Demokrasi Adı Altında Gizlenen Gerçek

107

Bir zamanlar ‘ağzı olan konuşur’ deyimi çok yaygındı. Şimdi ise düşünce ve tutum itibariyle özgürlük ve demokrasi gibi siyasî ve ahlakî değerlerin uzağına düşenler her ağızlarını açtıklarında özgürlükten ve demokrasiden bahsediyorlar. Zaman yönetiminin ve jeo-politik düzenlemenin dinî ve siyasî değerlerin üzerinden sürdürüldüğü bir dönemde belirtilen şekilde konuşmak moda olabilir. Fakat önemli iddiaları olan, halkı aydınlatma görevini üstlendiğini söyleyen kişilerin ne söylediklerine dikkat etmeleri gerekir. Kabileciliği ima ve ihsas eden, eğitimin ve hukukun kabile sistemine göre tanzim edilmesi gerektiğini söyleyen bir anlayışın demokrasi ile hiçbir bağlantısı olamaz. Demokrasinin dayandığı esaslar açısından bu anlayış, tanıdık bile değildir. Ecnebidir. Demokratik çoğulculuk, herkese kendi dilinde eğitim, her dini ve felsefi inanca ayrı hukûkî uygulama yapan bir sistem inşa etmek değildir. İnsanların farklı tercihlerine, tutumlarına ve hayat biçimlerine fırsat oluşturmaktır. Herkes için geçerli ve herkesin eşit görüldüğü bir hukuk sistemini geçerli kılmaktır.

Demokrasi müstakil hareket etme yeteneğine sahip, daha doğrusu tercih yapabilen ve bunu varlığının temeli gören bireylerin oluşturduğu millete dayanır. Özgür ve sorumluluğunu bilen, birlikte yaşamanın gereği olarak farklılıkları bir imtiyaz alanı olmaktan çıkaran bir yaşantı biçimi ve ortak hukuk demokrasinin temelidir. Bu da ontolojik olarak değil, sosyolojik bir olgu olan millet sistemiyle mümkündür. Milletleşme sürecini tamamlamamış bir kabileler havuzunda demokrasi laftan ibaret kalır. Arap Baharı ve demokrasi arasında kurulan bağ, sadece gülünç değil, aynı zamanda siyasetin ve aydınların nasıl bir jeo-politik düzenlemenin parçası olduklarını gösterir. Arap Baharı denilen şey olsa olsa Eyyam-ı Arab’ın post-modern şafağı olabilir. Bu demektir ki en az yirmi yıl, Arap dünyası kabile kavgalarına sahne olacaktır. Milletleşme sürecini tamamlamadan demokrasi olamaz. Belirtilen durumu demokrasi olarak satanlar klasik milletler sistemini bize demokrasi diye yutturmaya çalışıyorlar.

İster dini isterse siyasi, iktisadî bağlamda olsun hiyerarşik / otoriter eğilimleri besleyen ve bu toplumsal düzeni bu çerçevede oluşturan bir anlayıştan demokrasi çıkmaz. Ağa-maraba, masum görülen dini otorite ve bu otoriteye tabi-günahlardan arınması gereken bağımlı fert, efendi-köle ilişkisinin işlediği ve kabul gördüğü ortamda demokrasi iddiası gülünçtür. Bunların tümü, kabileci ve feodal düzenin uzantısıdır. Bu nedenle bir milletin tarihî ve kültürel değerlerini, ortak tecrübesini, insanlık tecrübesinin eseri olan siyasî ve hukukî esaslar üzerine inşa edilen millet gerçeğini değil de klasik düzenin artığı olan kabileci eğilimleri öne çıkaran bir anlayışın ürettiği özgürlük ve demokrasinin adı; milletler sistemidir. Zaten belirtilen anlayış üzerine kurulan toplumsal düzen, klasik milletler sistemini aşamaz. Başta ülkemiz ve coğrafyaya telkin edilen demokrasi budur. Çünkü böyle bir anlayış kabileci, dinî ve iktisadî oluşumları millet gerçeğinin önüne koyan bir yaklaşımın sınırlarını geçemez. Etnik durum esas alınırsa bunun adı kabile demokrasisi olur. Eğer din esas alınırsa ruhaniler demokrasisi olur. Maddi güç esas alınırsa patronlar demokrasisi olur. Bunların toplamından oluşan bir sistemin adı, demokrasi olamaz. Demek ki kabileler, ruhaniler ve patronlar ittifakını dini algı ve siyasî değerlerle bize yedirmeye çalışanların derdi özgürlük ve demokrasi değildir. Bu sahte etiketin altında gizlenen gerçek yeni bir kontrol sistemini değerler altında sürdürmektir.

Ülkemizde medya patronlarının aynı ağzı kullanması, dini yapıların devlet içinde taraftarını koruma ya da taraftar kazanma faaliyetine girişmesi, deprem gibi acı bir olayı etnisiteye gönderme yaparak izah etme girişimleri özgürlük ve demokrasi vurgularını ve taleplerini eler. Bunlar demokrasinin temel dayanaklarıyla çeliştiği gibi, insanî ve İslâmî esaslara da aykırıdır. Türk Milleti ontolojik değil, sosyolojik bir olgu olarak kullanıldığı halde her ağzını açan kişinin bunu bütün sorunların nedeni olarak göstermesi ve Yeni Anayasa’nın ‘milletsiz bir temele’ oturtulmak istenmesi farklı bir amacın planlandığını göstermektedir. Bu gelişmeye hukuk ve özgürlük adına karşı çıkmak, milletin hukukuna saygının ve demokratik sistemden taraf olmanın gereğidir.

Belirtilen telkinlere ve dayatmalara karşı çıkmak hukukun, özgürlüğün ve demokrasinin gereğidir. İnsanî ve İslâmî duyarlılığın üzerimize yüklediği bir görevdir. Düşünce özgürlüğünü, ifade ve tercihte bulunma özgürlüğünü engelleyen bir anlayış milleti, medya patronlarının ve para babalarının nesnesi yapar. Bireyin dini tercihini ve imânını masum ve kutsal görülen ruhanilerin eline bırakan ve böyle bir anlayışı besleyen anlayış insanı dini otoritelerin malzemesi yapar. Kaldı ki böyle bir anlayış İslâmla da çatışır. “Öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verensin. Onların üzerinde zorlayıcı değilsin.” (Ğaşiye 88: 21-22) Bu ayet, Allah tarafından insanlığı uyarmak ve yol göstermek için seçilen ve insanlık için örnek olan Hz. Muhammed’e bile halkın üzerinde egemenlik kurmasına izin verilmediğini anlatır. Kur’ân’ın bu vurgusu, hiçbir insanın özgürlüğünün dini, iktisadi ve siyasi otoriteye teslim edilemeyeceğini anlatır. Oysa başta ülkemiz olmak üzere bölge insanı kabile reislerinin, ruhanilerin ve patronların eline teslim edilmek istenmektedir. Ülkemizde sermayenin, bürokratik inisiyatifin ve cemaatçi eğilimlerin devlet içindeki ağırlığının yayılışı ve dağılışı özgürlük ve demokrasi vurgusu altında hangi gerçeklerin üzerinin örtüldüğünü somut bir şekilde ortaya koymaktadır.

Bir yönetim biçimi olarak demokrasi insanın saygınlığını ve onurunu korumak için fırsatlar oluşturur. Farklı tercihlere, hayat biçimlerine açık olan demokratik sistemde hukuk, herkesi aynı ölçüde bağlar. İmtiyaz sağlayamaz. Yönetime taraf olan olmayan ayrımı yapamaz. Demokrasi bir fırsatçılık sistemi değil herkesin hukuk karşısında eşit olduğunu kabul eden ve uygulayan bir sistemdir. Ülkenin şehitlerine ağladığı günün ürettiği bulanık ortamdan yararlanan ve taraftarlarını / Deniz Feneri sanıklarını salıveren, fakat kendi taraftarı olmayanları içeride tutmak için gerekçe imal eden bir anlayış demokrasiden bahsedemez. Hukûkun kişilere göre işlediği ve ‘taraftar imtiyazının / seçkinciliğin üretildiği’, ve siyasî otoritenin topluma ‘bana taraftar olursan her şeyi yapabilirsin’ mesajını doğrudan ve dolaylı olarak veren bir anlayışın demokrasiden bahsetmesi sadece gülünç değil aynı zamanda insanların zekasını / aklını aşağılamaktır. Sadece bu tutum bile demokrasinin rafa kaldırıldığını gösterir. Çünkü demokrasi insan onurunu ve özgürlüğünü esas alır. Buna saygı duymayı talep eder.