefedi (1905-1993) türküde bahsi geçen ‘güzellerin’, ‘Beşeriyetin kirlerinden etkilenmeyip tertemiz kalan, söylediklerini yapmış, yapamadıklarını söylememiş, ölümde hayat kaynağı bulan gönül dostları.’ Olduğunu söylüyor. Molla Fenârî, aklı ile ilim insanı, gönlü ile İslâmiyet’in zenginliklerden oluşturduğu güzelliklerden hevenkler yapıp güzel insanlara sunan, sırlı Allah sevgililerinden biridir. Aynı zamanda rekoru kırılmamış 622 yıllık cihan Devlei’nin mânevî kurucusudur.
O’nu tanıtanlara ve sevdirenlere selâm olsun! Cenâb-ı Allah’ın lütfu, ihsanı bereketi üzerine olsun.
ERDEM YAYINLARI:
Başak Mahallesi Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî Caddesi Nu: 36 Bodrum Kat. Başakşehir 34480 İstanbul.
Telefon: 0.212- 488 34 01 e-posta: bilgi@erdemyayinlari.com.tr www.erdemyayinlari.com.tr
-2-
İlk dönem mutasavvıflarından olan İbn Atâ’nın tam adı: Ebu’l Abbas Ahmed b. Sehl b. Atâ’el-Edemî’dir. Bağdat’ta doğmuş ve orada yaşamıştır. Doğumu hakkındaki bilgiler farklıdır. 0922 yılında vefat etmiştir. Tasavvuf târihinin önemli isimlerinden biridir. İslâmî ilimlerin diğer dalları ile alâkalı eserler de vermiştir. Abbasi İmparatorluğunun en fırtınalı döneminde yaşamış, 10 oğlundan 9’u eşkıyalar tarafından katledilmiştir. Kendi ölümü de trajiktir. Tasavvuf târihinin en meşhur sîmalarından biri olan Hallac-ı Mansur, yakın dostu idi. Onun fikirlerini kabul etmese de onu canı pahasına müdafaa etmiştir. Bu sebeple dövülerek öldürülmüştür. Sünni mezheplerin Hambeliye koluna mensuptu. ‘Hanbeli muhaddis, müfessir ve mutasavvıf’ olarak bilinir.
İbn Atâ ‘İş’ârî müfessir’dir. İşâri tefsir, mutasavvıfın kalbine doğduğu kabul edilen işâretlere dayanarak âyetleri yorumlamasıdır. Kitaptan alınan iki örnek:
FÂTİHA SÛRESİ’nin işâri tefsiri:
“Bâ” harfi, Allah’ın peygamberlerin ruhlarına risâlet ve nübüvveti ilham etmekle bahşettiği iyiliğidir. “Sîn” harfi, mârifet ehline kurbiyet ve ünsiyeti ihsan etmekle verdiği sırrıdır. “Mîm” harfi ise mürîdlere şefkat ve rahmet gözüyle bakmasıyla ikram ettiği ihsanıdır.
Allah. Allah lafzı, Hakk’ın heybeti ve kibriyâsını izhâr etmesidir.
er-Rahmân. Rahman isminde Hakk’ın yardımı, nusreti;
er-Rahîm. Rahîm isminde ise meveddeti ve muhabbeti vardır.
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a âittir.
(Fâtiha, 1/2) Şükür, ona hamd edebilelim diye bize kendisini öğretme lütfunda bulunduğu için yalnızca Allah’adır.
“Hamd Allah’a aittir” sözü müminlerin Allah’ın vahdaniyetini tasdik etmeleri anlamına gelir. Bu tasdikin birincisi ulûhiyeti ikrâr etmek, İkincisi rubûbiyeti ikrâr etmek, üçüncüsü ise Hakk’a tâzim göstererek onun birliğini ikrâr etmektir.
Âlemlerin rabbi: Âriflerin nefislerini yakîn ve tevfîk nûruyla süsleyen; müminlerin kalbini sabır ve ihlâs ile; mürîdlerin kalplerini sıdk ve vefâ ile; âriflerin kalbini ise tefekkür ve ibret ile süsleyen demektir.
Din gününün sâhibi. (Fâtiha, 1/3) Her sınıfın kendi amacı ve himmeti ile hesabının karşılığını alma günüdür. Bu günde ârifler, Hakk’a yakınlık ve onun kerîm vechine nazar etmekle mükâfatlandırılır. Amel sahipleri de cennetle mükâfatlandırılır.
Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. (Fâtiha, 1/7) İman ve marifetle nimetlendirdiğin kimselerin -ki onlar âriflerdir- makamına ilet. Allah evliyâyı sıdk, rızâ ve yakın ile; ebrârı hilim ve merhamet ile; mürîdleri tâatin tatlılığı ile; müminleri ise istikâmet ile nimetlendirmiştir.
Gazaba uğrayanların ve sapkınların yoluna değil. (Fâtiha, 1/7) Senin hidâyetinin ve mârifetinin yolundan ve velâyetinin yollarından sapmış olan sapkınların yoluna değil.
“Âmîn.”İşte böylece yap. Beni göz açıp kapayana kadar dahi nefsime bırakma.
İNŞİRAH SÛRESİ’nin işâri tefsiri:
Biz senin için sadrını açıp genişletmedik mi?! (inşirah, 94/1) Senin sırrını sana gelen vâridi kabul etmen, için genişletmedik mi?
Yükünü üzerinden kaldırmadık mı?! (İnşi-rah, 94/2) Yâni nübüvvet ve risâletin yüklerini kaldırmadık mı? Çünkü sen taşıyan değil, taşınandın. Seni muhaliflerden çekip alarak iyilik etmedik mi? “Yükünü üzerinden kaldırmadık mı? Öyle ki sen neredeyse nübüvvet yükünün altında telef olacaktın. Sana yardım ettik ve tebliğ sırasında seni kuvvetlendirdik. “Biz senin için sadrını açıp genişletmedik mi?!” Sırrını her şeyden boşaltmadık mı? Sen kevni ve Hak dışındaki şeyleri müşâhcde etmeyi bıraktın. İşte senin sadrın nazar için Mûsâ’nın sadrı da kelâm/konuşma için açıldı. “Yükünü üzerinden kaldırmadık mı?!” Yâni, mahlûkatı mülâhaza etmeyi senin sırrından gidermedik mi?
Senin için zikrini/şânını yüceltmedik mi?
(İnşirah, 94/4) Bana olan imanının tam olmasını, senin benimle beraber zikredilmene bağlı kıldım. Seni zikretmeyi beni zikretmekle bir tuttum ve böylece seni zikreden, beni zikretmiş oldu.
O halde, boş kaldığın zaman hemen bir işe koyul. (İnşirah, 94/7) Risâleti tebliğden boş kaldığın vakit, hemen şefaat talebine yönel.
Ve hep Rabbine düşkün ol… (inşirah, 94/8) Senin göz aydınlığın olan şeyi ümmetine verdiği için, Rabbine düşkün ol.
***
Okuyucuya kolaylık sağlamak maksadıyla hazırlanan ‘Tefsirde Ele Alınan Tasavvufî Kavramlar’ başlıklı üçüncü bölümde; eserde bahsi geçen Tövbe, Tevekkül, Rıza, Sıdk, İhlâs, Sabır, Şükür, İbâdet, Zikir, Nefsin Terbiyesi ve Arındırılması: Mâsivâdan Uzaklaşma, Kurb-Kurbiyet, Muhabbet, Havf ve Recâ, Tevhid, Mârifet konuları açıklanıyor. (s:235-352)
‘SONUÇ’ başlıklı bölümün özeti:
Allah Teâlâ’nın rızâsını kazanmak ve onun dostluğunu elde etmeyi yegâne maksat edinen sûfîler, İslâm toplumu içinde dâima iyiye ve güzele ulaşmak için çabalayan, yoklukta sabredip varlıkta imkânlarını paylaşan, ayırım yapmaksızın herkese iyilikte bulunan, mal, mülk, makam, mevki gibi dünyevî unsurlara değer vermeyen, nefislerini terbiye edip bâtınlarını arındırmayı amaçlayan bir zümre olmuştur. İşte bu zümrenin mensuplarından biri olan Ibn Atâ, tasavvuf târihinin çok yönlü olarak geliştiği, buna mukabil târihe mal olacak elim hadiselerin cereyan ettiği bir süreçte yaşamıştır. Bahsi geçen elim hâdiselerden biri hiç şüphesiz Hallâc-ı Mansûr’un yargılanması ve trajik şekilde katledilmesidir. Hallâc’m en yakın ve en vefâlı dostlarından biri olan İbn Atâ, onu savunduğu ve yargılayanların haksızlığını açıkça söylediği için dövülerek öldürülmüştür. Yâni onun öldürülmesi de Hallâc’ınki gibi trajik ve haksız yere olmasına rağmen, tasavvuf târihinde Hallâc’ın idam edilmesi kadar bilinmemektedir. Bir başka ifadeyle İbn Atâ ile Hallâc aynı siyasî haksızlığın bedelini ödemiştir.
Diğer taraftan İbn Atâ’nın çok yönlü bir sûfi olduğunu söylememek, onu tanıtmakta büyük bir eksikliğe yol açmak demektir. Şöyle ki o, Bağdat’ın zengin kültürel ortamını iyi değerlendirip, onun tüm renklerinden istifade ederek kendini yetiştirmiştir. Yakın çevresi içinde birbirine zıt tasavvuf anlayışlarına sahip sûfîler bulunmaktadır.
İbn Ata nın işârî tefsir geleneği açısından önemini gösteren önemli özelliği bu geleneğin kendi devrine kadarki anlayışını çok yönlü ve zengin biçimde yansıtan, aynı zamanda geniş kapsamlı ilk işârî tefsirlerden biri olan Sülemî’nin ‘Hakâikut-tefsir’îne çok büyük ölçüde kaynaklık etmesidir. Haddizâtında Hakâiku’t-tefsîr; İbn Atâ ve Ebû Hüseyin en-Nûrî gibi bazı sûfîlerin görüşlerinin toplamından oluşmaktadır.
İbn Atâ’nın da olduğu sûfîlerin yorumları asırlar boyunca, diğer sûfîlere ilham ve bilgi kaynağı olmuştur. Bu bağlamda, onları işârî tefsire yön veren teorisyen sûfîler olarak rahatlıkla değerlendirmek mümkündür. Şunu da unutmamak gerekir ki İbn Atâ’nın tasavvufî fikirlerine, Kelâbâzî’nin ‘et-Taarruf’u, Serrâc’ın ‘el-Lümâ’sı, Hücvirî’nin ‘Keşfü’l-mahcûb’ü ve Kuşeyrî’nin ‘er-Risâle’si gibi klasik tasavvuf kaynaklarında sıkça atıf yapılması, onun yalnızca işârî tefsir geleneğini değil, aynı zamanda tasavvufî düşünceyi de zenginleştiren ve geliştiren isimlerden biri olduğunu göstermektedir.
Bilindiği gibi tasavvuf târihinin ilk devirlerinden itibâren sûfîler, Kur’ân’ı kendi yöntemleri çerçevesinde yorumlamışlar ve bu hususta bir tefsir metodu ortaya kovmuşlardır. Özellikle ilk dönemlerde işârî yorumculuk, kişiyi amele ve ahlâka yönlendirme temeli üzerine kurulmuştur. İbn Atâ’nın tefsir yöntemine bakıldığında, bu prensip ilk bakışta dikkati çekmektedir. Zira o, âyetlerin hemen hemen tamamını, daha çok ibâdet etme ve daha çok ahlâkî davranış sergilemeyi tavsiye ederek açıklamaktadır. Fakat İbn Atâ, amel ve ahlâk kapsamında bilhassa bâtınî arınma, nefsi terbiye etme, dünyevî arzulardan sıyrılma ve bu suretle Hakka kurbiyet elde etme üzerinde durmakta, âyetlerin büyük bir kısmını da bu çerçevede tefsir etmektedir. Bir anlamda, tasavvufî hayatın ana hedefi olan “ihsan halini” elde etmeyi ve onu en yüksek boyutta yaşamayı esas alan yo-rumlarda bulunmaktadır.
Aslında, Ibn Atâ’rıın âyetleri ibâdet ve güzel ahlâka sevk etme bağlamında yorumlarken, vurguda bulunduğu tek bir ana çerçeve vardır: O da mâsivâyı terk etmektir. Öyle ki onun mâsivâdan kurtulma odağında izah etmediği neredeyse hiçbir konu yoktur. Dolayısıyla tasavvufî anlayışında ister dünyevî ve fânî unsurlar olsun isterse ibâdet ve ameller olsun bunların hepsi mâsivânın kapsamına girdiği için değer verilmeye lâyık unsurlar değildir. Binaenaleyh İbn Atâ, bütün mânevî yükselişleri ve kemâlâtı, Hak dışındaki şeylerden kopmaya, bunlardan arınmaya bağlamaktadır. Şu kadar ki onun mâsivâdan sıyrılmaya bir şekilde temas etmeden yorumladığı neredeyse hiçbir âyet yoktur.
Netice itibâriyle İbn Atâ, tasavvuf târihinde hak ettiği şöhrete kavuşmamış, fakat etkisi günümüze kadar devam eden târihî tesirlerde bulunmuş güzide bir sûfîdir. O, genelde tasavvufî düşüncenin, özelde ise işârî tefsirin gelişmesine katkı sağlayan önemli köşe taşlarından biridir. Bilhassa klasik tasavvuf kaynaklarındaki görüşleri yüzyıllardır çok sayıda insan tarafından okunmakta “ve ele aldığı tasavvufî meseleler, onun kendi irfan dünyâsı çerçevesinde açtığı pencere vasıtasıyla tanınmaktadır.
H YAYINLARI:
Sultantepe Mahallesi, Paşalimanı Caddesi Nu: 48-1/1 Üsküdar İstanbul.
e-posta: bilgi@hayatyayinlari.com // www.hayatyayinlari.com
Doç. Dr. Betül GÜRER: 2006 yılında Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı yıl başladığı yüksek lisans eğitimini, 2009’da ‘Sadreddin Konevî’ye Nispet Edilen Mevâridü Zevi’l-İhtisâs ilâ Makâsıdı Sûreti’l-İhlâs Adlı Eserin Tahkik ve Tahlili’ konulu çalışmasıyla tamamladı. 2008 yılında Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı’na araştırma görevlisi olarak tâyin edildi. 2014 yılında ‘Molla Fenârî’nin Bilgi ve Varlık Anlayışı’ adlı doktora tezini tamamlayarak doktor unvanı kazandı. Halen Necmettin Erbakan Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı’nda Doç. Dr. unvanı ile öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. İngilizce ve Arapça bilmektedir. |