Din – Felsefe İlişkisi (I)

94

     İnsanlık âlemi; Hz.Âdemle başladı. Bu güne geldi. Kıyamete kadar da devam edecek. Kıyamete değin sürüp gidecek.

     O günden bu güne iki büyük akım baş gösterdi.

     O günden bu güne iki fikir zinciri ortaya çıktı.

     Her iki fikir akımı her tarafta iki büyük ağaç gibi dal budak saldı.

     Her iki düşünce akımı insanlık tabakasında iki büyük ağaç gibi dal budak saldı.

     Hz. Âdem’den bu güne kadar akıp gelen iki büyük akımdan birini Din, Diyanet ve Peygamberlik zinciri oluşturmaktadır.

     Yani bu zincirin başını Peygamberler çekmekte. Bu grubu teşkil edenlere Din ve Diyanet rehberlik etmektedir.

     Hz. Âdemden bu güne değin akıp gelen iki büyük akımdan diğerini de Hikmet ve Felsefe silsilesi, Hikmet ve Felsefe zinciri meydana getirmektedir.

     Yani bu akım, bu silsile ve bu zincirin başını Hikmet ve Felsefe çekmekte. Bu zümreyi ortaya koyanlara Hikmet ve Felsefe yol göstericilik yapmış ve yapmaktadır.

     Kısaca Hz. Âdemden, bu güne ve bu günden Kıyamete kadar bu iki büyük akım birbirine paralel ve koşut olarak akıp gelmekte. Kıyamete doğru gitmektedir.

     Bu yolculuklarında, bu tarihî akışlarında bâzan biri bâzan diğeri öne geçecek; bu yarışları Kıyamete dek devam edecektir.

     Gerçi kemiyet ve nicelik olarak, sayıca birbirlerine oranı her asır ve çağda değişse de keyfiyet ve  nitelik olarak, fazilet bakımından üstünlük daima Din, Diyanet ve Peygamberler silsilesinde kalmaktadır.

     Her ne vakit o iki silsile, o iki zincir ve akım birbirine karışmış, o iki zincir bir ve bütün olmuşlarsa; yani felsefe zinciri din zincirine katılıp ona itaat edip boyun eğerek ona hizmet etmişse; yani akıl hâkim / hükmedici değil; hâdim / hizmetkâr olmuşsa; yani Felsefe Dinin hizmetine girerek, ona yardımcı olmuşsa; insanlık âlemi parlak bir saadete kavuşmuş mutlu, toplumsal bir hayat geçirmiştir.

     Ne vakit ayrı gitmişlerse; yani felsefe ve hikmet zinciri din silsilesine katılmayıp; ona itaat etmemiş. Ona boyun eğmemiş. Ona hizmet etmemişse; yani akıl hâdim / hizmet edici değil de, hâkim / hükmedici olmuşsa; yani felsefe dinin hizmetine girmeyerek; ona yardımcı olmamışsa; insanlık âlemi karanlığa gömülmüş, yollarını şaşırmış. Doğruyu bulamaz, güzeli göremez, iyiyi seçemez olmuştur.

     Çünkü Din ve Diyanet aklı hâdim / hizmetkâr bilmiş. Hikmet ve Felsefe ise aklı hâkim / hükmedici görmüştür.

     Çünkü Din ve Diyanet aklı yol olarak değil; yolu aydınlatıcı olarak bilmiş. Hikmet ve Felsefe ise  aklı yol olarak, yolun ta kendisi olarak görmüştür. Tâbi, uyan değil; metbu, kendisine uyulan olarak görmüş; yani aklı; tâbi olan, uyan; peşinde giden olarak değil; aklı peşinden gidilen olarak görmüştür.

     İşte bu aynı kökten çıkan iki ayrı dal; iki ayrı meyve, iki ayrı netice vermiş. Farklı iki çığır açmış. İki ayrı insan grubunun oluşmasına sebep  olmuştur.

     İşte tarih, bu güne kadar, aynı kaynaktan içen iki oluşumun serencamı, macerası olmuştur.

     Çünkü akıl; hâkim / hükmedici değil; hâdim / yardımcıdır.

     Akıl; yol buldurmaz; bulunan yolda görmeyi sağlar sadece.

     Çünkü akıl terazi gibidir. Terazi üretmez, tartar sadece. Akıl yol bulmak için değil, bilinen yolda yürümeyi sağlamak içindir.

     Akıl, göz gibidir. Nasıl ki gözün görmesi ışığa bağlıdır.

     Akıl gözü de; görmek için ışığa muhtaçdır.

     Akla görmeyi sağlayacak olan ışık ise, vahiy ışığıdır. İlahî ışıktır. Manevî nurdur. Kur’an nûrudur.

     “Allah göklerin ve yerin nurudur.” mealindeki ayetin manasını bir de bu açıdan düşünürsek, önümüzde aydınlık, geniş ufuklar açılır.

     Evet insanın gözü, badem gözlü de olsa; nasıl ki ışık olmayınca bir şeye yaramıyorsa; akıl gözü de vahiy ışığından mahrum ve yoksun kalırsa göremez olur. Karanlıkta kalır. Bu durumda akıl gözü bir işe yaramaz.

     Bütün bunlar, aklı hafife alıyoruz. Akla önem  vermiyoruz şeklinde sakın ola ki yorumlanmasın. Tersine verdiğimiz örneklerle akıl gibi çok kıymetli bir teraziyi; nasıl, nerde ve ne şekilde kullanmamız gerektiğine ışık tutmaya çalışıyoruz.

     Çünkü biliyoruz ki dinimiz akıl dinidir. Aklı olmayanın dini de yoktur. Tabii ki o akıl, gerçek akıl olmak şartıyla.

     Konudan fazla uzaklaşmayalım ve sadede dönelim:

     Evet Din-Diyanet ve Peygamberler silsilesi ile Hikmet ve Felsefe zinciri; yani bu iki büyük akım ve akış ne zaman ki aynı mecrada akmamıştır. Aynı akış tabanında birlikte yol almamışlar. Ne vakit ayrı gitmişlerse, bütün hayır, bütün iyilik, tüm aydınlık ve ışık; Din-Diyanet ve Peygamberlik zinciri etrafına toplanmış; olanca şer ve kötülükler, hak yoldan çıkışlar ve sapkınlıklar, inançsızlıklar hep felsefe zincirinin etrafında kümeleşmişler, toplanmışlar ve cem olmuşlardır.

Önceki İçerikAmerika İstedi diye Türkçülük Yapmak!
Sonraki İçerikIstakoz Sepeti Demokrasisi
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.