( Benim iki bayrağım var/Biri damalarımdaki
kan/Biri alnımdaki aktır. Benim iki bayrağım var/ Biri Anamur’da gurup/Biri
Girne’de şafaktır. )
Yedi kişiydiler, yüreği vatan sevgisiyle
çarpan, coşkulu, heyecanlı, ölüme meydan okuyan yedi gözü pek ve kararlı adam.
İsimlerini, üniformalarını, mesleki kıdemlerini, sevgi dolu yürek bağlarını
geride bırakıp; maske isimler ve maske mesleklerle bir meçhule gönüllü oldular.
Çatık silahların gölgesinde, Kur’an’a, bayrağa ve silaha el basıp, dava için
ölümüne aşağıdaki yemini ettiler:
“Kıbrıs Türk’ünün yaşayış
ve hürriyetine; canına, malına ve her türlü anane ve mukaddesatına, her nereden
ve kimden olursa olsun, vaki olacak tecavüzlere karşı koymak için kendimi Türk
milletine adadım. Ölüm dahi olsa verilen her vazifeyi yapacağım. Bildiğim,
gördüğüm, işittiğim ve bana emanet edilen her şeyi canımdan aziz bilip, sonuna
kadar muhafaza edeceğim. Gördüklerim, işittiklerim, hissettiklerim ve bana
emanet edilenleri hiç kimseye ifşa etmeyeceğim. İfşaatın bir ihanet
sayılacağını ve cezanın ölüm olduğunu biliyorum. Sıralanan hususları harfiyen
tatbik edeceğime, şerefim, namusum ve bütün mukaddesatım üzerine söz verir ve
ant içerim”
Bu
satırlar kendisini davasına adamış, vatanı için gerektiğinde seve seve hayatını
feda eyleyeceğinin andını içenlerin yeminidir.
Bu yemin 23 Kasım 1957 yılında Kıbrıs
Türkünün EOKA çeteleri tarafından yok edilmesini önlemek ama daha da önemlisi
Kıbrıs’taki Türklük ateşini söndürtmemek ve adayı Yunan’a teslim etmemek adına
kurulan efsane teşkilat TMT (Türk Mukavemet Teşkilatının) yeminidir…
Liderler vardır, sadece bu kelime ile sınırlı
beş harften ibarettir. Liderler vardır temsil ettikleri kurum ve kuruluşlar, ya
da temsilciliklerini yaptıkları partilerin görüşlerini ifade eden söylemleri
ile sınırlı kalırlar! Görüntüleri vardır ama iş icraata gelince toplumların
gözünde hep sınıfta kalırlar. Kimileri kendi söylediklerine bile inanmazken;
anlattıkları ile mangalda kül bırakmazlar!
Kimileri ise her şeyin “bir
bileni”; çözülmeyen davaların “tek çözenidirler!
Ama “lider” vardır:
Etmiş olduğu yukarıdaki yemine sadakatle
bağlı, tüm ömrünü adadığı davası için, gençlik yıllarında uğruna çarpıştığı
vatan topraklarına sahip çıkarak, 1974’ten beri gönderinde dalgalanan ay
yıldızlı bayrağını oradan indirtmemek adına vermiş olduğu mücadeleyi aynı heyecanla
devam ettirebilmek için gücünün öz kaynağına daima halkına güvenmiştir.
Aslında bu tercih; makam ve mevki peşinde
koşan pek çok lidere de örnek olacak bir davranıştır. Çünkü o bir
cumhurbaşkanıdır.
Evet, Kıbrıs milli davamızın simgesi Rauf R.
Denktaş’tan bahsediyorum Yavru Vatan deyimi ile özdeşleşen liderden, devlet
adamından, hukukçudan, diplomattan, fotoğraf sanatçısından; ama en önemlisi vatanım
dediği ada topraklarından asla vazgeçmeyen, yüreği halkının bağımsızlığı ve
devletinin egemenliği için çarpan insan Denktaş’tan bahsediyorum.
Özellikle Cumhurbaşkanlığı görevini teslim
ettikten sonra, Kıbrıs’taki haklarımızdan vazgeçersek, Türkiye AB’ye
alınacaktır yalanıyla ‘’Kıbrıs’ı verelim kurtulalım’’ diyenlere:
“Ada Yunan’ın olmayacak, bu şerefsizlikse
alnıma yazın. Hakkımızı sonuna kadar savunacağız. Hakkını savunmayan
insanlığından da feragat etmiş sayılır. Eğer illa ver kurtul gitsin, derlerse
ben vermem İstiyorsa Türkiye versin, ben vermem.”
Diyerek bir önceki liderinden, Dr. Fazıl Küçük
‘ten aldığı mücadele bayrağını dimdik tutan ve son nefesine kadar da bu kararlı
duruşundan asla taviz vermeyen liderden bahsediyorum.
Rauf Denktaş, davaya, bayrağa,
bağımsızlığa, egemenliğe sahip çıkarak kurduğu son Türk Devletini, KKTC’yi
onuruyla, gururuyla ve eksiksiz olarak teslim etmiştir.
Ama Kıbrıs’taki bitmeyen mücadelesini asla bırakmamış.
Tam tersine Kıbrıs Türk’ünün kazanılmış hak ve hukukunu savunabilmek adına
halkın arasına dönmüştür.
Son nefesine kadar sürdüğü bu mücadelesinde
hiçbir zaman yalnız kalmamış, Türk halkı onu bağrına basarak Kıbrıs konusundaki
haklılığını daima takdir etmiştir.
Onu kaybettiğimiz 12 Ocak 2012 tarihinden
sonra tam 11 yıl geçti. Kıbrıs konusunda bugüne kadar ne söylediyse o çıktı.
Çünkü o tarihi gerçekleri bilen, bu gerçekler çerçevesinde konuşan, çözüm
üreten bir devlet adamıydı.
Bu nedenle Kıbrıs konusunda çözüm arayan siyasilerin,
kimi liderlerin onun söylemlerini, çözüm önerilerini bir kez daha incelemeleri
gerekir.
Şu hususu bir kez daha ifade etmem gerekirse:
‘’Rum tarafı adanın tamamında
söz sahibi olmadıkça herhangi bir anlaşmaya asla evet demeyecektir.’’
Bu nedenledir ki 2023 yılı
KKTC’nin dünya devletleri tarafından tanınması, tanıtılması yolunda atılacak
adımların yılı olmalıdır. Bu yolda Türkiye’ye büyük işler düşmektedir.
Özellikle Türkiye’nin Azerbaycan ile olan iyi
ilişkilerimizi kullanarak KKTC’nin tanınması yönünde yapması gerekenler, KKTC
üniversitelerinde okuyan yabancı ülkelere mensup öğrencileri dikkate alarak bu
ülkelerin yöneticileri ile yapılacak sıcak temaslar, adanın kuzeyindeki el
değmemiş turistik yerlerin varlığı, KKTC’deki tüm güzelliklerin tanıtılması
yönünde dünya kamuoyunda daha çok yer alınması 2023 yılının öncelikleri
olmalıdır.
Denktaş ve Kıbrıs denilince yukarıda
sıraladığım tarihi gerçekler akla gelir. Kıbrıs Türkiye’nin ön cephesidir, mavi
vatanımızda dalgalanan bayraklarımızın son kalesi, Akdeniz’e açılan yegâne
penceremizdir.
Can liderim Denktaş:
Sizi
rahmetle, minnetle anıyor; bir Kıbrıs Gazisi olarak sevgiyle selamlıyorum. Gözünüz
arkada kalmasın. Yüce Türk Milleti bıraktığınız mirasa gözü gibi bakıyor, onu sadakatle
koruyor ve kolluyor.
Vatan size minnettardır.