Nasrettin Hoca’mız, onun eşeğe ters binmiş halde şehre gittiğini görenler, “Hayırdır Hocam, eşeğe niye böyle ters bindin?” diye sorduklarında “Arkadan gelen tehlikeleri görmek için.” der. Köylüler, “Hocam, tehlike önden gelirse ne yapacaksın?” diye takılırlar. Hoca, “Önden geleni eşek bile görür.” diye cevaplar.
Riskler, tehlikeler, sıkıntılar insan ve toplum hayatının vazgeçilmez baharatlarıdır. Öldürmeyen her sıkıntı, bir rehberdir. Bazılarını öngörebiliriz, onlar önümüzdedir; bazılarını öngöremeyiz, onlar arkamızdadır. Arkadaki sıkıntılar, ya bizim bilgi ve irfanımız dışında kalmıştır ya da biz onları bir şekilde ciddiye almamışız veya ötelemişizdir.
Kişi ve toplum olarak, ötelediğimiz, görmek istemediğimiz, belki de altından kalkma cesareti gösteremediğimiz bir takım sıkıntılarımız var. Ben bunlara “dinsel”, “kinsel”, “cinsel” açlık diyorum.
Gerçek anlamıyla açlık, midenin doyma ihtiyacı hissetmesidir. Açlık, önemli bir dürtüdür; insanı yönlendirir, şiddet ve sürekliliğine göre dinden, imandan bile çıkarabilir. Açlık çeken mide gibi, bu hissi yaşayan her uzuv mutlaka doyurulmalıdır. Doyurulmayan herhangi bir uzuv, bütün bedeni, organizmayı esir alma gücüne sahiptir. Siz bunu hem kişi hem toplum perspektifinden düşünebilirsiniz.
Din, hem sosyolojinin hem psikolojinin konusudur. Varlığını uykuda bile hissettiğimiz, soyut uzvumuzdur. İnanma, inandığını yaşama ve yaşatma ihtiyacımızın sosyo-psikolojik adı, dindir. Ne kadar insansak o kadar dindarızdır. İnsan olmak ve kalmak, dindar olmak ve kalmak, ortaya koyduğumuz davranışın, düşüncenin, değerin ne kadar insani ve dini olduğunu bilmek, hem hakkımız hem görevimizdir. Bilme hakkı fıtri, görevi mecburidir. Bundan kaçış mümkün değildir, aksi halde bünye tepki verir. Bünyenin tepkisi, sosyal kaosun habercisidir.
Dinsel açlığımızın ne kadar farkındayız? Bu açlığımızı nasıl gideriyoruz? Dini açlığımızı gidermede beslendiğimiz kaynakların ne kadarı doğru, ne kadarı GDO’lu? Bünyeye zarar veren besinlerin, sağlıklı olduğunu hiçbir diyetisyen iddia edemez. Peki dini açlığımızı gidermede kullandığımız bilgiler ve ameller, bizi niçin ihya, inşa etmek yerine ifsat ediyor? Sorun nerede, bünyemizde mi, bu besinleri işleyenlerde mi, kaynakta mı? Dost ve akrabalarımla artık siyasi ve dini konuları konuşmuyorum. Fert ve toplum olarak konuşmalarımızda dini açlığımızı gideremediğimiz gibi, kavgalaşıyoruz. Ölenin de öldürenin de şehit olduğunu iddia etmek, dini bir depresyondur.
Bataklıktan beslenen sinekler gibi oldu insanlarımız. Ön yargılı olmak, herkesi kendimize düşman, parazit, rakip görmek hayat algımız haline geldi. Kin, öfke doğru yer, zaman ve kişiye karşı olursa bir anlam ifade eder. Ancak kendini ve kendi dışında herkesi kendine düşman görmek, paranoyak, şizofrenik ruh hali olsa gerek. Dostlarımızı çıkarcı, esnafı yalancı, sanatkârı sahtekar, üreticiyi hilekar, sürücüyü terörist, farklı düşüneni bölücü, siyasi eleştiri yapanı vatan haini olarak yaftalamanın nedeni mutlaka düşünülmeli, bunun için gerekli tedbirler alınmalıdır. Kin, nefret, öfke her şeyden önce kişinin kendisine zarar verir. Bir toplumda düşmanlığa dayalı haberler, programlar reyting yapıyorsa, her farklı değerlendirme bir cepheleşmeye yol açıyorsa, insanlar mutluluğu kavgada buluyorsa, başarı ve ayakta kalmak için düşmanlığın gereğine inanıyorsa, kin tutmanın açlığını çekiyorsa sözün bittiği yerdeyiz demektir.
Kainatın sahibi, canlı türünü neslin devamı için iki cinse ayırmış: Dişi ve erkek. İki cinsin sağlıklı ilişkisi, canlı türünün mutluluğu için de en önemli şart. Bu ilişkinin, dünyada ve ülkemizde sağlıklı yürüdüğünü söylemek zor. Bu konuda cinsel ifsat ile açlık, iç içe. Her iki durum da eğitimi, kontrolü, kanunları gerekli kılıyor. Alıcısı olan malın satıcı da olur, ticaretin kuralıdır. Cinsellik konusunda arz ve talep ilişkilerinin sağlıklı yürümediğini, fıtrata müdahale edildiğini, söylemek durumundayız. Taciz, tecavüz, sarkıntılık, sapıklık gibi kavramlar insanlığın ancak çirkin ve aşağılık yüzünü anlatmak için kullanılabilir. Bu sözcüklerin medyada, adli ve sosyal hayatta sıkça kullanıldığını görüyoruz. Cinsel açlığın tatmini için bu tarz eylemlere başvurulması, insanımızın yüzkarasıdır.
Her açlık, meşruiyet içinde, yeterince miktarda tatmin edilmek zorundadır. İnsan donanımı bunu gerekli kılar. İnsan, insanın kurdu değil, mutluluk aracıdır hakikatte. Dünya gerçeğine sömürgen iştahla, kapitalist gözlükle bakanlar, her değeri kazanç aracı gördükleri için bir tarafta açlık, bir tarafta tokluk iklimi oluşturuyor, iki tarafın insafsız kavgasıyla egemenliklerini devam ettiriyorlar.
Bu acımasız oyunun figüranı olmak, bu oyunu oynak zorunda değiliz. Din, insan içindir; insani olmayı, doğru bilgiyi gerektirir. Din hokkabazlarına ancak cahiller paye verir. Kin, içimizdeki müthiş enerjidir, doğru yönlendirilmeli, terbiye edilmelidir. İstismara açık bu duygumuz, kontrolsüz bırakıldığında atom bombasından daha tehlikelidir. Cinsellik, bir bakıma cinsler arasındaki muhabbettir, dayanışmadır, bereket enerjisidir; ancak kendi amacı dışında kullanılırsa, insanı hayvanlaştıran dürtümüzdür. Yer, zaman, miktarda dini ölçüler göz ardı edilirse, insanın hem kendisine hem karşıt cinsine saygısı kaybolur, kendi utancı olur.
İnsan olmak elimizde değildi, dünyada insanız. Açlığımızı da tokluğumuzu da iyi ayarlarsak, azı karar çoğu zarar dersek, doğru kaynaklardan beslenirsek insan kalmanın şükür ve sevincini yaşayacağız. Ölçü var, tat var; iyi niyet var, çözüm var. Kötüler, kötülere layık. Eşeklerin göremeyeceği tarafa bakalım.