TRT üzerinde her zaman, siyasi baskı olmuştur. Bazı
yöneticiler örneği az olmasına rağmen imkânları elverdiği kadar buna direnmiş,
ama bir kısmı kurumdaki ömrü uzun olsun diye buna çanak tutmuş, kraldan ziyade
kralcı olmuştur. Özellikle haberlerde liderler isterler ki kendileri ve
açıklamaları her zaman ekranda ve mikrofonda olsun.
Merhum Süleyman Demirel’in basın müşaviri erkenden TRT Haber
Merkezine gelir, basılı bültenleri gözden geçirir, haberlerde ne kadar yer
verildiğini görürdü. Sorun olursa hemen ikinci bültende bu telafi edilirdi.
Turgut Özal da haber Bültenlerini yakından takip ederdi. Yıldırım Akbulut haberlerinin
kırpıldığından şikâyet etse de, Mesut Yılmaz tam bir otoriteydi. Tansu Çiller’in
titizliği sadece haber merkezini yönetene yansır, telafi için onun personele
verdiği emirden yenilen” fırça”nın gücü ortaya çıkardı. Koalisyon dönemleri de
öyleydi. En rahat galiba Necmettin Erbakan ve Alpaslan Türkeş idi. Recep Tayyip
Erdoğan döneminde ise ilk beş yıl sessiz geçti. Haber merkezi hem nalına, hem
mıhına vurdu. Sonrasında çok genel müdür değişti. Sonunda en ideali bulundu ki
yıllardır devam ediyor göreve. Şanslı bir aile son genel müdür. Babası ve
kardeşi de üs düzey görevler ifa ettiler, ediyorlar.
Denktaş’tan Özür mü Dileniyor?
Liderlerin çoğu haberlere müdahale etti ama, programlara
karışmadı. Dolayısıyla yurt dışına satılan ve döviz girdisi sağlayan
prodüksiyonlar gerçekleştirildi. Mesela benim hemen aklıma gelen Hüseyin
Karakaş’ın Atila İlhan’dan Kartallar Yüksek Uçar, Ünal Küpeli’nin Orhan
Kemal’den Hanımın Çiftliği oldu. Yaş grubu bana yakın olanlar bu filmleri
hatırlayacaklardır. Her bölüm ses getirmişti. O gece kimse konuk kabul etmemiş
diziyi izlemişti.
Bugünkü yapımcılara gelince bütün çalışmalarını neredeyse
liderleriyle örtüştürmeye çalışıyorlar. Programlara, yapımlarına iyi
başlıyorlar, dizi tutulunca da hurafelere müracaat ediliyor! Mesela buna örnek
olarak Abdülhamit diyebilirim. Başka örnekler de verebilirim.
Ama TRT’nin yeni başlayan Bir Zamanlar Kıbrıs dizisi öyle
değil. Ne kadar eleştirilirse eleştirilsin TRT’nin böyle bir prodüksiyona imza
atması önemli. Ayrıca Ankara’nın bu yayınla bir nevi Türk Dünyasının önemli
devlet adamı ve lideri Rauf Denktaş’tan sessizce özür dilemek gibi de
algılanabilir! Çünkü Türkiye Annan Planını desteklerken, Denktaş “Hayır” dedi
ve haklı çıktı. Keşke bu dizide Denktaş’ın hatıralarını muhtevi ve aynı konuyu
işlediği Karkot Deresi adlı kitabı senaryolaştırılıp, ekrana yansıtılsaydı. Bir
Zamanlar Kıbrıs adlı dizide de Rauf Raif Denktaş hep önde görünüyor, aynı Dr.
Fazıl Küçük gibi.
Bir haftada önceden bütün KKTC kentlerindeki bilbortlara
konulan filmin afişleri görücüye çıktı. Dizinin galası Gazimagosa’da yapıldı. 250
konuk takip etti ve pandemi dolayısıyla kurallara uyuldu. Cumhurbaşkanı yardımcısı
Fuat Oktay da Ankara’dan gelerek galaya katıldı. Bir aydır Girne’deyim.
Dolayısıyla gelişmeleri takip etme, yerel medyayı izleme imkânım oldu.
Yunanlılar Sadece Girit
ve Mora’da da 100 Bin Türk’ü Katletmişti
İlk iki bölüm gerektiği kadar gerilimli değildi. Sonraki
bölümlerde bir sıcaklık olması beni daha fazla bağladı diziye. İlk beklenti
Yunanistan’ın Girit ve Mora’da şehit ettiği 100 bin Türk ile başlaması
biçimindeydi. Olmadı. 1950’li yıllarda başlayan Rum-Yunan terör olaylarına
girilmedi. Direkt 1963 sonrası katliamlarla yayına girdi dizi. Filmin çekimleri
adada sürüyor.
Çekimlerden önce Adada Türk Mukavemet Teşkilatı TMT
mücahitleri, halk, gazeteciler ve yetkililerle görüşülmüş, görüşleri alınmış.
Hatta Kıbrıs Gazetesi Yazarı Ahmet Tolgay’a isteği üzerine dizinin sinopsisi bile
gönderilmiş, o da görüş ve tavsiyelerini bir rapor halinde yöneticilere vermiş.
Ama hiçbiri yapılmamış. Dizinin ileriki bölümlerinde bu gerçekleşebilir mi
bilinmiyor. Bekleyip göreceğiz.
Telefonla KKTC’deki dostlarıma, TMT mücahitlerinden
bazılarına, sokaktaki Kıbrıs Türklerine sordum. Hiçbiri olumlu görüş
belirtmedi, üzüldüm. Bunda sanırım KKTC’deki siyasi partilerin birbirine karşı
sert açıklamaları da etkili olabilir. Özellikle Rum yanlısı olduğu iddia edilen
CTP’nin. Oysa 1963 yılındaki katliamı o sene doğanlar bilmiyor, henüz dokuz
yaşında olduklarından 1974 barış harekâtını hatırlaması mümkün değilken,
dizinin sıcak karşılanmamasını garipsediğimi söylemeliyim. Bir kısmı da hiç
umursamıyor. Tam tersi çirkinleşiyor ve “Kıbrıs’ta bunlar asla yaşanmamıştır,
Kıbrıs Sorunu da 1974’de başlamıştır” saçmalığına kadar varıyor. Bunlar daha
çok adadaki Avrupa Birliğine girmiş Rum yanlılarından çıkıyor. Oysa iki defa
KKTC umhurbaşkanı CTP’den olmasına rağmen, hiçbir olumlu gelişme olmamış,
Rumlar Türkleri azınlık olarak görmeyi sürdürmüşlerdir!
Yeni Nesil Kıbrıs Türkü
1963 Olaylarını Unutmamalı
Benim kuşağım sinema olayının tam sarmalında yetişmiş,
sinema tutkusunu yaşam biçimine de dönüştüren, onları taklit eden neslin
içinden geliyor. Dolayısıyla tarihi belgeseli ile bu iddiayı asla öngörmeyen
“tarihi olaylara yaslandırılmış görsel hikayeler” i ayırt edebilecek birikime
sahibim. İşte bu nedenle “Bir Zamanlar
Kıbrıs” bir dizi film benim için önemli. Belki de mevcut TRT yönetiminin
gerçekleştirdiği birkaç hayırlı yapımdan biri. Dizinin tarihi belgesel iddiası
yoktur, tarihi olaylardan yola çıkılan bir televizyon yapımıdır. Yeni nesile,
hatta yaşları 60 ve etrafında olanlara bu gelişmeleri hatırlatmak da Kıbrıs
Türküne yani insanımıza bir yatırım vardır.
Dürüst eleştiriyi öne çıkaran Yazar Ahmet Tolgay’ın yaptığı
açıklamalarla Kıbrıs’ta gerek bazı izleyicilerin ve gerekse medyanın
eleştirilerinden bazıları şöyle; Kıbrıs’ta yok edilmeye ve Rum katliamına karşı
toplumsal boyutlu kolektif bir direniş gösteriliği olaylara “Rambo” veya “Zoro”
tipli abartmalı kahramanlar ortaya çıkarmaya ihtiyaç duyulmamalıydı.
Kıbrıs’ta Kanlıdere adlı bir kasaba yoktur. Kurak adayı
sandalları dolaşan bir balıkçı kasabası sanmak da yanlıştır. Dizide Kıbrıs
Türkü lehçesi konuşulmuyor. Soldan uygulanan trafik önemsenmemiş. Adaya yapılan
silah sevkiyatında sandıklar üzerine EOKA yazılması yanlıştır. Çünkü EOKA bir
terör örgütüdür ve yasadışıdır. Bu silahlar Nikos Samson’un MAHİ Gazetesine
baskı malzemesi olarak limana girerken vinçten düşüp parçalanması üzerine
ortaya çıkmıştır! Samson’un bir Türk kızına aşık olması, Denktaş’ı Lefkoşa
sokaklarında kovalaması da palavradır, içselleştirilemez. Asker kimliği ile
gördüğümüz Samson asker değil, bir EOKA tetikçisiydi. Karpaz da karma bir okul
yoktu. Söz konusu günlerde Ankara’dan gelen müfettişin Rauf Denktaş’a telgraf
çekmesi imkânsızdı. Çünkü bu güzergahta böyle bir iletişim düzeneği mevcut
değildi. Hamitköy ile Lefkoşa arasında Rum barikatı ve kontrolü yoktu. Dizide
Kızılay konvoyunun böyle konuşlandırılması da doğru değildi. Kıbrıs Türkü’nün
Sesi Bayrak Radyosunun o günlerde röportaj yapacak, haber toplayacak muhabiri
yoktu. Belki Dr. Fazıl Küçük’ün demecini verdiği yayın kuruluşu TRT olabilirdi.
Eleştiriler Sürüyor,
Ama Dizi Dikkatle İzleniyor
Ankara’dan görevlendirilen ve kahramanlığı temsil eden
müfettişin Lefkoşa’ya gelir gelmez
uçaklar için Türkiye’ye koordinatlar vermesi sekansı 24 Aralık’ta sadece iki uçak Lefkoşa üzerinden ihtar uçuşu
yaptı. Kıbrıs’ta ilk hava operasyonu Ağustos 1964’te Erenköy direnişidir.
Kıbrıs Türk Birliği diye bir örgüt yok, Türk Mukavemet Teşkilatı vardır. TMT’nin başındaki komutan Bayraktan namıyla
Genelkurmay Özel Harp Dairesine bağlı Türkiyeli Albay Kenan Çoygun idi. Adadaki
tüm direniş bilgi ve raporları Denktaş’a değil TMT Bayraktarlığına
gönderilirdi. Rauf Denktaş da adadan ayrıldığında önce Ankara’ya, sonra
Newyork’a BM’e gider, Cenevre’ye değil. Rum iş adamına ait olan stratejik bina Severis
Un Fabrikası olayında ise; buradaki Rumlara ait makinalıyı susturmak için
görevli üç mücahit şehit oldu, iki yaralı da uçakla Ankara’ya gönderildi.
Rum barbarlığının en önemli belgesi olan Kıbrıs Türk
Kuvvetleri Alayı Doktoru Binbaşı Nihat’ın şehit edilen ailesinin fotoğrafları
yaralı mücahitlerin sargıları arasında Ankara’ya oradan da bütün dünyaya
ulaştırıldı. Mahkeme binalarında hastane oluşturulmamıştı. Ancak Kızılay’ın
yardımları buradan sağlandı. Bayrak Radyosunun bazı tesisleri de buradaydı. İlk
hastane Lefkoşa Girne Caddesinde, Özel Adiloğlu Kliniğidir.
Yedinci Sanatta Geri
Kalmak
Bütün bu eleştirilere rağmen TRT’nin Bir Zamanlar Kıbrıs
adlı dizi filmi önemli bir yapımdır. Dil ve görüş birlikteliği sağlayamıyorsak
bile hoşgörülü olmalıyız. Tüm acıları inkâr edenler olabilir, şartlanmışlıklar
bulunabilir ama önce dinlemeli, seyretmeli, sonra vurmalıyız. Farklı
pencerelerden ve kutuplaşmadan bakabilmesini öğrenmeliyiz. Bir Zamanlar Kıbrıs
dizisi ilerledikçe izlenmesi heyecan verici olduğundan mümkünse dünyadaki diğer
televizyonlarda da devreye sokulması gerekiyor.
Öte yandan her nedense sinema konusunda; galiba Libya’nın
bile gerisindeyiz. Hatırlarsanız Muammer Kaddafi’nin büyük bir bütçe ile
desteklediği ve yıllardır televizyonlarda gösterilen Mustafa Akkat’ın yönetmen,
Antony Quing’in baş rol oynadığı Çağrı ve Libya’nın Milli Kahramanı Ömer Muhtar
filmlerinin evrensel boyutuna oluşamadık. Ayrıca ne bir İstiklal Savaşı
filmimiz veya dizimiz vardır böyle dünya televizyonlarında gösterilen, ne de
böyle bir program. Hiçbir millet bizim kadar zengin bir tarihe ve temaya sahip
değilken üstelik.
Türkiye’de nedense yedinci sanat sinema dâhil fikri gelişme;
siyasi tıkanıklar, gerilimler ve kabızlıklar yüzünden bir türlü aşılamadı.
Kıbrıs Rum kesiminden örnek vermek istiyorum. 1960 yılında
Makarios Cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük Yardımcısı iken Kıbrıs Cumhuriyeti
turizmi keşfetti. Turizm bir sinema filmi ile patladı. Kıbrıs’ta çekilen ve
kapalı gişe olarak bütün dünyada vizyona giren “Exodus” filmi bunu
gerçekleştirdi. Filmin konusu ise şöyle; Kıbrıs’taki İngiliz Karaolos
(Gülseren) toplama kampındaki esirlerin Exodus adlı gemiyle Mossad Ajanları
tarafından kaçırılarak İsrail Devletinin kuruluşuna yönlendirilen Musevilerin
öyküsü.
Bundan cesaret alan Rum Yönetimi Holywood’daki Yunanlı
yönetmen Dimitri Logothesis’le başrolde Nicolas Cage’yi oynatmak şartı ve Kıbrıs’ın
güzelliklerini muhtevi JiuJitsu adlı bir film çekimi için 8 milyon avroya
anlaşıyor. JiuJitsu film tam bir fiyasko oluyor ve gişelerde iflas ediyor. Yönetmen
“Benden Oscar mı bekliyordunuz” diye serzenişte bulunarak öfkeyle vaad edilen 8
milyon avroyu almak için Cenevre’de Kıbrıs Türkleriyle görüşmeler yapan
Anastasiadis Rejimin kapısında bekliyor.
Romantik Öykülerin Değil,
Acı Gerçeklerin Bilinmesi
Bir Zamanlar Kıbrıs dizisine dönersek abartılmış kurgular
içerse de yapılan eleştirilerin bir kısmı amaçlı, bir kısmı haksız. Ama doğru
eleştirileri de film yöneticilerinin dikkate alması gerekiyor. Olay gerçeklerin
canlandırılmasıdır. Bunu ispatlayacak belgeler, kanıtlar, özneler tarihimizde
ve arşivlerimizde vardır. Aynı bugün gündemde olan sözde Ermeni soykırımı
iddiasında olduğu gibi. Bu dizinin başarılı olması, geniş çerçevede her türlü izleyiciye
ulaşması Kıbrıs Türkü’nün lehine olduğu aşikardır. Evlere kapandığımız ve
talihsiz bir pandemi döneminde bundan daha iyi bir tanıtım mı olabilir?
Kıbrıs’ta yeni bir Türk katliamı yaşanmaması, siyasi
oyunlarla tuzağa düşürülmemesi, kanla yoğrulmuş Kıbrıs sorununa sürdürülebilir,
eşitlikçi ve güvenceli bir çözüm bulunabilmesi için uyduruk Pollyanna
öyküleriyle değil, acı gerçeklerle yüzleşmeliyiz. Azami dersleri çıkarabilmek
erdem ve elzemdir. Bir Zamanalar Kıbrıs kin ve nefreti kışkırtmıyor. Dizi her
şeye rağmen başarılı ve dünya ekranlarında izlenmesi için de arayışlar ve
pazarlar bulmak gerekiyor.