Türkleri cepheden mertçe yok edemiyeceklerini anlıyan tarihî düşmanlarımız; yumuşak karnımızı araştırmışlar. Asırlardır deneyip, hep yapa geldikleri; “parçala, böl ve yönet” metod ve usûlünde karar kılmışlar. Bu menhus işi başarmanın en kolay ve ucuz yolu olarak da, bilimsel istihbarata yönelmişler ve ilmi siyasetlerine âlet etmişlerdir. Tarihî gerçekleri rayından çıkarıp, rotasından saptırarak; aka kara, karaya ak dedirterek, Türk milletine çelme takmaktan bir an olsun vazgeçmemişlerdir. En tehlikeli yalanın; çürütülmesi zor, yarısı hakikat olan yalan olduğunu keşfetmişler; kardeşlerimizi bize düşman etmeyi nisbeten de olsa başarmışlardır.
Hain emellerine; bazen tarihi yanlış mecralarda seyrettirerek, bazen dili zoraki yorumlara tabi tutarak, bazen de dini bâtıl izah ve kılıflara büründürerek ulaşmak istemektedirler.
İbret nazarlarınıza sunduğumuz aşağıdaki alıntı; kalemini ömrü boyunca Doğu Anadolu’nun tarihî gerçeklerini su yüzüne çıkarmak için, iğneyle kuyu kazarcasına çalışmış olan merhum KIRZIOĞLU hocamızın tespitlerinden küçük bir parçadır:
X
“Engin Türk varlığının güçlü ve yaygın uruklarından (boy, oymak veya aşiretlerinden) birisinin, yani kanımızdan ve canımızdan olan Kürtler’in: tarih, dil, antropoloji, etnoloji / etnografya ve folklor bakımlarından gerçek köklerini, mahiyetlerini…arzederken…Asya ile Avrupa’yı bir arada gösteren şu Harita’daki, tarih boyunca Türkler’in yayıldığı ve devletler kurup yaşadığı ülkelerde, “Kürt” adlı güçlü, kalabalık ve atlıgöçebe yaşayışındaki uruğun, beş ayrı bölgedeki yurtlarını ve tarihteki anılışları’nı gördük. Coğrafya adlarına ve hâtıralarına varınca, dillerinden kalan sözlerin de, yalnız türkçe olduğunu belirttik. Bunların beş kolunun da, Saka (İskit) Türkleri birliği içinde yaşadıklarını, ilk cihangir Türk hükümdarı “Afrasyab” (Alp-Er Tonga) adlı destanlaşan kahramanın Uygur, Karahanlı, Selçuklular da olduğu gibi, Kür-Aras / Aran – Kürtleri ve Dicle – Kürtleri / Kürmançlar’ca da, uluata sayıldığını, delilleriyle gördük.
“Ayrıca, 1597 yılına kadar Dicle-Kürtleri arasında yaşayıp bilinen “Şerefname”ye geçmiş ve 1884’te “Diyar-bekir Salnamesi”nde de anılan, “Kürt-Oğuznamesi”nin, yani “Dede – Korkut Oğuznameleri”ndeki Dicle – Kürtleri Elbeğileri “Bogduz – Aman” Sülalesi Destanını, son 100 yıldan beri kasıtlı olarak Ruslar’ın yaptığı yayınlarda nasıl tahrif edip, tersine göstermeye çalıştıklarını ve bu gerçeğin ilim dünyasınca bilinmemesine nasıl gayret ettiklerini gördük. Çarlık çağında Petersburg İlimler Akademisi adına “Şerefname”nin 1. Cildini fransızcaya çevirip, “geniş notlar ve izahlar” yapan bu Akademi Azâsından F. Charmoy’nın 1868’te, bizim “Boğduz – Aman”ımızı, kılık değiştirerek nasıl “Ermeni – Boğos” yaptığını; Sovyet Rusya’nın Moskova’dan verdiği talimatla, 1927’de eski Rus diplomatı V. MINORSKY’nin İslam Ansiklopedisi’ndeki o uzun ve sözde “kılı, kırk yaran” mahiyetteki “Kürtler” Maddesinde, “Kürt – Oğuznamesi”ne ve Kürtler’in “Oğuz – Han”lılar soyundan gelişini gösteren millî an’aneleriyle destanlara, hiç dokunmadığını; bunun gibi eski bir Rus diplomatı olan B. NİKİTİN’in de, 1956’da Paris’te çıkan hacimli “Kürtler” adlı kitabında, yüzü kızarmadan “Boğduz – Aman” adını, nasıl “Bağdat – Zemin” biçimine soktuğunu, yeniden hatırlatmak isterim. Son yüz yıldır Rusların, Rus diplomatlarının talimatına göre çalışıp yayın yapan Akademi ve “Bilgin”lerin, Kürtler üzerine çıkardıkları yayınların, gerçek mahiyeti, işte böylece
3603
Türklük ve Oğuzluk varlıklarını tahrif etmektir. Bütün dünya kütüphanelerinde ve Üniversiteler ile Enstitülerde de, Rusların böylece, ustalıklı ve yabancı dillerle neşredilmiş “Kürtler” hakkındaki eserleri, birer “elkitabı” işini görüyor!
“…Tarih, Dil, Antropoloji, Etnografya ve Etnoloji, Millî – Destan ve Gelenekler ile Folklor gibi, kökleri ve soyu araştırıp belirtmeye yarayan bütün ilimler bakımından Dicle – Kürtleri de iyice araştırılınca, varılan biricik sonuç,…Türklük ve Oğuzluk varlığıdır. Fakat, başta Ruslar, bütün tarihi Türklüğü parçalayıp dağıtarak sömürüp yutmakla geçen “Sarı – Moskoflar”, Akademi ve Akademisyen “ilim” adamları ile, “buz üzerine yapı kurar gibi”, sürekli çalışma ve yayınları ile, öteki Türk (mesela, Sovyet Türkmenistanı, Özbek, Kazanlı, Kırımlı, Kırgız, Kazak, Başkurt, hattâ kasıtlı olarak 1918’den beri bir Fars uruğuna ait olan “Azerî” adını takıp, bize de okul kitaplarımızda kullandırıp, gazetelerde bile bahsettirdikleri Azerbeycanlı Türk) urukları gibi, “Kürtler”i de, “Türklerden ayrı ırktan” gösteren emperyalist devletlerin yayınlarına ve onlara uyan yabancılara, âlet olmamalıyız.
“Sözlerimi, rahmetli Ziya Gökalp’in, Malta esaretinden dönüşünde, Diyarbakır’da çıkardığı haftalık “Küçük Mecmua”nın 5 Haziran 1922 tarihli ilk sayısında, “Türkler’le Kürtler” adlı makalesinin sonundaki şu cümle ile bitiriyorum:
“Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa, Türk değildir; Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa, Kürt değildir!”
(Kürtlerin Türklüğü, Prof. Dr. M. Fahrettin KIRZIOĞLU, II. Baskı, 1995 – İstanbul, s. 15, 128 – 132)