Ekonomi
yönetilmiyor. Paramız serbest düşüşte, bahtının rüzgarına kapılmış gidiyor. Maliyet,
tedarik, satış yönünden önünü göremeyen şirketler satış ve üretim yapamaz
hale geldi. Emlak, araç, bilgisayar, tarım ilaçları ve gübre satışları
durdu.
“Geçen hafta keşke hiç satmasaydım, hiç olmazsa zarar etmezdim” diyen insanlar haklı. “Fiyatlar geçen
haftadan çok ama gelecek haftadan çok daha ucuz” sözü adeta bir slogan
oldu.
Ekonomi yönetimine güven sıfır. Çünkü yönetim olan biteni sadece seyrediyor. İki haftada yüzde 20
civarında devalüasyon oldu. Maliye ve Hazine Bakanı ile Merkez
Bankası Başkanı yangını seyrediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “faiz sebep enflasyon sonuçtur” dediği her açıklamasında dolar kuru
1 TL civarında yükseliyor.
İktidarın
tek derdi algı oluşturmak, halkı “dış güçlere ve mandacı
işbirlikçilerine karşı bir ekonomik bağımsızlık savaşı verildiğine”
inandırmaya çalışmak.
Bu
yüzden Erdoğan, “ekonomik kurtuluş savaşından da zaferle çıkartacağız.
Biz geçmişte uzunca bir süre denenmiş ama bir türlü sonuç alınamamış yüksek
faiz, düşük kur kısır döngüsü yerine üretim, yatırım, istihdam, büyüme
odaklı ekonomi politikasında ülkemiz ve milletimiz için en doğrusunu
yapmakta kararlıyız. Yatırımı, üretimi, ihracatı bu yüzden teşvik
ediyoruz” dedi. Kendilerini eleştirenleri “felaket tellalları” ve “mandacı
iktisatçılar” diye tanımladı.
Sonuçta
“düşürülemeyen yüksek faiz”, önlenemeyen “yüksek kur artışları” ve “yüksek
enflasyon” sarmalındayız.
****
Ekonomiyi
“dış güçler, küresel finans çevreleri, küresel sermaye, Londra tefecileri, faiz
lobisi” gibi kavramlar üzerinden tartışmayı seviyorduk. Şimdi bunlara “kur
lobisi, mandacı iktisatçılar” gibi kavramlar da eklendi.
Oysaki
küresel sermayenin ülkemize gelmesini en çok isteyen kişi CB Erdoğan’dı.
Daha bir buçuk ay önce (9 Ekim’de) “Küresel sermayenin ülkemize yönelik
ilgisi ve yatırım iştahı, salgın şartlarına rağmen, hamdolsun
günden güne artıyor” diye şükrediyordu.
Taha Akyol köşe
yazısında haklı olarak soruyor: “Küresel finans çevreleri” nedir? Bunlar hem
ülkemize düşmanlık ediyorlar hem de Erdoğan’ın övünerek söylediği gibi ülkemize
“17 yılda 220 milyar dolar doğrudan yatırım” yapmışlar nedense? Şimdi
kendi yatırımlarını batırmak için saldırıyor olabilirler mi?
*************************************
AKP Cari Açık Vermeyen Politika İzleyemez
Erdoğan’ın
son açıklamalarına bakanlar sanki dışarıdan borç veya doğrudan yatırım almadan
kendi yağıyla kavrulan bir devlet olmamızı hayal ettiğini sanabilir.
Yani
ithal ettiğimiz ürünlerin yerli ve millisini üretmek, yüksek katma değerli teknolojik
üretim hamlesi yapmak, cari açık veren değil cari fazla veren bir ülke
olmamız için çalıştığını zannedebilir.
Hatta
“kendilerine karşı ekonomik kurtuluş savaşı verdiğimiz dış güçlere nasıl
ihracat yapacağız?” sorusu bazılarımızın aklına bile gelmeyebilir.
Erdoğan
dışarıdan oluk oluk paranın aktığı dönemde bütün paraları israf eden veya “betona
gömen” iktidarların başı oldu. Uzun yıllar boyunca “yüksek faiz, düşük
kur” politikası uyguladı.
Ben, uyguladığı
yüksek faiz, düşük kur politikasından, Erdoğan’ın pişman olduğunu asla
düşünmüyorum. Bu politikaların, halkı hak ettiğinden de fazla, geçici
bir refaha kavuşturduğunu, herkesi yurtdışı seyahatlerden, lüks ithalata kadar tüketime
alıştırdığını ve en önemlisi Erdoğan’a seçimler kazandırdığını O da biliyor.
Seçimler
kazandıran bu politika yüzünden AKP iktidarları, son 3 yıl hariç, enflasyona bağlı
kur artışına izin vermedi. Değerli TL yurtiçi üreticilerin rekabetini
zorlaştırdı, yatırımlar üretimden ithalata ve hizmet sektörüne kaydı. İthal ürünler
yerli ürünlerden ucuz hale geldiği için Türkiye ithal cenneti oldu.
Döviz
gelirlerimiz, giderlerimizin altında kaldığı için hep cari açık verdik.
Açığı hep borçla kapattık.
****
Ekonomist
Ege Cansen, “sürekli cari açık vererek”, belli periyotlarla faiz- kur-
enflasyon sarmalına yani krize giren ekonomimizin yapısını değiştirmek için
radikal bir politika teklif ediyor.
“Cari açığı en az 5 yıl süreyle ‘sıfır’ düzeyinde tutup,
beklentileri tersine döndürerek, döviz fiyatını istikrara kavuşturmak” suretiyle sağlam bir ekonomik yapımızın
olacağını savunuyor.
“Ancak
bu politikayı izlemek kolay değildir. Tam bir mali disiplin ve toplum dayanışması
gerektirir.” Bu başarılırsa enflasyon, kur ve faiz problemleri birlikte
çözülür.
Ancak,
ben de Ege Cansen gibi, “AKP’nin bunu yapabileceğine hiç ihtimal vermiyorum.
Çünkü AKP israf-koliktir.”
Sadece
israf-kolik oluşundan değil, partili Cumhurbaşkanı bu politika ile seçim
kazanmasının mümkün olmayacağını düşünecektir. Çünkü bu acı ilacı
kim içirirse milletimiz O’na oy vermez.
Erdoğan
ve partisi, döviz bulamaz olunca, çaresizlikten “cari açık vermeme”
politikasını savunuyor. Kendisine oy getirebilecek veya oy kaybını
durdurabilecek biraz borç bulabilse, ülkemizin varlıklarından bir
kısmını satıp nakde çevirebilse, derhal “cari açık vermeme” politikasını savunmaktan
vaz geçer. Bu uğurda üstelik dış güçlere çok ciddi tavizler de
verebilir.
Hatta
Hazine’ye bir şekilde döviz gelse, kuru sabit tutmak için bir 128 Milyar
doları daha heba etmeyi göze alır.
*************************************
BAE Dost mu Düşman mı?
İktidar
çevrelerinde Birleşik Arap Emirliği “15 Temmuz darbesini finanse etmekle”
itham edilmiş, Yeni Şafak “şerefsiz” diye manşetler atmıştı. “Kabile
reisi” diye küçümsenen Prens korona olunca “burnundan sinek giren
Firavun”a benzetilmişti.
BAE, Yunanistan’ın Doğu
Akdeniz’deki tezlerini destekleyen, onlarla Türkiye’ye karşı ortak tatbikat
yapan, İsrail’le her alanda mutabakat imzalayan bir devlet.
Şimdi
bu BAE ile ilişkileri düzeltmeye çalışıyorlar. BAE prensinin Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ı ziyareti sonrası, saray çevresinden BAE’nin 10 Milyar dolar doğrudan
yatırım yapacağı umudu pompalanıyor. Bu yönde sızdırılan haberlerle dolar kuru
artışı şimdilik durduruldu.
****
İçeride
ve dışarıda herkes Türkiye’yi öngörülemez bir ülke olarak görüyor.
Yatırım yapmaya, borç vermeye korkuyor.
AKP cenahı ise para verenleri dost, vermez olanları ise düşman görüyor.