Dil Yaresi

90

 

Dil ile milli ruh ve kültür birbirinden ayrılamazlar. Dil kültürün temelini teşkil etmekte olup, taşıyıcı durumundadır. Dil bozulduğu takdirde milli ruh ve kültür diye bir şey kalmaz. Hepsi yok olur. Bu itibarla, hepimizin “Dil” meselesinde azami hassasiyeti göstermemiz icap etmektedir.

Rahmeti Rahmana kavuşmuş bulunan değerli Hocamız Prof. Dr. Faruk Kadri TİMURTAŞ “Türkçe’miz ve Uydurmacılık” isimli kitabının takdim yazısında aynen,

“Dil meselesi bir milli müdafaa meselesidir. Dilimizi korumak, vatanı korumakla birdir. Çünkü dil de vatan kadar, tarih kadar, gelenek ve töre kadar azizdir. Dilde bayrak gibi, aile gibi mukaddesattandır.

Belki de hepsinin ifadesi, aksi onda olduğu için hepsinden öncedir. Dil olmayınca millet olmaz, milliyet olmaz. Milli kültürün baş unsuru dildir.

Dil sevgisi, vatan sevgisi, ana sevgisi gibidir,  sınırsızdır, her türlü fedakarlığı gerektirecek kadar engindir. Helal süt emenler vatanı da her şeyden üstün tutarlar. Sütü bozuk olanlar ancak dili bozmaya çalışırlar.”İfadesi yer almaktadır.

Rahmetli Hocamız lisanın ehemmiyetini öz olarak çok güzel hülasa etmiş bulunmaktadır. Cenab-ı  Allah kendilerine  rahmet eylesin, mekanı Cennet olsun.

Yine lisan hususunda söz sahibi olup,  O da rahmetli olan Prof. Dr. Necmettin HACIEMİNOĞLU da “Türkçe’nin Karanlık Günleri” isimli eserinde lisanın ehemmiyetini izah ettikten sonra,  kitabının bir yerinde,

“Türk Dilinin sadeleştirilmesi hareketinin asıl gayesinden saptırılarak tam bir kültür ihtilali şekline dönüşmesi 1960 yılından itibaren başlamıştır. Tesir sahası çok geniş Devlet organlarının ve kuruluşlarının böyle bir kültür yıkımına öncülük etmeleri Türkçe’nin çöküşünü büsbütün hızlandırmıştır. Eğer Türk milliyetçileri bu yıkılışın karşısına dikilmezlerse, en geç bir nesil sonra Türkiye de Türk diliyle yazılmış ilim, fikir ve sanat eserine rastlamak mümkün olmayacaktır.”

Tespitinde bulunmuştur. Hocamıza Cenab-ı Allah’tan rahmet niyaz ediyoruz. Hocamızın 1970 yıllarında üzerine ehemmiyetle parmak bastığı tehlike maalesef bugün de devam etmektedir.

Üzülerek ifade edelim ki, geçmiş yıllarda dilde çok aşırı bir şekilde tasfiye hareketi başlatılmıştır. Bunun öncülüğünü de başta okullar olmak üzere,  basın yayın organları ile televizyon kanalları yapmıştır. Bu gün de basın yayın organları ile TV Kanallarının vurdumduymaz ve hatta gaflet teşkil eden tutum ve davranışları sebebiyle dilimizin yozlaşması devam etmektedir.

Türk Dil Kurumu’nda uzun yıllar Agop DİLAÇAR başkanlık yapmıştır. Bu şahsın böyle milli bir kuruluşumuzda başkanlık yapması hiç bir kimseyi rahatsız etmediği gibi, kimsede kendine dert edinmemiştir. Bilhassa Agop DİLAÇAR’ döneminde yediden yetmişe herkes tarafından kolayca anlaşılan birçok kelime, Arapça veya Farsça’dan gelmiştir diyerek atılmak suretiyle bunların yerine ne idüğü belirsiz, dil bilgisi ve gramer kaidelerine uymayan kelimeler getirilmiştir.

Bu suretle, öyle durumlar meydana gelmiştir ki,  bir kelime Öz Türkçedir diye alınıp, onun karşılığında yüzyılladır kullanılıp milli kültürümüzün bir parçası haline gelmiş bulunan kelimeler atılmaktadır.

Bunlara birkaç misal verecek olursak mesela, aslı Türkçe olmayan Fransızcadan alınma “Onur” kelimesi dilimize yerleştirilmeye çalışılmaktadır. “Onur” kelimesi,

1-Haysiyet 2-Şeref 3-İzzetinefis 4-Gurur 5-Kibir

Gibi kelimeler yerine kullanılmaktadır. Bu suretle dilimizden beş kelime atılıp, onun yerine Türkçe ile hiçbir alakası olmayan “Onur” kelimesi ikame edilmeye çalışılmaktadır.

Bir diğer calibi dikkat kelime de “Amaç” kelimesidir. Bu kelime de dilimizde evvelce kullanılmakta olan,

1-Maksat 2-Gaye 3-Hedef gibi kelimeler yerine kullanılmaktadır.

Bir de şu husus vardır ki, kullanılan bir kelime sürekli devrim prensibi gereğince mütemadiyen değişikliğe uğratılmaktadır. Bunun en bariz misali de “Tamim” kelimesinin başına gelenlerdir. Bir zamanlar herkes tarafından kullanılan bu kelime kimleri rahatsız etti ise, bunun yerine “Genelge” kelimesi kullanılmaya başlanılmıştır. Tam buna alışalım derken bu defa genelgeyi “Bildirge” yaptılar. Buna da eyvallah demek üzere iken, kısa bir süre sonra bu da yerini “Bildiri” kelimesine bıraktı. Hızını alamayan Devrimciler ve tasfiyeciler bunu da beğenmeyip bu sefer “Bildirik” demeye başladılar. Eh bu kadar hızlı tasfiyeciliğe pes doğrusu demek lazım gelmektedir.

Bugün Öz Türkçecilik adı altında uydurukça denilen kelimeler benliğimize öyle işlemiştir ki, bazı milliyetçi ve muhafazakar insanlarımız dahi yozlaşmadan şikayetçi olmalarına rağmen, ne idüğü belirsiz nesebi gayri sahih kelimeleri kullanmaktan kendilerini alamamaktadırlar.

Bilindiği üzere, Millet olabilmenin ilk şartı, fertlerin ortak bir dile sahip olmalarıdır. Zira bir topluluğu Devlet yapan unsurların başında dil birliği, din birliği, bayrak birliği gelmektedir.

Millet mefhumu tarif edilirken ortaya çıkan çeşitli görüşlerin hepsinde dil birliği ilk temel unsur olarak daima başta gelmektedir. Dilin çökmesi, Milletin dağılması, kaybolması demektir. Milleti tek vücut olarak ayakta tutan iskelet lisandır.

Konfüçyüs’e sormuşlardır, bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız ilk iş olarak ne yapardınız? Konfüçyüs şöyle cevap vermiş

“Önce dili düzeltirdim.  Çünkü dil düzgün olmazsa kelimeler, düşünceler iyi anlatılamaz. Düşüncele iyi anlatılamazsa yapılması lazım gelen şeyler iyi yapılmaz. Gereken yapılmazsa ahlak ve kültür bozulur. Ahlak ve kültür bozulursa adalet yolunu şaşırır. Adalet yanlış yola saparsa, halk güçsüzlük ve şaşkınlık içine düşer. Ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bu sebeple söylenilen sözü doğru söylemeli. Hiçbir şey dil kadar mühim değildir. “Konfüçyüs böyle söylemiş.

Dilimizden tasfiye edilmeye çalışılan kelimeler sebebiyle Güzel Türkçemiz devamlı olarak kelime kaybetmek suretiyle fakirleşmektedir. Dilden hiç kelime atılmaz mı? Elbette atılır. Ancak ses vermeyen, çalışmayan, eskimiş plak veya bant nasıl atılırsa, kelimeler de o hale gelince manası başka kelimeye geçtikten sonra atılır. Aksi taktirde atılan her kelime milli kültürümüzden kaybolan bir cevherdir.

Hiçbir dil yoktur ki, kelimelerin en az %20 si yabancı asıllı olmasın. Mesela İngilizce Fransızca, Almanca ve İtalyanca gibi Avrupa’nın dört zengin kültür dilinde Latince ve gerekçeden gelme binlerce kelime olduğu gibi bir birlerinden alınmış kelimelerin sayısı da binlercedir. Bugün dünya nüfusunun 1/5 i tarafından konuşulan İngilizce için Voltair’in söylediği şu söz meşhurdur. “İngilizce, fena konuşulan bir Fransızcadır.” Bu sözden hiçbir İngiliz alınmaz, İngilizce de değerinden hiçbir şey kaybetmez. İngilizcede yüz binden fazla kelime olduğu bilinmektedir. Bu bir dilin zenginliğini ifade eder. Türkçede ise yetmiş beş bin civarında kelime bulunmaktadır. Bunların ise çoğu kullanılmadığı için konuştuğumuz kelimeler birkaç bin ile sınırlı kalmaktadır. Bugün Amerika da bir ilkokul öğrencisi yedi bin civarında kelime ile okuyup yazmakta iken bu rakam memleketimiz için çok aşağılarda bulunmaktadır.

Bugün Afrika ve Yeni Zelanda yerlileri arasında konuşulan kelime sayısı sadece sekiz yüz civarındadır. Bu kadarcık kelimeyle ne ilim yapılır ne de meram anlatılabilir. Üzülerek ifade edelim ki güzel Türkçemizde geçmiş yıllarda kabile lisanı haline getirilmeye çalışılmış olup bu tehlike halen bugün de devam etmektedir.Bu arada şu hususu da ifade edelim ki kelime tahribatı  TBMM tarafından kabul edilen kanunun metinlerine kadar sirayet etmesi üzücü bir durum meydana getirmektedir.Buna bir misal vermek gerekirse ,2001 yıllarında kabul edilen Medeni Kanunda , her zaman kullandığımız yaşayan güzelim kelimeler atılıp yerine yeni  uydurukça kelimeler konmuştur. Mesela,

Temyiz / Ayırtım; Tahsis / Özgüleme; İkamet / Yerleşim yeri; Tehdit / Korkutma; Hata / Yanılma; İstifa / Çıkma; Teberru / Karşılıksız kazanma; Katip / Yazman; İhtimal / Olasılık; Taksim / Paylaşma; Teferruat / Eklenti; İstisnai/ Ayrık; Aidat / Ödenti; Eser / Yapıt; Sebep / Neden; İmkan /                              Olanak; Tedbir / Önlem; Şart / Koşul
olarak değiştirilmiştir. Şimdi bunların hangisi daha Türkçedir. Değiştirilen kelimeleri anlamayan bir kimsenin olacağını zannetmiyorum.

Bir de Eski Türk Ceza Kanununda bulunan “Müdahil” kelimesi atılarak bunun yerine Yeni T.C.K.’nunda  “Katılan” kelimesi konulmuştur ki, bu kelimenin müdahilin yerini tutması mümkün değildir.

Bu cümleden olarak, temennimiz ve talebimiz şudur ki, yeni hazırlanmakta olan Anayasamızın dili hususunda da gerekli hassasiyetin gösterilerek, yaşayan Türkçe kelimelerle yazılmasına azami itina gösterilmelidir.