Dilin Unutturulması: Kültürel Soykırım

80

Bilindiği üzere insanlık tarihinin belli dönemlerinde belli kültürler buna bağlı olarakta belli diller ön plana çıkmıştır. Bu diller iletişim aracı olarak kullanılmalarının ötesinde hakim kültürün yayılması, diğer bir deyişle diğer kültürlerin hakim kültürü benimsemeleri adına bir araç olarak kullanılmışlardır.

Buna en iyi örnek İngilizlerin İrlanda’yı işgalleri sırasında, İngilizlerin kendi dillerinden daha eski daha köklü Gaelik dilini yasaklayarak İrlandalılara kendi dilerini dikte etmeleridir. Burada temel amaç; dilin unutturularak hakimiyet altına alınan toplumların tarihlerini, kültürlerini okuyamaz-konuşamaz hale getirilme isteğidir. Tarihini, geçmişini bilmeyen toplumlar yok olmaya mahkumdurlar.

Bizler de bugün, Türkiye olarak, yüce Türk milleti olarak aynı saldırıyla karşı karşıyayız. Bu saldırı silah ve zor kullanma yoluyla olmasa bile günün şartlarına uygun, kültürel emperyalizm ile gerçekleştirilmeye çalışılıyor.

Aşağıda okuyacağınız satırlar kendilerini Atatürk’ün Kızları olarak tanıtan ama bunu İngilizce olarak ifade etmekten sıkıntı duymayan bir gruba ait.

ıÜüDaughters_of_ Ataturk@yahoogro ups.com

Türkçe’mizin güzel bir lisan olduğu konusunda hepimiz mutabıkız ancak Türkçe lisanını tüm dünyanın konuşmadığı konusunda da mutabık kalarak, yabancı insanların biz Türklerin ne tür insanlar olduğu, kültürümüz, geleneklerimiz, ülkemiz vs hakkında bilgi sahibi olabilmeleri için onlara Türkçe değil anladıkları lisanla ulaşabilmenin önemini artık kavramamız gerek.

Bir lisan bir insandır” diye boşa dememişler. Lisan konuşabilmek ayıp değil, öğrenmemek, öğrenmek için gayret dahi göstermemek ayıp. Türk insanlarının dış ülkelerde lisan zayıflığından ötürü çektiği sıkıntıları hepimiz gayet açık şekilde gözlemliyoruz.

Yukarıdaki iki paragraftan da anlaşılacağı üzere, savunulan tez,  gibi Biz Türklerin kendilerini diğer ülkelere, özellikle İngilizce konuşan toplumlara anlatabilmemiz için onların dillerini öğrenmek zorunluluğumuz vardır.

Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olduğunu düşündüğüm bu insanlara bazı tarihsel olayları anlatmanın ulu önder Başbuğumuz Atatürk’ün en büyük mirası olduğunu bir kez daha belirtmek istiyorum.

“Atatürk ülkemizde bilim dilinin Türkçe olması için bizzat kendisi çalışmalarda bulunmuş, tüm derslerin Türkçe olarak okutulması için büyük özen göstermiş, bizzat kendisi 1934 yılında bir “Geometri” kitabı yazarak “üçgen” vb. gibi kelimeleri Türk diline kazandırmıştır.”

Atatürk’ün şu özdeyişlerini de unutmamak gerekir:

“Türk demek dil demektir. Milliyetin en bariz vasıflarından biri dildir. Türk her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.”

“Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkelerini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

“Kati olarak bilinmelidir ki Türk milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatında hakim ve esas olacaktır.”

Bunlardan da anlaşılacağı gibi Atatürk ısrarla Türk dilinin kullanılmasını ve geliştirilmesini istemektedir. Gerek “Nutuk” da gerekse diğer eser, toplantı ve söyleşilerinde Türkçemizin sadece kullanılması ve geliştirilmesi ile de kalınmayıp dünya üzerinde yaygınlaştırılmasını ısrarla vurgulamıştır.

Değerli bilim adamı Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu “Bye Bye Türkçe” adlı eserinin 86. sayfasında bakınız ne diyor: “Yabancı dil bilmek, anadiline çevirebilmek demektir. Türkçesini bilmediği için, çeviremeyen kişiler, yabancı dil bilmekle, öne sürüldüğü gibi bir kişilik daha kazanmış olmaz, kendi kişiliğini de kaybetmiş olur.”

Sayın Sinanoğlu’nu okumaya devam edelim: “Ocak 94’te Washington’da yapılan Amerika’daki Türk Bilim Adamları Derneği Toplantısı’nda, Türkiye’den katılan ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi mensupları başta olmak üzere konuşmacılar -Sayın Murat Karayalçın hariç- konuşmalarını İngilizce olarak yaptılar. Halbuki dinleyiciler hep Türk’tü, arasıra katılan tek tük bir iki Amerikalı Türkiye uzmanı da pek iyi Türkçe biliyorlardı.”

Maalesef durum bu kadar ciddiyken, cankurtaran-ambulans, meclis-parlamento, bakanlar kurulu-kabine, gezgin-mobil, aşırı-radikal, yıldız-star, toplumsal-sosyal gibi dilimize katılan, her biri bir atom bombası tesirindeki değişimleri engellemeye çalışacağımıza, Türkçemizin güzel bir lisan olduğu konusunda hepimiz mutabıkız ancak Türkçe lisanını tüm dünyanın konuşmadığı konusunda da mutabık kalarak, yabancı insanların biz Türk’lerin ne tür insanlar olduğu, kültürümüz, geleneklerimiz, ülkemiz vs hakkında bilgi sahibi olabilmeleri için onlara Türkçe değil anladıkları lisanla ulaşabilmenin önemini artık kavramamız gerek gibi cümleler kurmak bu yaklaşımı, ezikliği, aşağılık duygusunu normalleştirmeye çalıştırmak dilimize, Türklüğümüze yapılmış en büyük ihanettir.

9 Temmuz 1921 tarihli The Nex York Times gazetesinin şu cümlelerini hatırlatmakta fayda var: “Mustafa Kemal denen Türk düzenbazı İtilaf Devletleri’ni birbirine düşürmeye çalışıyor. Küstah Türk Paşa’sının istekleri arasında savaş öncesi duruma dönülmesi de var”

Yine aynı gazetenin 3 Şubat 1922 tarihli nüshasına bakalım: “Senatör King: Mustafa Kemal denen haydutun vahşet ve zulmüne karşı çıkmalıyız.”

Sonuç itibariyle şunu vurgulamakta fayda var; Atatürk hiçbir zaman yabancı dil öğrenmeye karşı olmamıştır. Hatta kendi emriyle birçok başarılı Türk genci yurt dışına gönderilmiş, orada dil öğrenmeleri sağlanmış, buna bağlı olarak oradaki müspet gelişmeleri Türk toplumuyla paylaşmaları istenmiştir. Ancak hiçbir zaman Türk milletinin kendisini anlatmak için yabancı dil öğrenme zorunluluğunu dillendirmemiş, yazmamış, böyle acı bir ifadede bulunmamıştır.

Onun böyle bir düşüncede olmadığının en önemli göstergesi ise şöyledir:

Dünya 1930’lu yılları yaşamaktadır. Genç Türkiye Cumhuriyetimiz her alanda yeni bir yapılanma ve atılım içindedir. Tam bu dönemde Almanya’da Hitler hakimiyeti yaşanmaktadır. Hitler, Almanya’daki Yahudi olanları veya ailesinden biri Yahudi olan öğretim görevlilerini işlerinden atmaya, daha sonra da öldürtmeye başlar. Bu soykırımdan kaçmak isteyen bilim adamları, çareyi Atatürk’e başvurmakta bulurlar. Ona, hayatlarını kurtarmalarını buna karşılık Türkiye’de kendi dallarındaki birikimlerini paylaşabileceklerini söylerler. Atatürk gelmelerine izin verir. Bu şekilde hem çağdaş bilim temsilcileri yok olmayacak hem de Türk öğrencileri çağdaş bilimle tanışacaktır. Ancak gelmeleri için tek şartı vardır: İki yıl içerisinde Türkçe öğrenerek derslerini Türkçe vereceklerdir.