Yüzlerce ders çıkarmamız gereken bir darbe girişimine şahit olduk. Şaşırdık, telaşlandık, öfkelendik, heyecanlandık; ama korkmadık. “Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın!” tarihi görevi gereğince meydanları darbecilere dar ettik; ülkemiz adına kirli hesapları ve planları darmadağın ettik. Darbe elbette çok alçakça bir kalkışmaydı; ama herkesin en çok şaşırdığı nokta neydi? Yapanların mensubiyeti…
Evet, ortada vicdanlara kat be kat ağır gelen, acımasız, kanlı bir darbe girişimi var ve işin arkasında Devletin tüm birimlerinde kadrolaşmış ve terör örgütüne dönüşmüş dinî bir cemaat var. Geldiğimiz noktaya bir bakın!
Oysa Hoca Ahmet Yesevi’ler hamurunu yoğurmuştu bu toprakların. Osmanlı’nın manevi rehberi Şeyh Edebali o hamurdan bir ekmekti. Sonra Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre… Bozgun ve fitne Anadolu’ya zehir saçtığında Hacı Bayram Veli, surların dışında Akşemsettin ve surların içinde Ebu’l Vefa… Daha kimler kimle.
Derdi, vazifesi ve gayreti iyi insan yetiştirmek olan bu insanlardan hangisi devlette kadrolaşmak için bir strateji yürütmüş? Fetihten sonra Göynük’e yerleşerek talebe yetiştirmeye devam eden Akşemsettin mi, Sultan Fatih’i huzuruna kabul etmeyen Ebu’l Vefa mı? Bektaşilik terbiyesi üzere yetiştirilen Yeniçeri Ocağına, Hacı Bektaş Veli kaç adamını sızdırmış? Ya da atının yularını çeken padişaha Aziz Mahmut Hüdaî, bu güç ve kudret içinde kaç talebesini vezir yaptırabilmiş?
İyi insan yetiştirme ocakları, bugün güdümlü insan üretme imalathanelerine dönüşmüşse; dünyevi zevk ve saltanatlardan sıyrılarak melamet hırkasıyla örtünmesi gereken gönüller, bugün Devlette makam mevki kapma hevesiyle dolup taşmışsa, herkes oturup nereye gittiğimizi düşünmelidir.
Bizi cemaat ve tarikat düşmanlığıyla suçlayacaklara da peşinen söyleyeyim ki; Bir tarikat, cemaat ya da sendika mensubunun memur ya da amir olmasına asla karşı değilim; sadece devlet işlerinin cemaatler, vakıflar ve sendikalar içerisinde parsellenmesinin; sırf o cemaatten ya da sendikadan diye liyakat sahibi olmamasına rağmen seçilmesinin, hızlıca yükseltilmesinin ve bu insanların müritlik vasıflarının devlete bağlılığın önüne geçmesinin karşısındayım ve hep karşısında olacağım.
Zira devlet işleri; güvenlik birimlerinde emir-komuta; diğer birimlerde amir-memur ilişkisi içerisinde; bir cemaate, tarikata ya da sendikaya mensubiyetle değil; vatana sadakat ve görevde gayret ile yürür ve yürümelidir. Devlet memuru olmak, sadece devlet için çalışmayı gerektirir. Ve bu noktaya gelmek; bir yere bağlı olmakla değil, zihnen, kalben ve bedenen adanmışlıkla, devleti ve milleti her şeyin üstünde görmekle mümkündür. Yani ahlak, adalet, liyakat ve fedakârlık ister bu işler ki milleti idare edenler de ordusuna, polisine, amirine ve memuruna gözünü kırpmadan güvenebilsin.
Velhasıl evvela sadık olacaksın kardeşim; havasını teneffüs ettiğin, her türlü nimetinden faydalandığın, özgür bir şekilde yaşadığın ve geleceğe dair yüzlerce hayal kurduğun bu topraklara, bu millete, bu bayrağa ve bu devlete evvela sadık olacaksın. Haysiyetini, şerefini ve vicdanını kimseye ve hiçbir şeye satmayacaksın.
Elbette sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz ve zannediyorum ki bu sıkıntılar daha da devam edecek. İnanıyorum ki millet olma vasfımızı kaybetmediğimiz müddetçe inşallah bu badireleri de atlatacağız; lakin hatalardan dersler çıkarmayı da unutmamalıyız diye düşünüyorum.