Din ve Milliyet (3)

79

Tren yolunun yanında duran, fakat görünüşte üstüne doğru gelen korkunç trenden en ufak korku duymayan bu çocuğun yerine, İran’ın eski tarihinde geçen Rüstem veya Yunanlı Herkül’ü koyalım. Yani bir an için, tarihlere geçmiş olan acîp ve şaşırtıcı kahramanlıklarıyla beraber onlara tayyı zaman yaptırarak / zaman atlatarak; o çocuğun yerinde bulunduralım.

Onların zamanında tren olmadığı için, elbette trenin bir intizam ve düzen ile hareket ettiğine dair bir itikat ve inançları olmayacak. O iki kahraman bir anda kendilerini; başında ateş, nefesi gök gürültüsü gibi, gözlerinde elektrik şimşekleri olduğu hâlde karşılarına çıkan tren karşısında apışıp kalacaklar. Dehşetli tehditkâr hücumuyla karşılaştıkları için, Rüstem ve Herkül denen o kahramanlar ne kadar çok korkacak; arkalarına bakmadan nasıl da kaçacaklar. Görmedikleri, bilmedikleri, işleyişlerini anlamadıkları bu tren tehdidi karşısında; ne hürriyetleri kalacak ne de cesaretleri. Kaçmaktan başka çare bulamayacaklar. Çünkü onlar, onun kumandanı olduğuna ve bir intizamı bulunduğuna itikat etmedikleri; yani onun işleyiş tarzını bilmedikleri için, kendi başına hareket ettiğini sanacaklar. Başıboş olduğuna hükmedecekler. Treni gayet müthiş, dehşetli, parçalayıcı, vagon cesametinde yirmi arslanı arkasına takmış bir çeşit arslan sanacaklar!

İşte altı yaşındaki çocuğa, o iki kahramandan ziyade cesaret ve hürriyet veren şey; çok mertebe onların üstünde bir emniyet ve kokmamak hâletini veren şey; o masumun kalbinde hakikatin bir çekirdeği olan yani trenin intizamına ve dizgini bir komutanın elinde bulunduğuna olan inancı ve onun bunu bilmesidir. Trenin geçişi bir düzen içinde olduğunu görmesidir. O çocuk biliyor ve inanıyor ki, birisi onu kendi hesabına gezdiriyor. İşte bu husus; onun itikadı ve inancıdır. Bu inanç; onu korkmaktan ve endişe duymaktan alıkoyuyor.

Evet, o iki kahramanı son derece korkutan ve vicdanlarını vehme esir eden; onların -onun komutanını bilmemek ve intizamına inanmamak olan- cahilane itikatsızlıkları yani bilgisizlikleridir.

Bu örnekte, o mâsum çocuğun imanından gelen kahramanlığı nasıl gördükse; Türk ve Türkleşmiş milletlerin -kalblerinde yerleşen iman ve itikatları olduğu için- yeryüzünde sayısız devletlere, milletlere karşı aynı kahramanlığı; imanlarından gelen bir kahramanlıkla, İslâmiyet ve manevî mükemmelliğin bayrağını; bin sene boyunca Asya, Afrika ve yarı Avrupa’da gezdirmişlerdir. İşte bu parlak sonucu; “Ölsem şehidim, öldürsem gaziyim.” diyerek; ölümü gülerek karşılamalarına borçludurlar.

Bilelim ki, dünyadaki düşmanca zincirleme olayların da, ancak bu şekilde üstesinden geliyor ve gelecekler. Hattâ mikroptan tâ kuyruklu yıldıza kadar, insanın tüm istidatlarına karşı düşmanlık vaziyeti alan; o dehşetli tren hükmündeki tehditlere karşı, ancak iman kahramanlığıyla mukabele edip korkmamış; İlahî kadere karşı sahip olduğu iman sayesinde ve bu inanca teslimiyetle korkmamış. Dehşet almak yerine, hikmet, ibret ve bir çeşit dünya saadetini elde etmişlerdir. Nitekim tarih boyunca kazanan başta Türk ve Arap milletleri ve bütün Müslümanların -o masum çocuk gibi- fevkalâde manevî bir yiğitlik ortaya koydukları malûmdur. Bu da gösteriyor ki:

İstikbal ve geleceğin mutlak hâkimi, âhirette olduğu gibi, dünyada da İslâmiyet milliyetidir. Nitekim, temsildeki o iki acîp kahramanın pek şaşılası korku, telaş ve elemlerinin sebebi: Onların itikatsızlıkları, bilgisizlikleri ve dalâletleri yüzündendir. Çünkü, küfür ve dalâlet; bütün kâinatı, dalâlet ehline; binler müthiş düşman tâifeleri ve silsileleri olarak gösteriyor.

Kör kuvvet, serseri tesadüf, sağır tabiat elleriyle; Güneş Sistemi’nden tut, tâ kalbdeki verem mikroplarına kadar binlerce düşmanı; biçare insana hücum ettiriyor. İnsanın çok yönlü mahiyeti, küllî istidatları, hadsiz ihtiyaçları ve nihayetsiz arzularına karşı; mütemadiyen korku, elem, dehşet ve telaş verdiriyor.

Nitekim, küfür ve dalâletin bir cehennem zakkumu olduğunu ve bu dünyada da, sahibini bir cehennem içine koyduğunu; din ve imandan hariç binlerce medeniyet, fen ve teknikteki yükselişlerin; o Rüstem ve Herkül’ün kahramanlıkları gibi, beş para fayda vermediğini gördük ve görüyoruz. Belki yalnız his iptali gibi, geçici olarak, o acıklı korkuları hissetmemek için, insana sefahet ve sarhoşlukları şırınga ediyor o kadar.

 

 

Önceki İçerikYunus Emre
Sonraki İçerikMakedonya’da “İYİ” Bir Hıdrellez Kutladık
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.