AB’li bâzı diplomasi çevrelerinin Türkiye’nin iktisadî muhteşem potansiyelini, muhteşem jeopolitik, jeostratejik konumunu, millîci potansiyelini ve kendi ordularından daha güçlü bir orduya sahip olduğunu bilmeleri. (Taylan Sorgun, Ortadoğu, 17 Ocak 2000)
ABD’nin etkin yayın organlarından Time dergisinin “…Türkiye, NATO’nun Rusya ve Kafkasya sınırında yer alıyor. Türkiye’yi Avrupa’ya yaklaştırmak aynı zamanda Ankara ile Batı’nın güvenliğini birbirine destek yapmak anlamına geliyor.” Yorumunda bulunması. (Newyork AA, Milliyet, 13 Aralık 1999)
ABD ve AB’nin Türkiye’nin 21. Asra damgasını vuracağını görmeleri. Clinton’ın iki defa söylediği ve TBMM’nde ifade ettiği: “Dünya’nın 2000’li yıllardaki kaderi, ilk 25 yıl içinde Türkiye’nin alacağı kararlara bağlıdır.” Sözleri.
ABD nazarında, Türkiye’nin çok zengin yer altı ve yer üstü zenginliklerine sahip Orta Asya ve Kafkasya ile kültürel ortaklığı olan bir ülke olması. Türkiye’nin liderliğe namzet, tartışmasız ülke sayılması.
Clinton, “Önümüzdeki bin yılda, dünyanın bu bölgesinde, düşlerimizi süsleyen geleceğe ulaşma şansı” nı Türkiye’ye bağlarken samîmi olması. (M. Necati Özfatura, Türkiye, 25 Kasım 1999)
Avrupa Birliği’nin, gecikmeli de olsa, Türkiye’nin önemini kavraması. (Hasan Cemal -Brüksel, Milliyet, 25 Kasım 1999)
Türkiye’nin, hattâ tüm dünyanın, hattâ ve hattâ yeni uluslararası vizyonun kilidi, Avrasya olması. Turan’a egemen olan, dünyaya egemen olur düşüncesinin iktisadî boyutunun, enerji akışı yani Bakü – Ceyhan hattı olması. ABD’nin Soğuk Savaş’tan ziyade, Türkiye’ye yanaşmasının ardında, bu gerçeğin yatması. (Mim Kemal Öke, Türkiye, 26 Kasım 1999)
İstanbul’un AGİT’ten sonra “Dünya Başkenti”, “Avrasya Başkenti” diye anılması. (Rahim Er, Türkiye, 26 Kasım 1999)
Özetlersek: Çok kudretli bir Türkiye’nin, Doğu’da ve Batı’da hiçbir devlet tarafından arzu edilmeyip, Türk potansiyelinden korkulması. (Yılmaz Öztuna, Türkiye, 25 Ocak 1998)
AB’ye adaylığımızın onaylandığı, 11 – 12 Aralık 1999 Helsinki zirvesi öncesi ve -özellikle- sonrasında, yurt dışından ve ona paralel olarak yurt içinden, her vesileyle yoklanmamıza sebep olmaktadır. Rehavetimiz, gafletimiz fırsat bilinmek isteniyor.
Kâh sırtımız sıvazlanarak, kâh aba altından sopa gösterilerek, hem devletçe, hem de milletçe sâkinleştiriliyor, yatıştırılıyor; sesimizi artık daha fazla çıkartamayacak bir duruma, çok dolaylı ve sinsi bir yoldan sokulmak isteniyoruz.
Açıkça söyleyelim ki, giderek Helsinki Zirvesi ve Kopenhag kriterleri dayatmalarının, netice verebilecek ipuçları görülmektedir. Her ikisinde de, Türkiye’den hayatî tâvizler istenilmektedir. Ve bu hayatî tâvizleri isteyen güçler, onun ambalajlara sarılmış pazarlamacılığını ustaca yapmaktadırlar. Bu ustaca pazarlama ardına “İktisadî baskıları” da almıştır. (Taylan Sorgun, Ortadoğu, 22 Ocak 2000)
Nitekim, Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün, görev süresini uzatacak karar tasarısında, KKTC’ni de içine alan “iki taraf” ifadesi kullanılması gerekirken, Kuzey Kıbrıs’ı yok sayan “Kıbrıs Cumhuriyeti” şeklinde söz edilmesi. (Yasemin Çongar, Milliyet, 13 Aralık 1999)
Türkiye’yi hep bir emrivaki / olup bitti karşısında bırakmak, sonra da gafletimizi; onların ifadelerini kabul ettiğimiz şeklinde yorumlamanın zeminini hazırlamak için kullanmak istemektedirler.
35
BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs’ta taraflardan birinden “Cumhurbaşkanı”, diğerinden ise “Bay” diye söz ederek, nasıl karşılayacağımız hakkında nabız yoklaması; rahmetli Denktaş’ın, yapılanın farkına vararak durumu düzeltmek zorunda kalması. (Ferruh Zor – İstanbul, Türkiye, 20 Kasım 1999)
Dünya’nın en çok satan haber dergilerinden Time’ın, “Türkiye’nin Hazîneleri” kapağının, sadece Türkiye’nin bölgesinde yer aldığı ve sanıldığı gibi Avrupa, Amerika ve Asya gibi diğer kıt’alarda değil bu kapağın, bu haberin bile yer almadığının ortaya çıkması.
Dünya Dağıtım A.Ş. yetkilisinin, “Time bize, Türkiye’nin Hazîneleri kapağının, Avrupa ülkelerinin tümünde, piyasaya çıkacağını söylemişti. Biz de şaşırdık.” Demesi. (Dış Haberler Servisi, Milliyet, 21 Ocak 2000)
Nitekim Türkiye’nin yer aldığı kapakta, üstte “europe” deniyor. Sayının web adresi, www. Time. Com / europe şeklinde görülüyor. Kapağı gören, bunun Avrupa baskısı olduğunu sanıyor. Ve, web sitesine giren, Time Warner – AOL birleşmesiyle ilgili kapağı buluyor. Bu ise, basın ahlâkıyla çelişen bir yaklaşımdır. (Milliyet, 24 Ocak 2000) Üstelik, Time’ın Türkiye’yi hafîfe almasından başka nedir?
Huy edinmişlerdir. Bir ayakları Güneydoğu Anadolu’dadır, bir ayakları kendi başkentlerinde. Huy edinmişlerdir. İkide bir Güneydoğu Anadolu’ya sefer düzenlemekte orada yurttaşlarımız arasında “Azınlık kışkırtması” yapmaktadırlar.
Hattâ artık sadece kışkırtıcılık yapmak sınırını da geçmişler, oralarda “Türkiye’de yeni yerel düzenlemeler yaptıracaklarını” söyleyecek kadar, ileriye gitmeye başlamışlardır. (Taylan Sorgun, Ortadoğu, 17 Ocak 2000)
Nitekim, Avrupa Birliği Komisyonu tarafından finanse edilen ve dünya YEREL YÖNETİM ve Demokrasi Akademisi’nce yürütülen, “Muhtarlıkların ve mahallelilerin güçlendirilmesi projesi” kapsamında, Diyarbakır’da sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlemek üzere, “AB Mahalle Evi” açılması. (Milliyet, 25 Aralık 1999)
Halbuki bugün, sûreti haktan görünerek hizmet edenlerin -yakın geçmişte misyoner okullarının, yıkıcı faaliyetlerini hatırlarsak- yarın bu hizmeti hıyanete dönüştürmeyecekleri ne mâlûm?
Öküz altında buzağı arıyorsun denilirse; bu topraklarda yaşamak, gözümüzü dört açmamıza bağlı. Ne yapalım, sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yermiş.
Yine Avrupa Birliği’nin, Türk halkının demokrasi ve insan hakları bilincini geliştirmeyi (!) hedefleyen “Mahalle Evi” projesini -diğer şehirlerin kenar semtlerine de yaymak üzere- Gaziantep’ten başlatması. (Şule Yücebıyık – Gaziantep, Milliyet, 27 Aralık 1999)
Amerikan CNN televizyonu, 3 Ağustos günü…batısı kırmızı (ay yıldızlı)…doğusu, başka bir ülkeymiş gibi beyaz olan bir Türkiye haritası yayımlaması.
Yine Amerikan CNN, 11 Kasım tarihinde, Güneydoğusu kopuk bir Türkiye haritasını internette neşretmesi, ancak CNN Türk’ün uyarısı ve Türk izleyicilerin yoğun protestoları üzerine, bunu internetten kaldıran CNN’in ne yazık ki, hâlâ yerine doğru haritayı koymaması. (Melih Aşık, Milliyet, 7 Ocak 2000)
Yine Amerikan CNN Televizyonu 10 Aralık günü, Türkiye’nin AB adaylığına ilişkin haber eşliğinde…ülkemizin Güneydoğusu’na yer vermeyen bir haritayı yayına koyması…Ki bu harita atlaslarda bulunmaz. Belli ki özel olarak çizdirilmiş. Belli ki bir yerlerde böyle bir Türkiye projesi var…(Melih Aşık, Milliyet, 4 Ocak 2000)
Clinton,…İstanbul’a…gelir gelmez -Lozan’a tamamen aykırı olduğu hâlde- Patriği ziyaret etmesi. Heybeli Ruhban Okulu’nun açılmasını emretmesi…Boğaziçi Üniversitesi’nde Bizantolog kürsüsünün bulunması ve lisans üstü eğitim verilmesi. Ki, bu sâfiyane bir Bizans
36
araştırması değildir. (İsmail Yağcı, Türkiye, 25 Kasım 1999)
Fin Dış İşleri Müsteşarı Jaako Blomberg’in : “Artık hiçbir şeye, bu bizim iç işimiz diyemezsiniz!” sözleri. (Zafer Arapkirli – Helsinki, Milliyet, 13 Aralık 1999)
Mehmet Ali Birand,…Avrupa’da katıldığı bir toplantıda,…bir yabancı konuşmacının, “Türkiye, sadece Türkler’e bırakılamayacak kadar önemli ve değerli bir ülke durumuna geldi!” dediğini nakletmesi. (Altemur Kılıç, Türkiye, 18 Ocak 2000)
Bir ara bay Cottarelli’nin IMF, Ankara’da büro açmalı diye tutturması. (Taylan Sorgun, Ortadoğu, 17 Ocak 2000) Fakat, yerinde bir hareketle T.C. Hükûmeti bu isteği geri çevirdi.
Suriye’nin, resmî dairelerinde Hatay’ı, Suriye toprakları içinde göstermesi. (Taylan Sorgun, Ortadoğu, 20 ocak 2000)
Dünya’nın önde gelen kredi derecelendirme kuruluşlarından Standard – Poors’un (S – P) Uluslar Arası Finans Bülteni’nin Ocak sayısında, Türk ekonomisini analiz ederken…Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) girmesinin önündeki en önemli iki engelin, Kıbrıs ve Kürt Sorunu (!) olduğuna dikkat çekmesi…Tabiatıyla, Türk Bankacı’larından -haddini bilmezliğinden dolayı- büyük bir tepki aldı. (Şule Yücebıyık, Milliyet, 22 Ocak 2000)
PKK terörüne destek veren bâzı Avrupa Devletleri, Kuzey Irak’ta, Güney Kürdistan peşinde oldukları gibi; yayınladıkları haritalarda, Güneydoğu Anadolu’dan Kuzey Kürdistan diye söz etmeleri…Aynı haritalarda, Doğu Anadolu, Ermenistan toprakları içinde görülmesi. (Taylan Sorgun, Ortadoğu, 20 ocak 2000)
Nitekim Almanya’da, günlük olarak yayınlanan, bölücü bir gazetede; Güneydoğu Anadolu bölgesi, başka bir ülke imiş gibi gösterilmek istenmesi. (Emin Çölaşan, Hürriyet, 7 Ocak 2000)
Türkiye’nin gözünün içine baka baka; “Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılıyız!” diye diye, ilgili devletleri uyutan ABD’nin ve dolaylı bir şekilde, ABD’nin istekleri ve amaçları doğrultusunda hareket eden BM sayesinde, adım adım, güdümlü ve sözde bir devletçik ortaya çıkmak üzeredir.
Bu sözde / uydu devletçik, ABD’nin Ortadoğu’ya, daha iyi ve rahat bir şekilde yerleşmesini sağlayacak; bunun için, sırasında bölge devletleriyle uydu devletçiği kapıştırıp, bölgeyi karıştırarak, her zaman müdahale hakkını elinde bulunduracaktır. Yâni yeri geldikçe petrolün başında, sadece kendisinin söz sahibi oluğunu böylece kanıtlamış olacaktır.
Nitekim, ABD’nin “The Washington Post” gazetesi muhabiri Howard Schneider de…BM yaptırımlarının etkisi üzerinde durmakta; bu etkinin giderek, ayrı bir Kürt devleti oluşumuna, hizmet ettiği kanısını taşımaktadır. (Yasemin Çongar – Washington, Milliyet, 1. 2. 2000)
Yorgo Papandreu’nun Ankara’daki temaslarında, Türk tarafına…-Yunan kaynaklarından alınan habere göre- bundan böyle Patrik seçileceklerin T.C. vatandaşı olması şartının kaldırılmasını, talep etmesi. (Taki Berberakis, Milliyet, 22 Ocak 2000)
X
İçeriden de yoklanıyoruz:
Bir parti temsilcisinin: “Koşulsuz bir genel af (vatan hainlerine, bunca şehitlerimizin kanına girenlere af), idam cezasının kaldırılması (ihanet edeceklerin önünden ölüm engelini kaldırmak), ana dilde eğitim (dil birliğine darbe vurarak, bölünmeye çanak tutmak), çağdaş, katılımcı,…basında şoven yayınların (vatanseverlik rûhunun) engellenmesi!” ni istemesi. (Duygu Asena, Milliyet, 22 Ocak 2000)
Kıbrıs Rum Kesimi parası “Kıbrıs Lirası” nın, T.C. Maliye Bakanlığı’nca, konvertibl olmayan 113 para birimiyle birlikte, geçerli para olarak kabul edilmesi…İngilizce olarak yayımlanan günlük “Cyprus Mail” gazetesinde, haberi, manşetinde “Ankara, 1974’ten bu yana, ilk kez Kıbrıs Lirası’nı listeye aldı” başlığıyla vermesi.
37
Kıbrıs Rum Yönetimi sözcüsü Mihail Papapetru, …”Cyprus Mail” gazetesine verdiği demeçte, “Bu, Kıbrıs’ı dolaylı tanıma anlamındadır” demesi.
Kıbrıs Rum Yönetimi sözcüsü Mihail Papapetru…AGİT zirvesi nedeniyle, ilk kez bir “Cumhurbaşkanı’nın” İstanbul’a gittiğini ve “Devlet Başkanı” sıfatıyla karşılandığını anımsatması. (Akay Cemal – Lefkoşa, Milliyet, 22 Ocak 2000)
Bir partinin bülteninde -ne niyetle olursa olsun- “Yerel Yönetim Direniş Komiteleri…” diye bir ifadenin yer alması. (Hasan Dalgıç – İzmir, Milliyet, 6 Ocak 2000)
“Artık, öyle Misak-ı Millî sınırları içinde egemenlik, bağımsızlık gibi, lüks kavramlara yer yok!” “Ben, millî sınırlar içinde, kendi hukukumu uygularım, diyemezsin!” “Avrupa, ne isterse o olacak!” “Bu topraklar, sadece bizim değil!” (Hasan Pulur, Milliyet, 22 Ocak 2000) gibi, vatanseverlikle, asla bağdaşmayan, acı ve dehşet verici ifadelerin artık yüksek sesle söylenir olması.
Lahey Adalet Divanı; ülkeleri bağlamak yetkisine sahip olanların başka amaçlarla ve bağlamlarda söyledikleri ve yazdıklarını kanıt olarak kabul eder hâle geldiği bir zamanda (Gündüz Aktan, Radikal, 18 Aralık 1999), bir parti genel başkanının, Helsinki Zirvesi’nin âdeta “Otonomi”ye itici baskıları söz konusu olduğu dönemde “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer!” diye talihsiz bir açıklamada bulunması. (Taylan Sorgun, Ortadoğu, 22 Ocak 2000)
TÜSİAD’ın, HADEP’in ve PKK’nın istekleri doğrultusunda ve AB’nin büyük arzuları sonucu, bu işin sonu, siyasî çözüme doğru gitmesi. (Baki Dökme, Ortadoğu, 20 Ocak 2000)
Her şey bitmiş de, bir o eksiğimiz varmış gibi, bir milletvekilimizin: “Kapadokya Bölgesi’ndeki bir kilisenin ibadete açılmasını…” istemesi. (Nevşehir AA, Milliyet, 10 Ocak 2000)
Bir siyasî partinin, yaptığı teklifte, Anayasa’dan “Büyük Türk Milleti” kelimesini çıkarmaya kalkışması.
Bir eski Belediye Başkanı…Kayseri toplantısında, “En çok zoruma giden söz, ‘Türkiye Türklerindir (yâni Türkiye’de yaşayan ve menşei ne olursa olsun herkesin) ‘ sözüdür!” demesi. (Dr. Seyfi Şahin, Ortadoğu, Ocak 2000)
Prof. Bülent Tanör tarafından hazırlanan ve TÜSİAD’ca yayınlanan “Türkiye’de Demokratik Standartların Yükseltilmesi, Tartışmalar ve Son Gelişmeler” başlıklı…raporda:
“Azınlıklar oluşmasını önlemek” için konulmuş 81. Maddesinin ve Terörle Mücadele Kanunu’nun 8. Maddesi’nin iptali ve TCK’nın 312. Maddesi’nin yeniden düzenlenmesi, asker – siyaset ilişkileri konusundaki bâzı önerilerin yer alması…( Altemur Kılıç, Türkiye, 17 Ocak 2000)
Mehmet Ali’nin, bir Avrupalı olarak…: “Artık iç politika ve millî egemenlik gerekçeleri ile, her istediğimizi yapamayız…Ülkenin yönetiminde, belirli uluslar arası normların dışına çıkıp; düzeni, istikrarı bozacak, karmaşa oluşturacak politikalar uygulayamayacağız…” derken (aba altından sopa göstererek): “Türkiye’nin yanlış bir tutumu, Kürt sorununu hem bölgede, hem Avrupa’da alevlendirir…” şeklindeki sözleri. (Altemur Kılıç, Türkiye, 18 Ocak 2000)
İçten dıştan yoklandığımızın apaçık delilleridir. Gerçekten, PKK terörü için, siyasî çözüm dayatmaları getiren, Avrupa diplomasisi çevrelerinin PKK terörüne siyasî desteği açıktır. Şimdi de “Siyasî çözümü” değişik ambalajlarda dayattıkları, ortadadır. (Taylan Sorgun, Ortadoğu, 20 Ocak 2000)
Nitekim, milletvekili Mesut Türker de, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı gündem dışı konuşmada, küreselleşme ve AB ile bütünleşme uğruna Türkiye’ye; hükümranlık haklarından vazgeçilmesi, ana dilden taviz verilmesi, üniter devlet yapısının zedelenmesi gibi politikaların dayatıldığını söylemiştir.
38
Millî Devlet özelliğinden vazgeçilemeyeceğini ifade eden Türker, Türkiye’ye bu politikaları dayatan devletlerin de, bu esasa dayandığını kaydetmiştir.
Batı için, “Terör Örgütü Başı, ya da Türkiye’nin vazgeçilmez olmadığını” bildiren Türker; “Onlar için vazgeçilmez olan; kısa, orta ve uzun vâdeli çıkarlarıdır…” demiştir. (Ortadoğu, 20 Ocak 2000)
İtalya, Belçika, İsveç gibi ülkelerdeki medyada çıkan bazı yazı ve yorumlar,…özellikle de, bu ülkelerdeki siyasîlerin yaptıkları açıklamalar; bir yerde Türkiye’nin iç işlerine müdahale olarak da değerlendirilebilir. Avrupa’daki bâzı siyasîler ve medya mensupları yaptıkları yorumlarda şu konuları gündeme getirmişlerdir:
“Apo’nun idamının ertelenmesi, Kürt azınlıkları için büyük bir zaferdir. Bundan sonra Apo’nun affedilip, cezaevinden salıverilmesi gerekmektedir. Kürtleri temsil eden siyasî bir partinin de, liderliğini Apo yapmalıdır. Türkiye, hem demokrasi, hem de insan hakları yönünden, bu olumlu adımı atmak zorundadır.” (Necdet B. Sivaslı, Ortadoğu, 20 Ocak 2000)
Türkiye üzerinde, insan hakları ve demokratikleşme ambalajına sokularak, aleyhte sonuçlar verebilecek, yasal ve anayasal değişiklikler baskısı mevcuttur. (Taylan Sorgun, Ortadoğu, 18 ocak 2000)
Kısaca demek lâzımsa, “Türkiye tam bir dengededir. Sırat Köprüsü’ndedir dememek için denge tâbirini kullandım.” (Yılmaz Öztuna, Türkiye, 25 Ocak 1998)
Bu çalışmaların hepsi aydınlık bir zeminde, yan yana getirilirse; Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden korkunç bir tablo ortaya çıkar. (İsmail Yağcı, Türkiye, 25 Kasım 1999)
Velhasıl, Avrupalılar Sevr ile yapamadıklarını, şimdi bizim yapamayacaklarımızı dayatmakla yapacaklar, yapabilecekler! Evet, bu topraklar çok değerlidir. Onun için Türkler’e bırakılamaz; Avrupalılar artık bu topraklara ortak ve burada söz sahibi olacaklardır. (Altemur Kılıç, Türkiye, 18 Ocak 2000)
Beni hayrete düşüren, programda, ülkemize adaylık statüsünün verilmesinden duyulan kıvanç ve bu gelişmenin Türkiye’ye açacağı ufuklar, haklı olarak coşkuyla dile getirilirken; karardaki koşullar üzerinde pek durulmaması ve bunların umursanmamasıdır. (Şükrü Elekdağ, Milliyet, 13 Aralık 1999)
Öyle ya, Türkiye’ye bakışlarında; bugün, bardağın yarısı dolu diyenlerin; yarın bardağın yarısı boş demeyecekleri ne mâlûm?
Evet, Abraham Lincol’ün dediği gibi: “Bir hükümetin gerçek gücü, olağanüstü hallerde, özgürlükleri muhafaza ederken, gerekecek kuvvetli tedbirleri de çekinmeden alabilmesi ile belli olur.”
Aslında Batı’nın bütün bu söyledikleri, yaptıkları ve yapmak istedikleri, göle maya çalmaktan başka bir şey değildir. O da tutmayacağını biliyor ama, “Ya tutarsa?” diyor.
39 – 48