9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 35 yıllık siyasi hayatında “6 kere gitmiş, 7 kere gelmişti.” Siyasi hayatı boyunca iki defa askeri darbeye maruz kaldı. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’deki darbelerin ardından, “şapkasını alıp gitti.” Darbelerin, partilerin, siyasetçilerin ve demokrasinin gelişmesini engellediğini, özellikle siyasetten yasaklı olduğu yıllarda, her fırsatta dile getirdi.
“Siyasilerin, sadece seçimle işbaşına gelmesi veya seçimi kaybederek görevi kazanana devretmesinden başka demokratik ve meşru bir yol olmadığını anlatmaya çalıştı. Ancak, ‘postmodern darbe’ olarak nitelenen ve Refahyol’un iktidardan uzaklaşmasına yol açan 28 Şubat sürecindeki rolü hep tartışıldı.”
Prof. Dr. Necmettin Erbakan da siyasetin sert esen rüzgârlarına göre şeker kamışları gibi gerekirse yere kadar eğilmiş, fakat rüzgâr kesilince yine dimdik ayağa kalkmayı başarmıştı. Partilerinin kapatılması, siyaset yasakları arasında üç defa Başbakan Yardımcısı, bir defa da Başbakan olmayı başardı. Kurduğu Milli Nizam Partisi Anayasa Mahkemesi kararıyla, Milli Selamet Partisi 12 Eylül 1980 darbesinden sonra kapatıldı. 10 yıl siyaset yasağı aldı. 1987 de halk oylamasıyla tekrar siyasete döndü. Bu defa kurduğu Refah Partisi ile birinci parti olarak Başbakan oldu.
1995 seçiminden birinci parti olarak çıkan Refah Partisi’nin Doğru Yol Partisi ile kurduğu koalisyon hükümeti, 1997 yılında “28 Şubat süreci” adıyla bilinen “post-modern” darbe sonucu iktidarı bırakmak zorunda kaldı.
Daha sonra partisi Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan Erbakan, 5 yıl siyasetten yasaklandı. 2001 yılında Milli Görüş Hareketi ikiye bölündü. Bir kol Saadet Partisi olarak devam ederken, diğer kol Adalet ve Kalkınma Partisi adıyla yaklaşık 12 yıldır Türkiye’yi yönetmekte.
*****
Başbakan R. Tayyip Erdoğan ise farklı bir siyasetçi profili çizmeye çalışıyor. “3.5 yaşındaki torunum bile ‘Dik dur eğilme, bu millet seninle’ diyor. Biz bu yola kefenimizle çıktık. Allah’ın izniyle bu kervan böyle yürüyecek.”
“Türkiye’ye yönelik bu çirkin girişimler karşısında asla geri adım atmayacağız. Hiç kimse bizi korkutamaz. Biz bu yola millet için çıktık milletle beraber çıktık. Biz bu yola, tıpkı merhum Menderes, Özal, Erbakan gibi kefenimizle çıktık. Sadece Allah’a hesap veririz. Onun dışında emir, talimat almayız.”
Mısır’da 12 milyona yakın Mısırlının meydanlara çıkmasıyla başlayan askeri darbe ile devrilen Mursi de bu anlayışa yakın bir tavır sergiliyor. Kendisinin tutuklanmasından sonra da taraftarlarını meydanlara inmeye ve barışçıl eylemler yapmaya çağırdı.
Ancak bu türlü kitle eylemlerinin belli bir çizgide sürdürülmesi kolay değil. Ülkenin ikiye bölünmesi ve darbecileri destekleyenlerin Tahrir, Mursi taraftarlarının Adeviyye Meydanlarında toplanması ve bunun ilanihaye sürdürülmesine darbeci yönetimin göz yumması beklenemezdi.
Gezi Parkı eylemlerinde Taksim Meydanı’nın boşaltılması konusunda Başbakan Erdoğan da aynı tavrı ortaya koymamış mıydı? “Yarın İstanbul mitingimiz var. Çok açık net söylüyorum; Taksim Meydanı boşaldı boşaldı, boşalmadığı takdirde artık bu ülkenin güvenlik güçleri orayı boşaltmayı bilir.” Tabii hem Mısır’da olanların Gezi Parkı eylemleriyle birebir kıyaslanması doğru değil, hem de demokrasinin emekleme çağındaki Mısır’da yapılan müdahale ile demokrasi tecrübesi epeyce gelişmiş Türkiye’de müdahale şiddeti aynı olmadı. Binlerce masum Mısırlı bu müdahaleler sonucu öldü.
Mısır’da Başbakanlık sözcüsü Şevki, “Bu süreç içerisinde ülkenin terör eylemlerine maruz kaldığını kendi gözlerinizle gördünüz. Tüm dünyanın takip ettiği gibi birçok sokakta sistemli bir terör eylemi olduğunu izlediniz. Kamu ve özel mülklere yönelik saldırıları gördünüz” dedi. (Bir vandal kelimesi eksik.)
Ülkedeki darbe karşıtlarının protestolarını “terör eylemi” olarak nitelendiren sözcü, “Ülkedeki bu eylemler inanılırlığını ve güvenirliğini kaybetmiş, yönetim hırsı ve yönetime dönme hayalleri gören azınlığın faaliyetleridir. Ancak vefakâr Mısır ve kahraman ordusu polisi onların karşısında durarak, onları engelledi” ifadelerini kullandı.
Bu sözlerin benzerlerini Gezi Parkı eylemleri sırasında kimin söylediğini hatırladınız mı?
Başbakan Erdoğan’ın “Teröre destek veren ve otelini eylemcilere açanlar bunun hesabını verecek” sözü üzerine, Koç Holding‘in, Gezi Parkı Eylemi’nde, göstericilere lojistik destek sağladığı iddiası ve Koç Grubu’na ait Divan Oteli’ni eylemcilere üs olarak kullandırılması nedeniyle, kara listeye aldırdığına dair haberleri hatırlıyorum.
İHH Ankara Temsilcisi Hanefi Sinan’ın “Adeviye Meydanı’nda her gün 10 bin kişiye iftar veriyoruz. Ramazan ayının sonuna kadar bu iftarlarımız sürecek. Mısır’daki meşru hükümet görevine başlayana kadar desteğimiz sürecek” açıklamasından sonra Darbeci Hükümetin Türkiye’ye hangi gözle bakabileceğini tahmin edebiliyorum.
Her ne kadar Başbakan Erdoğan, Mursi ve Adeviyye Meydanındakilerin tarafında ise de Gezi Parkı eylemlerindeki olaylara tepkileri ile Mısır hükümetinin Mısır’daki olayları okuma biçimi birbirine benziyor.
*****
Mısır’da yaşananları gördükten sonra Demirel’in şapkasını alıp gitmesi ve Erbakan’ın rüzgâra göre hareket etmesi sadece kendi ikballerini sağlamak için olmadığını düşünmeye başladım. (Menderes ve Özal da benzer şekilde davranmıştı.) Muhtemelen Onlar kendilerine karşı yapılanlardan sonra taraftarlarını meydanlara çağırsaydı bugün Mısır’da yaşanan katliamların yaşanmasından çekinmiş olmalılar.
Petrokimya sektöründeki tecrübelerime dayanarak söylüyorum. Gaz hattında bir yangın çıkmışsa ilk yapılacak iş yanan bölgeye gaz gelişini kesmektir.
Cani darbecilerden insaf bekleyemeyeceğimiz anlaşılıyor. Mursi’nin akan kanı durdurmak için yapabileceği şeyler olmalı.
*****
Suriye ve Mısır’da yaşanan olaylarda hükümetimizin taraf olmasının hem Türkiye’nin dış politikadaki hareket alanını kısıtladığı ve hem de oradaki Müslümanlara fayda sağlamadığı kanaatindeyim.