Devlet Adamlığı ve Türkiye’nin Nüfus Politikası

18

                2000 yılından sonra doğan şimdiki gençler, “Eski Türkiye”de neler olup bittiğini, nelerin nereden nereye geldiğini pek bilmezler, eski siyasi parti liderlerini ve devlet adamlarını tanımazlar. Tanıyor olsalar bile kulaktan dolma, anne-babalarının veya yakınlarının anlattıkları kadarıyla tanırlar.

                Eski Türkiye’de devlet adamlarının, halk ile konuşmalarını, birbirlerine karşı davranış ve konuşma üsluplarını, radyo ve televizyonlardan halka hitap edişlerini şimdiki politikacıları gördükten sonra eskileri arar hale geldik. Mesela hiçbir bakan, başbakan ve cumhurbaşkanının ağzından vatandaşına: “Al ananı da git buradan” sözünü duymadık. Hiçbir başbakanın ağzından markette yumrukladığı vatandaşına: “Niye kaçıyorsun ulan İsrail dölü” gibi ağır bir söz işitmedik.

                Ne belediye arsalarını acımasızca parsel parsel satan belediye başkanları, ne adı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetlerinden aldıkları rüşvetle anılan bakan, başbakan ve onların çocukları hakkında açılmış bir soruşturma, ne de devlete ticari mal satıp, devleti dolandıran tek bir bakan hakkında bile bir soruşturmanın açıldığını duymadık. Eğer Eski Türkiye dedikleri Türkiye de bunların en hafifinden birisi dahi gerçekleşmiş olsaydı, mecliste gensoru ile hesap sorulurdu.

                Sağlık Bakanlığında Yenidoğan Çetesi, Turizm Bakanlığında Bolu’da çıkan otel yangınında 78 kişinin ölümü, Milli Eğitim Bakanının akla zarar icraatları ve yaptığı gaflar. Bakanlıklarda skandal üstüne skandal yaşanıyor ama olan bitenler hiç kimsenin umurunda değil.

                Bu kadar beceriksizliğe rağmen Üstad Yağmur Tunalı’nın dediği gibi: “Kendisinde hiçbir ölçü bulunmayanlar, topluma ayar verecek yerlerde. Ayarsızlık ayar oldu.

                Eski Türkiye’de; Çoğunlukla bakanlıklara, devletin önemli makamlarına getirilen kişiler, özellikle devlet kadrolarının alt yapılarından yetiştirilerek atanırlardı. Bunlar mektepli veya alaylı olarak tanımlanırlardı. Hele DPT Devlet Planlama Teşkilatından gelenler, parmakla gösterilirdi. Şimdikiler gibi ismi cismi belli olmayan, nereden geldikleri belirsiz kişiler, tepeden inme bir şekilde atanmazdı.

                Devlet adamlığı, bir kişinin devlet yönetiminde önemli bir rol üstlenmesi ve bu süreçte halkın çıkarlarını gözeterek uzun vadeli bir vizyonla hareket etmesi anlamına gelir. Devlet adamları, genellikle politikacılardan farklı olarak, sadece kısa vadeli siyasi kazançları değil, gelecek nesillerin refahını da düşünürler. Örneğin, Winston Churchill’in şu sözü ne kadar önemli: “Siyasetçi gelecek seçimleri düşünür, devlet adamı ise gelecek nesilleri“.  Şimdi İnsaf ile düşünelim günümüzde bu vasıflara uyan lider veya devlet adamlarından kaç tane var?

                Devlet adamlığı kavramı, dürüstlük, bilgelik ve halkın güvenini kazanma gibi nitelikleri içerir. Platon, “Devlet” adlı eserinde, devlet işlerinin sevgi, edep ve akıl ile yürütülmesi gerektiğini vurgular. Hz. Ali (r.a): “Bir devletin devamı ve bekası, adaletle mümkün olur” der.

Türkiye’nin Nüfus Meselesi

                Son yıllarda Ortadoğu’da Arap Baharı ve BOP Büyük Ortadoğu Projesi neticesinde Türkiye’de nüfus artış hızı hissedilir derecede düşmeğe başladı. Bunun nedenleri komşularımızdaki iç savaş dolayısıyla ülkemizin adeta sığınmacı istilasına uğraması ve ekonomik sebepler nedenleriyle birçok aile, çocuk yetiştirmenin getirdiği maddi yükü göğüslemekte zorlanıyor. Artan hayat şartları, konut fiyatları ve eğitim masrafları, aileleri daha az çocuk sahibi olmaya yönlendiriyor. 

                TÜİK’in verilerine göre 2001 yılında 2,38 olan doğurganlık hızı, yani bir kadının hayatı boyunca dünyaya getirdiği ortalama çocuk sayısı, 2023 yılında 1,51’e düştü. Bu hızlı düşüş oranı bugüne kadar daha da aşağılara %8’lere kadar çekildi.

                AKP Düzce Milletvekili Ayşe Keşir: “İngiltere’nin üç çocuktan bir çocuğa düşmesi 112 yılı almış ama Türkiye’nin üç çocuktan 1,5 çocuğa düşüşü ne yazık ki 32 yılda gerçekleşti. Bu da son derece önemli bir veri.” Sözleri bu konuda AKP hükümetlerinde Türkiye nüfusunun hızla düşmesine verilmiş en güzel cevap olsa gerekir.

                Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhtemelen Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Erhan Afyoncu’dan aldığı bilgilerle: “Türkiye bir kâbusa gidiyor. Anadolu’daki Türk nüfusu hızla yaşlanıyor. Milletimiz kendisini toparlayamazsa, bu topraklardaki yaşama kabiliyetini kaybeder. Bu bir beka sorunudur. Prut Savaşı’nda 1711’de Rusları yendiğimizde bizim nüfusumuz 30 milyon, Rusların nüfusu 16 milyondu. Meşhur 93 Harbi dediğimiz 1877-78 büyük bozgununa gelindiğinde Ruslar 100 milyona ulaşmıştı, Osmanlı 26 milyondu. Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya 175 milyona çıkarken, Osmanlı 22 milyona gerilemişti. Cumhuriyet döneminde 1960’larda yanlış bir iş yaparak doğum kontrol sistemiyle Türk nüfusunu azalttılar. Bu, ülkemiz için savaştan çok daha önemli bir tehdittir.”

                Bu görüşlere kısmen katılmakla birlikte günümüz savaş silahları teknolojisindeki gelişmeler ve gelişen savaş tekniklerini göz önüne getirdiğimizde; sadece nüfus olayı savaş kazanmak için yeterli gelmiyor. Eğer öyle olsaydı sayıları yüz milyonlarla ifade edilen Müslüman Arap kavmi, 10 milyonluk İsrail’in katliamlarına maruz kalmazdı.