Din – Felsefe İlişkisi (IV)

93

     Ene denilen Ben ve Benliğin bir yönünü Peygamberler tutmuş gidiyor, diğer tarafını Felsefe tutmuş geliyor demiştik.

     Ben ve Benliğin ikinci yüzünü ise, Felsefe tutmuştur.

     Felsefe ise Ben ve Benliğe mana-yı ismiyle nazar etmiş. Yani bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan manasıyla bakmış.

     Yani Felsefe; Ben ve Benlik için “Kendi kendine delalet ve işaret eder.” der. Mana ve anlamı kendindedir, diye düşünür. Kendi hesabına çalışır, bilir. Öyle hükmeder.

     Varlığı; aslî ve asıl olduğunu sanır.

     Varlığı “Zatında / kendisinde bizzat bir varlığı vardır.” der.

     Ben ve Benliğin bir hayat hakkı vardır diye tutturmuş gider.

     Tasarruf etme, kullanma hususunda gerçekten söz sahibidir, düşüncesinde bulunur.

     Ben’i değişmez bir gerçek addeder.

     Görevini, kendini sevmesine verir.

     Kendi kendine geliştiğini tasavvur eder.

     Ben ve Benliği kendi kendine olgunlaşan, mükemmelleşen bir şey olarak bilir.

     Oysa Ben ve Benliğe bu çeşit bakışlar; asılsız bir iddia ve savdan başka bir şey değildir.

     İşte Felsefe ve Felsefeciler ve onların peşinde gidenler; meslek ve görüşlerini bunun gibi çok bozuk temeller üstüne kurmuşlar.

     Oysa o esaslar, o temeller o kadar çürüktürler ki, Felsefe zincirinin en yetkin fert ve bireyleri o silsile ve zincirin en zeki ve deha sahibi olanlarından Eflatun, Aristo, İbni Sina ve Farabî gibi adamlar şöyle demişlerdir:

     “İnsanoğlunun gayelerinin son noktası, asıl hedefi (hâşâ) Allaha benzemektir. Yani varlığı zorunlu olan, varlığı olmazsa olmaz olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allaha benzemektir!”

     Bu deyişleriyle Firavuncasına yani onun gibi Tanrılık iddia ve savında bulunmuşlar. Firavun gibi bir hüküm vermişler.

     Ben ve Benliği kamçılamışlar.

     Allaha ortak koşulan şirk derelerinde serbestçe at oynatmışlar.

     Sebeplere tapan, putlara tapan, tabiata tapan ve yıldızlara tapanlar gibi Allaha ortak koşan bir çok gruplara meydan açmışlar.

     İnsanlığın esasında var olan acizlik, zayıflık, fakirlik, ihtiyaç, noksanlık ve kusur kapılarını kapamışlar. Kulluğun yoluna set ve engel olmuşlar.

     Tabiata, doğaya yani kâinat ve içindekilere saplanıp kalmışlar. Allaha ortak koşmak denen şirkten; tam olarak çıkamamışlar. Şükrün geniş kapısını bulamamışlar.

     Peygamberlerin ve onların izinden gidenlerin yolu ise, insanlık gaye ve maksadıyla, insanlık göreviyle, ilahî ahlâk ile ve güzel huylar ile ahlaklanmaktır.

     Allah’ın ahlâkıyla ahlaklanmak demek; Allah’ın bin bir isimlerinin gerektirdiği biçim ve anlayış içinde hareket etmektir. Kısaca Allah’ın boyasıyla boyanmaktır.

     Bununla beraber acizliğini ve güçsüzlüğünü bilip, ilahî kudrete sığınmaktır. Zayıflığını görüp ilahî kuvvete dayanmaktır.

     Fakirliğini -tabii ki Allah karşısında- görüp ilahî rahmete itimat edip güvenmektir.

     İhtiyacını görüp, Allah’ın sınırsız zenginliğinden yardım istemektir.

     Kusurunu görüp, Allah’ın affına yönelerek istiğfar etmek yani ondan bağışlanmasını dilemektir.

     Eksikliğini görüp, Allah’ın mükemmelliğine tespih edici olmaktır; yani Allah’ı noksan sıfat ve niteliklerden uzak tutmaktır.

     Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak, şanına lâyık ifadelerle onu anmaktır.

     İşte Peygamberler böyle diyerek kulluğa yakışır şekilde hareket edilmesi lâzım geldiğine hükmetmişlerdir. 

Önceki İçerikDin – Felsefe İlişkisi (III)
Sonraki İçerikDr. Tümamiral Cihat Yaycı’dan 5 Adet Aktüel Kitap
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.