Din – Felsefe İlişkisi (VI)

87

     Peygamberler ve onların izinde gidenlerin belirttikleri gibi kâinatta, dünyada ve sosyal ve toplum hayatında yardımlaşma, cömertlik ve ikram kanunları vardır.

     Kâinatın düzeni, saat gibi işleyişi bunlara bağlıdır.

     Bitki, hayvan ve insanların yaşamları ancak Peygamberliğin sosyal hayattaki bu prensibe dönüşmüş neticelerinden olan kanunlarla imkân dâhiline girmiş. Yaşanılır hale gelmiş, hayat olanaklı olmuştur.

     Nitekim Güneş ve Ay’ın belli yörüngelerde belli zamanlarda, belli hızlarla hareket etmeleri ancak yardımlaşma, cömertlik ve imkân kanunları sayesinde mümkün ve olanaklı olmakta.

     Hem kendi varlıklarının varlığı ortaya çıkabilmekte, devam etmeleri sağlanmakta. Bu şekilde bitki, hayvan ve insanlara yararlı olabilmektedirler.

     Nitekim bu kanunlar sebebiyle bitkiler; hayvanların yardımına koşturulmakta. Bu kanunlar sayesinde hayvanlar; insanların yardımına sevk edilmekte.

     Hatta yediğimiz şeylerdeki atomlar; beden hücrelerinin yardımına ancak bu kanunlar vesilesiyle gönderilmektedir.

     İşte bütün bunlardan sonra düşün!

     Felsefecilerin ve onların takipçilerinin tuttuğu; karanlık ve çıkmaz yolları nerede?

     Peygamberlerin ve onların izinde gidenlerin ışıklı yolu olan yardımlaşma, cömertlik ve ikram kanunları nerede?

X

     Felsefe ve Hikmetin sosyal hayattaki prensiplerinden biri de şudur:

     Hayat bir kavgadır. Hayat bir mücadeledir.

     İşte Peygamberlerin her şey birbirine yardım ediyor. Her şey birbirinin yardımına koşturuluyor ilahî kanunu nerede?

     Zalim ve canavar insanların, vahşi hayvanların yaratılışlarını kötüye kullanmalarından kaynaklanan mücadele prensibi nerede?

     Evet, Felsefeciler; cidal düsturunu / mücadele prensibini o kadar esaslı ve kapsamlı kabul etmişler ki, “Hayat bir cidal ve mücadeleden ibarettir. Hayat bir cedelleşmedir!” diye cahilce hükmetmişler.

     Peygamberlerin nazara verdiği bir yüce prensip de şudur:

     Ki Allah’ın birliği hakkındadır:

     “El-Vahidü la yasduru illâ ani’l-vâhid.”

     “Her birliği bulunan yalnız Bir’den, Bir olandan meydana gelir.

     “Madem her şeyde ve bütün eşyada bir birlik var. Demek bir tek Zatın icadıdır.”

     Öyleyse düşün, Felsefecilerin tuttuğu karanlık ve çıkmaz yol nerede?

     Peygamberlerin yürüdüğü ışıklı yol olan Allah’ın birliğini dile getiren düstur ve prensibi nerede?

     Eski Felsefenin bir inanç prensibi şudur:

     “El-Vahidü la yasduru anhü ille’l-vahidü.”

     “Bir’den, bir olan şeyden, bir olandan; bir meydana gelir.”

     Yani “Bir Zattan bizzat bir tek şey meydana gelebilir. Diğer şeyler, aracılar aracılığıyla ondan meydana gelir.”

     Felsefeciler bu hükümleriyle Allah’ı; âciz, ellerinden bir şey gelmeyen vasıta ve aracılara muhtaç göstermişlerdir.

     Oysa o Allah ki, kesin şekilde hiç bir şeye ihtiyaç duymaz. Mutlak kudret sahibidir.

     Bu hükümleriyle Felsefeciler, tüm sebepleri, aracı ve vasıtaları Rab lığa ortak etmiş oluyorlar. Haşa Allah aracısız bir şey yapamaz, bir şey yaratamaz sanıyorlar.

     Böyle sandıkları için, büyüklük sahibi Yaratıcıya da “akl-ı evvel” / “ilk akıl” denen bir mahlûku vermişler.

     Bu şekilde diğer mülkünü sebeplere ve aracılara paylaştırmışlar. Yani Allah’ın yaratıcılığı gibi onlara da yaratıcılık vermişler. Böylece büyük bir şirke yol açmışlar.

     İşte böyle şirkle karışık ve sapıklığı meslek ve yol edinmiş o Felsefecilerin prensibi nerede?

     Kesin şekilde hiçbir şeye ihtiyaç duymayan sınırsız kudret sahibi Allah’ın koyduğu kanunlar nerede?

     Filozofların yüksek kısmı olan yani bilginin kaynağının manevî aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünü savunan İşrakiyyun; işte böyle halt ederler. Böyle karıştırırlar.

     Artık sen Maddiyyun / Materyalistler, Tabiiyyun / Tabiatçılar gibi Felsefecilerin aşağı kısımları ne kadar halt edeceklerini, işi ne kadar karıştıracaklarını kıyas edebilirsin.

     Peygamberlerin hikmetli prensiplerinden biri de şudur:

     “Ve in min şey’in illa yüsebbihu bihamdihi.”

     “Hiçbir şey yoktur ki,  O’nu hamd ile tesbih etmesin. Noksan sıfatlardan uzak tutmasın.” (İsra: 44)

     Bu âyetin sırrı şudur: “Her şeyin, her canlının neticesi, hikmeti; kendine ait bir ise, Sanatkârına ait sonuçları, benzersiz, harika şekilde yaratan Fâtırına bakan hikmetleri, gaye ve faydaları binlercedir.

     “Her bir şeyin, hatta bir meyvenin, bir ağacın meyveleri kadar hikmetleri gaye ve faydaları, sonuçları bulunur.”

     İşte gerçeğin ta kendisi olan bu hikmet prensibi nerede?

     Felsefenin çıkmaz yolları nerede?

     Felsefe der: “Her bir canlının sonucu kendine bakar. Yahut insanın menfaat ve yararlarına aittir.”

     Böyle diyerek koca dağ gibi bir ağaca hardal gibi, hardal taneciği kadarcık bir meyve, bir netice takar.

     İşte Felsefenin gayet manasız bir faydasızlık içinde gördüğü hikmetsiz, yaldızlı hikmet prensipleri nerede? Peygamberlerin gösterdiği ışıklı yol nerede?

     Yani görünüşte güzel ve süslü, gerçekte ise içi boş ve çürük olan hikmetsiz Felsefenin düstur ve kanunları nerede? Peygamberlerin gösterdikleri ışıklı yol nerede?

     İşte bu örneklere binler misali kıyas edebiliriz.

Önceki İçerikÖrfe Dayalı Ayetler, Riba ve Faiz
Sonraki İçerikDeprem Üzdü Örnek Davranışlar Gururlandırdı
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.