Oysa meselâ genç şair Cafer Keklikçi’nin dediği gibi,
Maraş’ta uzun kış gecelerinde -eskiden- insanlar bir araya gelerek kitap okurlardı.
Kaldı ki, daha düne kadar her evde;
Başta Kur’an-ı Kerîm olmak üzere Ahmediye, Muhammediye, Siyerü’n-Nebî, Mevlid-i Şerif ve
Kara Davut gibi eserlerden biri veya birkaçı mutlaka bulunur.
Halk bunları zevkle okurdu.
Üstelik bunlar rahat okunsun diye harekeli olarak basılmış olurdu.
Aynı zamanda bu eserlerin derkenar denilen sayfa kenarları,
Önemli olayların kaydedildikleri bir not defteri vazifesini de görürdü.
Aile ve akrabalarda olan ölüm, doğum, izdivaç / evlilik gibi hususlar;
Buralara dercedilir, yazılırdı.
Nereden nereye geldik:
İşte o, yüksek vasıf ve nitelikli ecdâd.
Şimdiki nesil; yeterince etmiyor geçmişi yâd!
Silkinip, bir an önce kendimize gelmeli.
Kitap okumanın yeri, hiçbir şeyle doldurulmayacağı iyice anlaşılmalı.
Ne radyo ne televizyon, kitabın yerini alamaz asla!
Hepsinin yeri var muhakkak.
Fakat hepsinden önce olarak;
İlle okumak, ille okumak.
Maddî gıdasız nasıl yapamıyorsak;
Manevî gıdasız da kalamıyacağımızın farkına varmalıyız.
Özellikle Mevlânâ’nın günümüz Türkçesine kazandırılmış eserlerine yönelmeli.
Aydınlanmalı. Dünyanın gıpta ettiği mânevî büyüklere sahip oluşumuzu hatırlamalı.
Bu sahipliğin hakkı verilmeli.
Unutmayalım ki:
Batı bilhassa Amerika’da revaçta Mevlânâ.
Tercümeleri, en çok satan eserler arasında.
Bu durum teşvik edici olmalı.
Bizleri harekete geçirmeli.
Dünyaca ünlü âlim ve edebiyatçılarımızın kıymetini bilmeli.
Bizlere bu güzîde ve seçkin eserleri, en iyi imkânlarla sunan yetkililere de teşekkürler etmeliyiz.
Şüphesiz eserlere göstereceğimiz ilgi; bu kurumu bir kat daha gayrete getirecektir.
Eşi, dostu ve çocuklarımızı; Millî Eğitim Bakanlığı yayınlarının ölmez, günü geçmez,
İnsanı manen ihya edici eserlerini almaya, okumaya, anlamaya yöneltmeliyiz.
Üstelik bu bir vatandaşlık borcudur be dostlar!
Elele vererek Devlet, Kitap ve Halk;
Üçlü olarak yine ayağa kalk!
Geçmişe, geleceğe bir de böyle bak!
Çünkü;
Kutlu olacaksak ancak böyle olacak.