Gerçek gündem bunaltıcı. Diyanet
İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın hutbesi ve buna tepki gösteren Ankara Barosu’nun
bildirisi imdada yetişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet gündemi değiştirme fırsatı yakaladı.
Bir yanda toplumun can derdi ve evlere
kapanma sıkıntısı. Milyonlarca yeni işsizin açlık korkusu, işi bozulan esnafın, iş adamının sabit giderlerini karşılama güçlüğü… Diğer tarafta küresel salgına hazırlıksız ekonomik yapının yaşattığı imkânsızlıklar… Vatandaşlarının temel ihtiyaçlarını
karşılamakta zorlanan bir devlet…
Ankara Barosu’nun
bildirisine karşı elbette Diyanet veya basın yeterince cevap
verebilirdi. Ama CB Tayyip Erdoğan ve ekibi bunca işlerinin arasında bu olaya
zaman ayırdılar. Şiddetli reaksiyonlar gösterdiler, suç duyurusunda bulundular.
Bu beyanlarında laik bir devletin yöneticileri gibi değil, İslam
dininin koruyuculuğu görevini temsil eder gibi ifadeler kullandılar.
Özellikle CB Erdoğan “Diyanet İşleri Başkanımıza yapılan saldırı devlete
yapılan saldırıdır” ifadesiyle bu makamı işgal
eden şahsı adeta la yüs’el (sorumlu tutulamaz, eleştirilemez) bir hale getirmeye çalıştı. İran’da
Şii anlayışının temsil makamı olan Ayetullahlar gibi, Diyanet İşleri Başkanının “masum”, “günah işlemez” bir statüsü varmış
gibi cümleler kullandı.
Oysaki Diyanet İşleri
Başkanı İslam’ın ve Müslümanların bütününü temsil etmez, din hizmetlerinin
yürütülmesi için atanmış bir memurdur. Yani O’nun iş, ifade ve tavırlarını
beğenmeyen herhangi bir Müslüman veya herhangi bir insan O’nu eleştirebilir.
*****************************
Ali Erbaş Siyasi Bir Kimlik
Gibi…
Ali Erbaş bir nevi siyasi
kimlik görüntüsü verdiği için belki de en çok eleştiri alan Diyanet İşleri
Başkanıdır.
Türk ve Atatürk düşmanı Fesli Kadir’i cüppesiyle ziyaret etmek, siyasi iktidarın tezlerine uygun hutbeler okutmak, Çanakkale, Kurtuluş
Savaşı anmalarında ve milli bayramlarda bile Atatürk’ü görmezden gelmek, bazı mensuplarının camileri
siyasi propaganda alanı gibi kullanmasına göz
yummak gibi fiilleri biliniyor.
Biz Diyanetin ve Ali
Erbaş’ın toplumun en temel dini ve ahlaki boyutlu problemleri olan yolsuzluk, rüşvet, iltimas gibi günahlardan
söz ettiğine pek şahit olmadık.
Kadrolaşmada ve devlet imkânlarını
kullandırmada liyakat yerine yandaşlığın esas alınmasına, kamu malının israfına, siyasette
yalan ve iftira metotları kullanılmasına ve
kul hakkına dair eleştirilerini de pek duymadık.
İktidara yakın vakıf ve
derneklerde işlenen çocuk tecavüzlerine dair
de hutbe veya bildiri yazdığını da hatırlamıyoruz.
Oysa bunların hepsi de
dinimiz İslam’a göre en büyük günahlardandır.
Biz de DİB’nın bu eksik ve
hatalarını eleştirebiliriz. Hatta eleştirmeliyiz. Bu da “devlete saldırı”
demek değildir. Bir devlet memurunu görev alanı içine çekmeye çalışmaktan
ibarettir.
****
Bu eleştirilerimize rağmen açıkça
ifade etmek zorundayız. Ali Erbaş’ın hutbede zina
ve eşcinselliğe dair söyledikleri İslami hükümlerdir. Hatta bu eylemler sadece İslam’ın değil diğer bütün dinler ve geleneksel ahlaki
akımlarda kınanan, olumsuz bulunan fiillerdir.
Hutbeye karşı yapılan Ankara Barosu bildirisinin içeriği ve üslubu olayın bir boyutudur.
Erdoğan ve ekibinin tavrı ve beyanları ayrı bir boyutudur.
İkinci boyuta dair uyarılarımızı
tartışmaya açınca bazı samimi dindar arkadaşlarımız bile “Allah’ın emrini inkâr
mı ediyorsun?” tarzı rahatsızlık belirtileri gösteriyorlar.
Doğru bir söz, doğru
biri tarafından, doğru zamanda söylenirse kamu vicdanında
kabul görür.
Söz konusu hutbe için Ali Erbaş yanlış adam
olduğu gibi, zamanlaması da yanlıştır.
Muhtemelen yaşamakta
olduğumuz virüs salgınının sebebini zina ve
eşcinselliğe bağlamak için böyle bir zamanlama seçildi.
Daha önce depremleri de aynı sebebe bağlayanlar olduğu gibi. Eğer Diyanet bu anlayışta ise, bu doğru
değildir, bilime ve gerçekliğe aykırıdır.
Buna rağmen Ankara Barosu adına yapılan açıklamanın dili kışkırtıcı,
içeriği sorunludur.
*******************************
Zina ve Eşcinselliğe dair
Erdoğan ve AKP’nin Yaptıkları
Eski Ceza Kanunumuzda (Atatürk
zamanından beri) zina suç olarak düzenlenmişti. 2004 yılında yeni TCK
ile Başbakan Erdoğan ve AKP iktidarı zinayı
suç olmaktan çıkardı.
Ak Parti iktidarının 2012’de
imzaladığı İstanbul Sözleşmesi adlı metinde “cinsel yönelim ve
cinsiyet kimliği temelli tüm ayrımcılık
biçimleri” reddediliyor. “Devletler
her türlü cinsel yönelimi yasal güvence altına alır” hükmü yer alıyor.
LGBT denilen “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” toplumun genelinden farklı olan lezbiyen, gey,
biseksüel, transseksüeller için bu sözleşme hukuki bir zemin
oluşturuyor.
İstanbul Sözleşmesi iktidara yakın muhafazakâr çevrelerce “ailesiz toplumun hukuki altyapısı” ve “eşcinsel
ilişkilerin koruma altına alındığı bir sözleşme” olarak değerlendiriliyor. Sözleşme
metninin içeriğinde “LGBT ilişkilerini olumsuzlayan, bu olumsuzluğu nesilden
nesile aktaran, bunu yayan dini, örfi bütün metinlerin ortadan
kaldırılması için tedbiri devlet alır” deniyor. “Bu metinle birlikte
bütün Kur’an, Hadis, Sünnet kaynakları hatta ilmihaller bile yasaklanmış
oluyor” diye eleştiriliyor.
Taraf ülkelerin çoğu, hatta
ülkelerinde eşcinsel evliliklere izin veren devletler bile, çeşitli çekinceler
koyarak bu metni imzaladığı halde AKP hükümeti herhangi
bir çekince koymaksızın imzaladı.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş tartışılan hutbesinde, bu sözleşmenin imzalanmasına dair bir yorumda bulunmadı.
****
Devleti yönetenlerin sözleri yerine eylemlerine bakarsak daha doğru değerlendirme yaparız.
Erdoğan ve ekibinin Ankara Barosu’nun bildirisine karşı beyanları
önceki eylemleri ile çelişmektedir.
Ankara Barosu “İslam’a
saldırı” izlenimi veren, “incitici, kışkırtıcı ve
rahatsız edici” bir üslup yerine, “Ali Erbaş’ın ifadeleri İstanbul Sözleşmesi’ne aykırıdır”
şeklinde hukuki bir tez üzerinden eleştirebilirdi.
O zaman bu sözleşmeye imza
atan AKP kanadının edecek sözü olmazdı.