Cuma günü Türkiye’deki bütün camilerde okutulan hutbe metni içine yerleştirilen şu cümle çok tartışma yarattı:
“Karşılıklı rıza olmadan Yüce Rabbimizin koyduğu miras ölçüsünü değiştirmek ilahî adalete aykırıdır. Dolayısıyla kişinin; kız çocuklarını mirastan mahrum bırakması, kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır.”
Bu cümle içinde ayetle bildirilen “miras ölçüsünün” ne olduğu açıklanmıyor. Ama bu ölçüyü bildiren Nisa Suresi 11. Ayetin, Diyanet Mealine göre, anlamı şöyle: “Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder.”
Çok sayıda mealde aynı ayet “emreder” yerine “tavsiye eder” olarak tercüme edilmiş. Hatta Diyanet’in eski mealinde bile “Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder” şeklinde iken yeni mealinde “emreder” olarak değiştirilmiş. Yani meal kitaplarında bu konuda bir birlik yok.
Bu durumda ister emir ister tavsiye olsun “Allah’ın bir emrini hatırlatan hutbe neden bu kadar tartışma yarattı?”
Bunu birkaç açıdan değerlendirmek gerekiyor.
****
- Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan bile “İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar aciz bunlar. Siz İslam’ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız” demişti. (Mart 2018). Gerekçe olarak da Mecelle’nin “Zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkâr olunamaz” maddesini göstermişti.
- TÜRKİYE’DE EN DİNDAR KESİMLERDE BİLE MİRAS PAYLAŞIMI AYETE GÖRE DEĞİL KANUNA GÖRE YAPILIYOR. Fiilen Nisa 11. Ayet hükümleri uygulanmamaktadır.
Mesela İslamcı siyasetin öncüsü Necmettin Erbakan vefat edince, oğlu Fatih Erbakan kız kardeşine “İslami hükümlere göre mirastan ben 2 pay, sen 1 pay alacaksın” demiş. Fakat kız kardeş mahkemeye başvurarak, laik devletin kanunlarına göre eşit miras payını almıştı.
****
Şimdi denilebilir ki, uygulansa da uygulanmasa da, “bir ayet hükmünü hatırlatması Diyanet’in görevidir.”
Böyle söyleyenlere şu soruları sormamız gerekiyor:
Diyanet, Kur’an ayetleriyle bildirilmiş, Recm (Zina Eden Evli Kişilerin Taşlanarak Öldürülmesi) ile ilgili ayeti, Kölelik ve cariyelik hükümlerini içeren ayetleri, hırsızın elinin kesilmesi hükmünü bildiren ayeti (Maide 38) niye hatırlatmıyor?
Bu ayetlerin hükümlerinin uygulanmamasını dert edinen var mı? Hırsızın eli kesilsin, kölelik cariyelik gelsin diyen var mı? En azından Diyanet’in böyle bir talebi olduğunu duydunuz mu?
*************************************
Hz. Ömer Bazı Ayet Hükümlerini Uygulamadı
İslam tarihinde 2. Halife Hz. Ömer’den itibaren ayetle bildirilmiş bazı hükümlere aykırı uygulamalar yapılmıştır.
İslam hukukunda “içtihat” ve kamu yararı (maslahat) kavramlarının temellerinden biri ve en meşhuru olan örnek Hz. Ömer’in “Hırsızlık Cezasını (El Kesme)” uygulamamasıdır.
Kur’an’da (Maide, 38) hırsızlık yapanın elinin kesilmesi hükmü vardır. Hz. Ömer’in halifeliği döneminde (17. hicri yılda) şiddetli kıtlık ve açlık baş göstermişti. İnsanlar yiyecek bulamıyor, açlıktan dolayı hırsızlık yapıyordu.
Hz. Ömer, “zaruret hali” olduğu için, hırsızlık cezasının uygulanmamasına karar verdi. Hz. Ömer, ayetteki hükmün “mutlak ve her şartta uygulanacak bir emir değil, şartlara bağlı bir düzenleme” olduğunu değerlendirmiştir.
****
Kur’an’da (Tevbe, 60), zekât verilecek sınıflar arasında “müellefe-i kulûb” yani İslam’a ısındırılmak istenen kişiler sayılmıştır.
Hz. Ömer, Hz. Peygamber dönemindeuygulanan, bu hükmü şartların değişmesiyle uygulamadan kaldırdı.
****
Kur’an, Müslüman erkeklerin Ehl-i Kitap kadınlarla (yani Yahudi ve Hristiyan kadınlarla) evlenmesine izin vermiştir. Hz. Ömer, toplumsal sorunlar doğuracağı gerekçesiyle, ayet izin verdiği halde, Müslüman erkeklerin Ehl-i Kitap kadınlarla evlenmesini yasakladı.
Bu da Kur’an’daki bazı hükümlerin “mutlak değil, şartlara bağlı” olarak görülebileceğini gösteren bir tarihi örnektir. Yani Hz. Ömer, “ayetin verdiği ruhsat bile, şartlar gerektiriyorsa sınırlandırılabilir; Kamu yararına göre, Kur’an hükümlerinin uygulanma biçimi değişebilir” görüşünü uygulamıştır.
*************************************
Ayetlerdeki Miras, Kölelik, Recm, El Kesme Hükümleri Uygulanabilir mi?
İslam bilginleri Allah’ın buyrukları hakkında farklı ilkelerle yorumlar yapmışlar ve yapmaktadırlar:
Klasik çizgide olanlar “Hükmün lafzı + icmâ + kıyas” eksenindedir.
İslam’ın yorumlarının güncellenmesini savunan ilahiyatçılar (Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk, Mustafa Öztürk vd) ise, Maksat-ahlâk merkezli ve tarihsel bağlamlı yorum yaparlar. Bunlar “metin + amaç + kamu yararı” ilkeleriyle güncel yorumlar yaparlar.
****
Süleyman Ateş ve benzer görüşteki ilahiyatçıların ilkeleri şunlardır:
- Kur’an adalet, merhamet, eşitlik, özgürlük ve kul hakkına riayet gibi ilahi ve evrensel ilkeleri öğütler. Ancak bu ilkeler, Kur’an’da indiği dönemin sosyal ve kültürel şartlarına uygun hükümlerle ifade edilmiştir.
- Kur’an’daki bazı cezalar ve düzenlemeler (örneğin kölelik, cariyelik, bazı ceza hükümleri) 7. yüzyıl Arap toplumunun anlayışına uygundu. Fakat insanlığın ulaştığı akıl, vicdan ve medeniyet seviyesinde bu hükümler uygulanmaz; çünkü Kur’an’ın asıl hedefi köleliği kaldırmak, adaleti hâkim kılmaktı.
- Kur’an’ın maksadı değişmez, araçlar değişebilir.
- Ayetlerde bildirilen hükümlerin bir kısmı “araç hükmündedir.” Yani amaç, ilkeyi yerleştirmek; hüküm ise dönemin şartlarında geçici bir uygulamadır. Örneğin miras, kadın hakları, ceza hukuku gibi konularda Kur’an’ın getirdiği düzenlemeler devrim niteliğindeydi ama çağımızda daha ileri düzenlemeler yapılabilir.
- Kur’an, “insanlığın akıl ve vicdan mertebesine göre” sürekli ileriye açılan bir kitaptır. Bu nedenle Müslümanların görevi, Kur’an’ın temel ilkelerini günümüz şartlarına göre yorumlayıp hayata taşımaktır.
Özetlersek;
Kur’an’ın ruhu ve hedefi evrenseldir.
Hükümlerin bir kısmı tarihseldir ve araç niteliğindedir.
Aklın, vicdanın ve insanlığın ulaştığı mertebe Kur’an’ın evrensel ilkeleriyle çelişiyorsa, o hüküm bağlamında değerlendirilip günümüzde tatbik edilmez.
Çağımızda insan haklarıyla çelişen, vicdana ve adalete sığmayan uygulamalar Kur’an’ın “evrensel maksatları” ile bağdaşmaz. Dolayısıyla böyle hükümler “mutlak ve değişmez” kabul edilemez, tarihsel bağlamıyla değerlendirilmelidir.
“Kadınların Miras Payı” da “BAŞÖRTÜSÜ” ve “FAİZ” meselesi de aslında “ayetlerde bildirilen hükmün lafzının bağlayıcılığı mı, yoksa amaç ve kamu yararı mı öne çıkar?” tartışması kapsamında konulardır.
Diyanet’in klasik “Hükmün lafzı + icmâ + kıyas” eksenindeki yorum tarzından çıkıp, dini hükümleri Maturidi- Hanefi yaklaşımı ile “metin + amaç + kamu yararı” ekseninde yapması halinde, ancak bu durumda, imanımız ile akıl ve vicdanımızın çatışmasının sona erebileceği kanaatindeyim.
DİB Din İşleri Yüksek Kurulunun özellikle TOKİ ve benzeri kamu eliyle sağlanan konut kredilerinde FAİZE cevaz vermesi, ayeti “amaç ve kamu yararı” ilkeleriyle yorumlayarak verilmiş bir ruhsattı. Diyanet ileride kadınların miras payı hakkında da bu yöntemi kullanabilir.