Demokratikleşmenin Sınırındaki AK Parti

104

AK Parti’nin kullandığı dil, son zamanlarda liberal, ulusalcı ve bölücü sol çevreler tarafından yoğun bir şekilde eleştirilmektedir. Partinin liberalizmden saptığı, özgürlükleri kısıtlamaya çalıştığı, kişisel arzulara ilişkin yaşam alanlarını daralttığı, demokratik ve küresel değerleri ifade eden sembolleri tahfif ettiği iddia edilmektedir. Bu değerler yerine muhafazakâr, dini, milli ve tarihi metaforlara, saplantılara ve önyargılara ilişkin değerleri yerleştirmeye çalıştığı söylenmektedir.

AK Parti’nin  “söz ve eylemleriyle demokratikleşmenin sınırına geldiğini” iddia eden Ahmet İnsel’in Radikal’de çıkan son yazısı bu eleştirilerin tipik örneklerinden birisidir.  İnsel ve yukarıda adları geçen çevreler, Kars’taki heykeli, alkolizme karşı hükümetin almak istediği tedbirleri, İslam ülkeleriyle kurulan sıcak ilişkileri ve Başbakan Erdoğan’ın milli birlik ve beraberlik konusunda aldığı tutumu eleştirmektedirler. Bu yöndeki çabaları demokratikleşmeye aykırı bulmaktadırlar.

AK Parti’nin kurucu değerlerine ve yaşatıcı kitlelerine göndermelerde bulunmaktadırlar. AK Parti’nin kurucu değerleriyle Demokrat Parti’nin, Milli Görüş çizgisindeki partilerin,  dindar çevrelerin, muhafazakâr ve klasik manada sağ yelpazede yer aldığı varsayılan grupların temel inançlarını, fikirlerini ve tutumlarını kastetmektedirler. Onlara göre bu grupların samimi bir şekilde demokrat olmaları beklenemez.  Ak Parti çizgisindeki muhafazakâr çevrelerin demokrat olma iddiaları sahici değildir. Bu amaçla atılan adımlar ve yapılan yasal düzenlemeler ise içeriksiz sahte gösterilerdir.

AK Parti eleştirisi adıyla ortaya çıkan bu iddialar iki önemli temele dayanmaktadır. Bunlardan birincisi,  milli birlik(Tek devlet, tek millet, tek bayrak) siyaseti ile demokratikleşme siyaseti karşıt eğilimler olarak görülmektedir. İkincisi ise dindar, muhafazakâr ve milli birlikten yana olan kesimlerin demokratikleşme konusundaki söylemlerini sahici bulmuyorlar.

Liberal, ulusal ve ayrılıkçı sol grupların muhafazakarlar/gelenekten gelenler hakkında bu şekilde düşünmesinin çok farklı nedenleri vardır. Bu nedenlerden bir kısmı siyasi rekabet sürecinde ortaya çıkan kıskançlıklar ve grupsal değerlerle alakalıdır. Bilindiği gibi, partizan kıskançlıkların doğasının ideolojik temeli yoktur. Bunlar sırf muhalefet olsun diye gösterilen tepkilerdir.  Ancak yukarıda iki madde şeklinde verilen tepki biçimlerinin arakasında doktriner ve ideolojik bir tavır da vardır. Bu ideolojinin üstünde durmak gerekir.

Gerçekten milli birlik ve demokratikleşme, karşıt değerler midir? Liberal sol çevreler, demokratlığı milli birliğin ve kardeşliğin karşıtı olarak görürler. Ulusalcı sol çevreler ise demokratlığı laikliğe bağlı geleneksel inançlara karşı ve ulusal birliğin tamlayanı olarak görüyorlar.  Demokrasi tarihi ile milli devletlerin tarihini bu manada karşılaştırabiliriz. Bu tarihe bakıldığında milletleşme süreci ile demokratikleşme sürecinin karşılıklı olarak gerçekleştiğini görmekteyiz. Demokrasi tarihi ile milli devletin tarihi biri birini tamamlayan iki önemli süreçtir. Yani milli devlet demokrasinin varlığının önemli şartlarından kabul edilir. Fransız ihtilalında kullanılan sloganlar bu durumun basit örneklerindendir.  Kardeşlik, dayanışma, hürriyet ve eşitlik bu ihtilalin sloganlarıydı.

Bu durumun örneklerini iki farklı tecrübeyle gösterebiliriz. Almanya ve Fransa ikilisinin milletleşmesi ile demokrasileri şekli bakımdan olmasa da amaçları, siyasetleri ve toplumdan beklentileri bakımından benzer nitelikler taşırlar. Bu ülkelerin demokratik anlayışları, farklılıkları ortadan kaldırmaya, vatandaşların tümünü, etnik ve kültürel kökenleri farklı da olsa entegre etmeye dayanır. Farklı kültürlerin varlığı vatandaşların kültürel eşitliğine aykırı kabul edilir. Bundan dolayı laik bilimsel değerler, demokratik hakların kullanımı için herkese benimsetilmeli anlayışı benimsenmiştir.

Öte taraftan İngiltere ve ABD örneğine bakıldığında kültürel farklılıkların kısmen de olsa kabulü ve tanınırlığı gibi bir durum söz konusudur. Ancak bu tanınırlık onların hoş karşılanması ve eşit görülmesi anlamına gelmez. Birinci grup ülkeler, farklı olanı yani ecnebiyi içine almayı, kendinden saymayı, kendisine dönüştürmeyi hedef alır. İkinci grup ülkelerde ise ecnebiyi, yani kökeni yabancı kabul edilen grupları, kültürel ve sosyal olarak dışlamayı ve hukuki olarak vatandaşlık statüsünde tutmayı temel alır. Hakim kültür, kendi üstünlüğüne duyduğu inançtan dolayı, ecnebiyi içselleştirmeyi ve entegre etmeyi hoş görmez. Bu durumu, kendisinin bozulması, daha doğrusu kötü bir cinsle aşılanması olarak görür.

Ancak her iki gelenekte de millet önemli bir kavramdır. Ülke vatandaşlarının ortak çatısıdır. Demokrasi bu çatının siyasi işlerliğini, yani yönetim sürecine katılmayı sağlayan bir değerdir, uygulamadır. Grupsal haklar milli birlik bağlamında ele alınır ve düzenlenir.

Sonuç olarak AK Parti’nin milli birlik ve kardeşlik konusunda yaptığı politika, demokratikleşmenin sınırları gibi bir sorunsal inşa etmiyor. Tam aksine demokratikleşmeyi besleyen ve batılı manada temellendiren bir süreçtir. Demokratik haklar, yeni edinilen alışkanlıklara dayalı grup hakları(Alkoliklerin, feministlerin, eğlence gruplarının, lezbiyenlerin ve geylerin durumu) ile ilgili olur, veya tarihsel ve mekansal bir kültüre dayalı olur(Aleviler, Çerkezler, Kürtler, Sünni ve Şii tarikatlar, vb.) fark etmez.

Kaldı ki Türkiye’de tarihsel ve mekansal temeli olan grupların tanınırlığı, Batıdaki gibi de değildir. Hoşgörü ve kardeşlik değerleri üstüne kuruludur. Bu grupların tümü milli devletin paydaşlarıdır, tamamlayıcı unsurlarıdır. Resmi olarak bu durum mevcut olmasa bile kültürel olarak bu durum böyledir.  Bundan dolayı milli birlik vurgusu demokratikleşmenin önünde bir engel değildir.