“Benim vezir oluşum liyâkatimin muktezâsı değil, sadâkatimin mükâfatıdır.” (Vezir Faik Reşat)
Liyakat mi, sadakat mi? O kadar temel bir soru ki! Yükselişle geri kalış, kalkınmayla sürünüş, yaşamakla çürüyüp yok olmayı birbirinden ayıran iki seçenek. Devlet olmakla kabileler arenası olmak arasındaki fark.
Liyakat ve sadakat… Birincisi devlet adamlarının aradığı vasıftır; ikincisi popülist, fırsatçı siyasetçinin.
Osmanlı’nın çöküş dönemini Vezir Faik Reşat’ın sözü ne güzel anlatıyor: “Benim vezir oluşum liyâkatimin muktezâsı değil sadâkatimin mükâfatıdır.” Edebiyatçı, tabiî güzel anlatacak. Faik Reşat, çöküşün sırrını barındıran bu cümleyi belki alçak gönüllülük niyetine sarf ediyor. Ama aynı anda da Osmanlı’nın sonunun geldiğinin işaretini veriyor.
Etrafınıza bir bakın. Mevkileri işgal edenler liyakatleri gereği mi, sadakatleri karşılığı mı oradalar? Eğer ikinci gerekçe hâkimse biz de Osmanlı’nın 19. asrın sonunda tuttuğu yoldayız demektir.
Liyakat ve devlet
Devlet, kurumlardan oluşan bir meta-kurumdur, üst kurumdur. Temel kurumların amaçları bellidir. Mesela millî eğitim, milletini seven, kültürünü yüceltmeye ve dünyadaki bilim ve teknoloji yarışına katılmaya hazır, üstün donanımlı nesiller yetiştirmekle yükümlüdür. Üniversiteler, millî eğitimin kendilerine gönderdiği potansiyeli gerçeğe çevirmeyle; “kuvvetten fiile çıkarmayla” görevlidir. Bir de ülkenin bilim ve teknoloji üretiminde başat rol oynamakla. Mesela Kızılay, bir felaket anında veya harpte derhâl yardım ulaştırıp insanları aç ve açık bırakmamayı amaçlayan kurumdur. Mesela AFAD, felaket anında hemen ve derhâl müdahale edip canları kurtaracak kurumdur.
Liyakat diye başlayıp kurumlara geldim. Çünkü devleti, görevini layıkıyla yapan kurumlar ayakta tutar. Kurumları da liyakatli yöneticiler. Liyakatin bizim için en hayatî olduğu yer, kurumlardır.
O hâlde liyakat nedir? Kurumu yöneten insanın liyakatli olup olmadığı nereden anlaşılır? Bu sorunun cevabı basit: Kurum görevini yapabiliyor mu? Yapıyorsa liyakatle yönetilmiştir. Yukarıda saydık. Tek tek ele alıp bakın. Kızılay depremde beslenme-barınma ve diğer yaşam ihtiyaçlarını hemen, anında karşıladı mı? AFAD, ilk saatlerden başlayarak insanları kurtardı, enkazdan çıkardı mı?
Sadakat ve kabile
Millî eğitim teşkilatımız kendisine teslim ettiğimiz çocuklarımıza millet sevgisini, tarihimizi, kültürümüzü öğretip sevdirebiliyor mu? Onları, dünyadaki gençlerle rekabet edebilecekleri bilgi ve bilim alt yapısıyla donatabiliyor mu? Üniversitelerimiz bu donanımlı gençleri alıp onların potansiyelini gerçekleştirebiliyor, kabiliyetlerini kuvvetten fiile çıkarabiliyor mu? Bu üniversiteler, dünyayla başa baş bir eğitim ve araştırma kurumları mı? Cevaplarınız “evet, evet, evet” ise, o hâlde bu kurumların, bunların üst kurumlarının, alt kurumlarının, yan kurumlarının yönetiminde liyakat sahipleri var demektir. Rahat edin. Yok, “hayır, hayır, hayır” ise; o hâlde “Liyakat yoksa ne var?” diye sorun.
‘Liyakat yoksa ne var?’ sorusunun cevabını aslında biliyorsunuz. Vezir Faik Reşat’ın söylediğine, bu sefer tevazuun ifadesi değil, gerçeğin itirafı olarak bakın: Liyakat yoksa sadakat var.
Bir kurum görevini yerine getiremiyorsa onun başındaki adam o mevkiye layık değildir. Belli ki oraya, liyakatinden dolayı değil, “bizim adam” olduğu için getirilmiştir. Asıl amacı, onu oraya tayin edenin “sözünü dinlemek”; bir de başka bizim adamları da o kurumda istihdam etmektir. Yukarıya itaa etmek, aşağıyı kendine itaat edeceklerle doldurmak. Her iki eylem de liyakatsiz fakat sadık adamın gücüne güç katar.
“Bizim adamlar” son tahlilde bizim kabiledir. Bizim adam olmayanlar da devlet imkânlarından uzak tutulacak düşman kabilelerin mensubudur.
Kabilenin başına reis denir
Kabilemizin reisi, kabilemizin “birlik ve beraberlik içinde” varlığının devam etmesini teminle mükelleftir. Bunun için tayinlerde kabilemiz efradını cami, ağyarını mani kılmalıdır. Kabileden olanları toplayıp sebeplendirmeli, nasiplendirmeli; kabile dışındakiler de engellemelidir, devlet imkânlarından uzak tutmalıdır. Toplayıp beslemek, kabilenin iç bağlarının kuvvetlenmesini sağlar. Ağyarını mani kılmak için de diğer kabile üyeleri her fırsatta aşağılanmalı onlara küfredilmelidir. Bu dahi bizim kabilenin iç bağlarını güçlendirmenin bir başka yoludur aslında. Buna siyasette, “konsolidasyon” diyoruz…
Kabile yönetimi, devlet yönetiminden kolaydır. Tek yapmanız gereken, mensuplarınızı beslemek, diğerlerine küfretmektir. Devlet ve devlet kurumları için ise liyakat gerekiyor. Liyakat ise zor iş. Bilgi lazım, bilim lazım, çalışma, kendi günlük yaşamından vazgeçmek lazım. Liyakatli yöneticinin fedakârlıklar yapması gerekir. Kurumuna hizmet edecek yöneticinin işi zordur.
Hazreti Ebubekir’le Hazreti Ömer’e atfedilen bir söz vardır: Makamlar talep edenlere verilmez. Ne dersiniz? Doğru mu söylemişler? Ana Sayfa – Milli Düşünce Merkezi (millidusunce.com)