“Devletin Emanet Ettiği Kitap Nasıl Yırtılır?”

89

Telefonuma gönderilen bir video’da feryat figan ağlayan 7-8 yaşlarındaki kız çocuğunun ağzından çıkan cümleler:

-“Devletin bana emanet ettiği kitap nasıl yırtılır?”

-“Bana emanet edilen şeyi ben nasıl yırtarım?”

-“Benim olmayan şeyi ben nasıl yırtarım?”

-“Onu devlet nasıl yaptıysa ben de öyle tutmak zorundayım.”

Çocuğu boğazı yırtılırcasına ağlatan sebep, kendisine okulda verilen kitabın yırtılmış olması. Feryadı arşı tutmuş, gözyaşları sel olmuş desek abartmış oluruz, ancak kızın ağlaması, seyredenleri, dinleyenleri düşündürecek kadar samimi. O ağlama sesi, kulaklarımda hala yankılanıyor.

Çocuk, “emanet”ten, “devletin emanet”inden bahsediyor. Kendisine emanet edilen şeyi “nasıl yırtacağını” soruyor. Kitap, emanet, devlet; onun zihninde dokunulmazlığı bulunan yüce değerler olarak yer etmiş. Bunlara zarar gelmesi, onda isyana yol açmış.

Değerler; öğretilir, öğrenilir, geliştirilir. Ona bu değerleri öğreten anneyi, babayı, öğretmeni tebrik etmek gerekir. Bu ahlak ile yetişen biri artık ne devlete ne kitaba ne de emanete ihanet edebilir. Yapılacak iş, bu değerleri işleyip geliştirmek, hayatının mihengi yapmaktır.

Çocukluğumdan hatırlıyorum; kitap bizim için son derece değerliydi. Biz kitabın üzerine oturamaz, kâğıdın üzerine basamazdık. Rahmetli dedem: “Oğlum, kâğıda basılmaz, ona Kur’an yazılmıştır.” derdi, ona bir kutsallık izafe ederdi. Saf duygu ve düşüncelerimin egemen olduğu yaşlarda, yerde gördüğüm her kâğıdı saygıyla alır, temizler, kullanılacak hale getirirdim. Kitaplarımız da çok değerliydi: onları kaplar, güzelce süsler, okuyacağımız zaman itina ile açar, geceleyin yastığımızın altında saklardık, zaman zaman da bir çocuk gibi okşayarak severdik. Devlete ait hiçbir şeye dokunamazdık zaten. Devlette “tüyü bitmemiş yetimin hakkı” vardı. Devletin her yaptığı iş mübarekti, eşyası kutsaldı, kuralları sanki bir ayetti. “Şeriatın kestiği parmak acımaz”dı. Biz hiçbir zaman devletten daha iyi bilemezdik, devletin her zaman “bir bildiği” olurdu. “Emanet” olan şey, bizim olamazdı. O, alındığı gibi yerine iade edilmeliydi, hatta daha iyileştirilmiş şekilde. Devlet malını yiyenler “domuz” hükmündeydi. Devlet ya da devlete ait her şey, uğrunda ölünmeye değerdi.

Sonra ne oldu? Ne kâğıdın ne kitabın ne devletin itibarı kaldı. “Emanet” kelimesi, anlamını sözlüklere bıraktı, günlük hayatta öksüz kaldı. “Emanete ihanet edilmez.” cümlesi, “gasp”  uyanıklığının, beleşçiliğin yaygınlaşmasıyla dedelerimizin hayatına mahkûm edildi. Haksız kazancın meziyet sayıldığı bir coğrafyada emanetin mana ve eylem değeri işlevsiz kaldı. Fıtri olan emanet duygusu, adına “eğitim” denen “öğütüm” sistemiyle önce kirletildi sonra ötekileştirildi. Emanet, Emin ile Emine’nin etimolojik izahında harf olarak kullanılır oldu. Bir ayetin, bir ilmi bilginin taşıyıcısı olan kâğıt ve kitap, dinin kılavuzluğunu kaybetmesi veya afyon kabul edilmesiyle ve ilmin gereksiz bir meşguliyet alanı veya karın doyurmayan iş olarak lanse edilmesiyle insan nazarındaki itibarını da kaybetti. Hele hele, poşetlik bilgilerin, fotoğrafların popülerleşmesiyle kâğıtkâğıtlığından, kitap kitaplığından utanır oldu.

Makine ayarlarına dönmek lazım. “Benim olmayan şeyi ben nasıl yırtarım?” demek, bunun kavgasını vermek, bunun için ağlamak lazım. Sana ait olmayan şey, devletinse, o devlet malında tüyü bitmedik yetimin hakkı varsa, “Bunun hesabını nasıl veririm?” diye düşünmek, bunu bir inanç haline getirmek lazım.

Kâğıt ve kitap, bir maddedir. Emanet, bir manadır, soyut değerdir. Mananın kirletilmesi veya değersizleşmesiyle madde de aynı kaderi yaşıyor. Çocukların bile gözlerinden yaşlar getiren ihanet duygusunu yaşatmamak için emanet sorumluğunu hayatımızda canlı tutmalıyız. Allah’tan, devletten, dosttan gelen emanetlerin taşıyıcısı olduğumuzu, bu emanetlerin bize bizi test etmek için verildiğini bilmeliyiz. Emanet, sahibine bir gün dönecektir. Dönmesi üzmemeli, taşınamaması kahretmeli.

O halde, duyguları yağan kar kadar temiz, beklentisi açan taze gül kadar masum olan o gözü yaşlı yavrunun sözünü tekrarlayalım:”Onu devlet nasıl yaptıysa ben de öyle tutmak zorundayım.”