Davakıran, Everdi ve Beyan ile Ayan

91

 

İşadamı Vehbi Koç hatıralarını yazmak istiyordu. Çünkü Ankaralı Vehbi Koç Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, Mahir İz ile birlikte ilk katibi umumilerindendi. Çok şey yaşamışlardı. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken çok şeye de şahit olmuşlardı. Vehbi Koç memurluğu bir türlü benimsemeyince Ulus’ta bir dükkan açarak ticarete başladı. Devletle çok sıkı fıkı oldu. Kamunun ihtiyaçlarını karşıladı. Devletten hiç ayrılmadı. Allah da “Yürü ya kulum” deyince de yürüdü.

Holding çalışanları patronları Vehbi Koç’un hatıralarını yazması ve yayınlanması konusunda iyi bir redaktör aramaya başladılar. Dört bir koldan  isim isim tespit edildi yazar, müellif, mütercim, muhabir, gazeteci vs. bulunmasına bulunurdu ama işin biraz da ketumiyeti vardı doğrusu. Çünkü Vehbi Koç Bey’in, yani Koç Holding’in kurucusunun anlattıklarını iyi algılamak ve aktarmak gerekti.

TOY YAZAR “HATIRALARIM” İÇİN DEVREDE

Eski tüfek solculardan sermayeye itimat veren yazarlarından Erol Toy bulundu. Anlaşma da sağlandı. O yıllarda Koçların ortak olduğu Türk- Amerikan Bankası vardı. Banka idarecilerine MTTB yöneticileri dergileri Milli Gençlik için reklam almaya gittiler.(1968) Ancak elleri boş dönmek durumunda kaldılar. O günlerde örtülü komünist, Moskova yanlısı sol öğrenciler gitti “Barış Dergisi Nazım Hikmet Özel Sayısı”na reklam için. Tam bir sayfa ilan alarak Koç Holdingten güle eğlene çıktılar. Bu sadece bir örnek. Dolayısıyla Erol Toy’un tercih edilmesinin bu ve bunun gibi onca çok sebebi vardır.

Vehbi Koç imzasıyla “Hatıralarım”  büyük boy, birinci hamur kağıt, kirli beyaz renkte bez ciltli olarak yayınlandı. Bazı büyük yayınevlerinde satışa sunulsa da genelde üniversite hocalarına, gazete ve dergilerin köşe yazarlarına, şirket ve işadamlarına, sendikalara, diplomat ve politikacıların önde gelenlerine hediye edildi bir yazıyla. Dağıt dağıt da bitmedi Hatıralarım.

Yazar Erol Toy(1936) Alaşehirliydi. Ailesi fukara olduğundan ancak ortaokulu bitirebildi. Geçinebilmek için fırın işçiliği bile yaptı. Milliyet Gazetesi’nin Ali Naci Karacan Armağanı Yarışması’nda “Yaşadıklarının Farkında Olmadıklarımız” adlı röportajla 3. oldu ve adını duyurdu. O yıllarda Türkiye’nin Pravdası diye bilinen, keçisi çalınan müftüyü “Müftü keçi çaldı” diye haber yapan gazete dahil Yön, Cumhuriyet, Akşam gibi müslümanları aşağılayan, gerici, mürteci, kuyruk, şeriatçı diyerek ötekileştiren ağır derin sol neşriyatta çalıştı ve  yoldaşlarının deyişi ile kökleri yakın tarihimin  gerçeklerine uzanan  günün sorunlarına sahip çıktı!. Şükran Kurdakul çok tutmuştu yalın anlatımı ve  güçlü gözlem yetenekli Erol Toy’u. Adnan Binyazar da dil tutumu, buna bağlı yalın anlatımı, olayları yorumlamadaki başarısı, sorunları bilinçle işlemesi dolayısıyla Erol Toy’u izlemeye aldı.

“İMPARATOR” HOLDİNGİ GERİDE BIRAKTI

Erol Toy için artık yol belli olmuştu bu destek ile. Yenilgi (hikayeler), Toprak Acıkınca, Acı Para, Gazap Ortakları(roman), Pir Sultan Abdal(oyun, Halk Oyuncuları defalarca kapalı gişe oynadı), Türk Gerila Tarihi(inceleme) adlı eserlerine bir yenisini daha eklemek istiyordu. İşte fırsat ayağına gelmişti.

32 yaşındaki delikanlı Erol Toy, Vehbi Koç’un hatıralarının gerek tashihi ve gerek redaksiyonunu yaparken sürekli notlar aldı.  Almakla kalmadı notun arka planındaki gelişmeleri de mercek altında tuttu. Kitaplarını yayınlayan bir başka kapitalist solcuMehmet Ali Yalçın’ın Cağaloğlu’ndaki isminin baş harflerinden oluşan MAY Yayınlarına uğrayarak “Abi, sana bomba gibi bir roman yazdım” dediğinde zaten patlamayı orada yapmıştı. Vehbi Koç’un Hatıralarım’ın iskeleti “İmparator” adında yeni bir roman doğurmuştu. Romanın kahramını fiilen Vehbi Beydi, resmen ve ismen değildi. Hukuki bütün açıklardan istifade edilerek yapılan mizansen avukatları bile hayrette bıraktı. Zaten o günlerde ve hatta bugün de sol demek , ecnebi dilli, tahsili, görgüsü, tecrübesi, milli ve yerel değerlere yabancılığı, kimliksizliği, iç ve dış bağımlılığı  ne olursa olsun aydın demekti.

İmparator’un girmediği ev kalmadı bir anda. Sağcı-solcu bütün öğrenciler bu kitabı konuşuyordu. Bir kısmı nasıl zengin olunacağını öğrenmek isterken, bir kısmı da pis kapitalistlerin ülkeyi ve devleti nasıl sömürdüklerini algılamaya çalışıyordu! Bir kesim vardı ki  gündemde ne varsa ona sahip çıkıyordu. Madem İmparator gündemi teşkil ediyor, gazeteler ondan bahsediyordu, o halde birkaç senede 40 baskı yaparak yayınevini, entelektüel hayatı, sol ve sanatçı kesimini ilgilendiriyordu, bu romanın okunması gerekti hava atmak için. Öyle de oldu.

Şimdi Erol Toy’un eserlerini vitrinlerde göremiyorum, kendisi hayatta mı onu da bilmiyorum. Sol Erol Toy’u terk mi etti sanmam ama bir ihtimal işte. Saman alevi gibi parladı ve sonra söndürüldü.

ZAHMETSİZ RAHMET  OLMUYOR

Bütün bunları niçin hatırladım dersiniz, arkadaşım Latif Çiçek yok mu hep o’nun yüzünden işte. Latif Çiçek günümüz entellektüel hayatı için bir şanstır. Özellikle de eğitim hayatımız için. Gelişmelere analizleri ve yaklaşımları dikkate şayandır, arka planı mutlaka vardır, referansları da güçlüdür. Avni Özgürel’in internet sitesi Birleşik Basın’da yazılar yayınlıyor. Hepsi birbirinden güçlü ve dolu yazılar. Dilerim bu yazılar birleştirilerek bir kitap haline getirilir. Son yazısı İçlik’te bir kitaptan bahsediyordu. Mustafa Everdi’nin yazdığı Davakıran adlı bir roman. Dikkatimi çekti. Kitapçılarda bulamayınca Beyan Yayınları’na uğrayarak hem  Ali Kemal Temizer ile sohbet ettim, hem bu 240 sahifelik romana sahip oldum. Bir gecede de bitirdim. Yazarı Mustafa Everdi’yi arayarak kutladım. Hayret nasıl olmuş da geçen sene yayınlanan bu nefis romanı, bizlerin hikayesini, bir cemaatin birkaç önde geleniyle öyküsünü farketmemişiz?!

Beyan Yayınları Zübeyir Yetik’in, Saatçı Musa Çağıl’ın, Terzi Sait Çekmegil’in ve daha başkalarının da hatıralarını yayınladı. Hepsini okudum. Adına ne derseniz deyiniz sağ, milliyetçi, muhafazakar, islamcı vs. kesimin bugünlere  nasıl geldiğini, nasıl badireler atlattığını, çekilen sıkıntıları, tutuklamaları, iftiraları, işsiz kalmaları, okuldan atılmaları, dışlanmalarını, küçük ve basit görünmelerini, işyerinden tard edilmelerini vs o kadar çok yaşamış ki insanlarımız ve toplumumuz “pes yani” dedirtecek kadar. Minyeli Abdullah da esasında bizim romanımız. O işkenceyi, zindanları ve zulmü belli yıllarda acaba yaşamayan var mı ki inancı uğruna? Eğer bir mesafe ve nefes alındıysa bu yüzdendir. Olmuyor işte zahmetsiz rahmet olmuyor.

DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM İDEALİZMİ ARKA PLANA BIRAKMAMALI

Bir Fransız atasözünü hatırlıyorum. Buna benzer Çin kelam-ı kibarı da var. Konfüçyus’un deyişleri de: “İktidar bozar” manasında bir hatırlatma veyahut “iktidar çözer” anlamında Türkçeye tercüme edilirse. Herhalde “bozar” daha doğru galiba. Bize gelince ölçü belli, hemen hatırlatıyor kitabımız, geleneklerimiz ve aksakallarımız. İşte özeti “Kamusal alan görevlileri(devlet adamları dahil) vazifeye başladığından itibaren mal varlığı artmamalı. Eftal olanı azalmasıdır.” Bu ölçü yeter de artar bile.

Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı’ndan Birinci Lema’da Hazreti Yunus olayını anlatır. Derki bir yerinde “Bir iç dışa, dış içe çevrilsek” acaba nasıl ve neyi savunuruz. Dolayısıyla işimiz gerçekten zor.

Hukukçu Mustafa Everdi’nin Davakıran’ını okurken “Ben bu roman kahramanını tanıyorum” diyorum. “Arkadaşını da tanıyorum.” Romandaki bütün olayları sanki “biliyorum” gibi geliyor bana. Çünkü içimizden biri anlatılıyor.

Önceleri devletin yaptığı zulümleri Kemal Tahir’in deyişiyle “devlet ana” diyerek “devlet baba” zarar görmesin diye hep içimize atmışız. Zulüm durmamış, insan hakları, demokrasi, hukuk devleti işlememiş, bizim insanımız hep devletinden yana içi yana yana hep sabretmiş. Nazilli’de dini kitap okuduğu için karakolda dövülerek öldürülen Terzi Mehmet Oğuz’un hala bir romanı yok,  senaryosu yazılmamış, filmi çekilmemiş. Rahmetli Mehmet Oğuz kan kusarak öldürüldü. Şimdi bu dönem atlatıldı gibi. Dini kitap okuduğu için kimse öldürülmüyor.

ÖRTÜLÜ AHLAKSIZLARIN ROMANINA DEVAM MI?

Sonra ” aman arkadaşımızın fenalıkları deşifre olmasın davamız zarar görür” dönemi başladı. Es geçildi. Paralar toplandı batırıldı. Müesseseler kuruldu, iflas ettirildi. Sonra bir baktık ki bunların içinden kaç tane “gizli zengin” çıkmış. Yine de “islam zarar görmesin” diye anlatılmadı, üzeri küllendi. Ancak parçalanmalar, bölünmeler oldu ister istemez. Yardım kuruluşlarındaki skandal ve müslüman parasıyla kurulan bir müessesenin imtiyazı yahudilere satılması ile mızrak çuvala sığmayacak boyuta geldi.Hayırseverlerin heyecanlarını aldılar. Rüşvet ve ahlaksızlık; zenginleşip, ünvan ve imkan sahibi olunca görünmez zannedildi!

Davakıran bunun bir kısmını anlatıyor işte. İçimizdeki örtülü ahlaksızlıkları yansıtıyor. Romandan bir bölüm “Fatihler gizlenmiştir. Ama biz çocuklarımıza  Fatih adı vererek  bilmeden onlara yardım ederiz. Kelimelerimizle elde edeceğimizi sanırken, malı götüren götürmüştür. Bana da tenis yerine çelik çomakla, viyolensel yerine davul zurnayla oyalanmak kalmıştı. Shf 123”

Galiba içmizi dışa, dışımızı da içe çevirmemiz gereken günlere geldik. Ayan Beyan ortada. Teşekkürler Mustafa Everdi. Davakıranları yakalamaya devam.