Değişen Dünya Çerçevesinde ABD ve Dış Politikası – I

111

ABD’nin dış politikası yaklaşık 1905’den itibaren yalnızlık eğilimine dayalı ve tek taraflı bir hareket halinde ilerlemeye devam etti. Sonra Amerika’yı iki faktör dünya işlerine itti. Avrupa’nın merkez olduğu uluslararası sistemin çöküşü ve bu çöküş ile birlikte Amerika dünya işlerine iyice kafa yormaya başladı, önemli değişimlere imza attı. Bu değişimlere imzasını atan iki önemli başkan Theodore Roosevelt ve Woodrow Wilson. Uluslararası gelişmeler, isteksiz bir ulusu girdaba sürüklerken bu adamlar hükümetlerinin dizginlerini ellerinde tutuyorlardı.

Roosevelt, bu güç dengesinin sofistik analistiydi. Ulusal çıkarları bunu gerektirdiği için ve aynı zamanda Amerika’nın katılımı olmadan küresel bir güç dengesinin olanaksız olduğunu düşündüğü için Amerika’nın küresel arenada rol alması gerektiğini i ısrarla dile getiriyordu. Wilson’a göre Amerika’nın küresel rolü bir çeşit göreve dayanıyordu.

Wilson’un savunduğu tez daha doğrusu Amerika’nın küresel güç olma hayali aslında küresel bir oyunda denklemin ilk parçası ve çözülemez soruların aslında en net cevabı Amerika’nın tek taraflı yani soğuk bir dış politika anlayışını özünde benimsemesi ile başladı.

Güç dengesine dayanan Avrupa diplomasisinin görmüş geçirmiş üyeleri Wilson’un dış politikasının sonuç olarak ahlaki temeller üzerine oturulması gerektiği görüşü garip, hatta biraz ikiyüzlü gözükmüştür. Çünkü ahlaki temeller ve Amerika çok zıt ve anlamsız kelimeler..

Amerika’nın vizyon ve misyonunda küresel güç yani tek el kontrolünü sağlamak olduğundan ahlaki temeller aslında onlar için anlamsız ve kifayetsizdir. Ortadoğu’da, Güney Afrika’da Amerikan derin devletinin ve çekirdeğinde Yahudi Lobisinin istekleri doğrultusunda yaptığı askeri operasyonlar ve hamleler birçok masum insanın ölümüne sebep olmuştur.

Winston Churchill’in “Bir damla petrol bir damla kan değerindedir”  sözünü kendilerine ideal edinmiş küresel güç hayali ile yanıp tutuşan bir Amerika’dan kalkıp da dış politikasını ahlaki temeller üzerine kurmak gerçekten garip geliyor. Ortadoğu’daki yoğun petrol rezervleri Amerika’nın ve Amerika’yı yöneten ÜST AKLIN gerçekten de iştahını kabartmış ve ağzını sulandırmıştır.

Sonuç itibariyle Küresel Güç kavramı Avrupa Sisteminin çöküşü ile birlikte Amerika’nın da çok sert bir şekilde sisteme dâhil olduğu Küresel Sömürü kavramına dönüştü. Ki bunun devamında gelişen olaylar, küresel sömürünün hız kazanmış halidir.

Amerika Birleşik Devletleri’nin değişen dünya çerçevesinde her alanda takındığı tutum kendisi açısından oldukça olumsuz bir izlenim vermekle beraber Ortadoğu’da Türkiye’nin ve diğer ülkelerin antipatisini arttırmakta, Yeni Dünya denkleminde de sorumsuz bir ülke olarak anılmasını sağlamaktadır.