“Darbe suçu” ve “cumhuriyeti korumak” nasıl ayırt edilir?
“Ergenekon” adı soruşturma kapsamında gözaltına alınanların ihtilal yaparak meşru düzeni değiştirmek gibi bir maksatları ve bu maksada uygun teşkilatlanmaları var mı bilemiyorum. Ancak emekli subayları bırakın, muvazzafların dahi ihtilal yapabilmeleri için uygun bir toplumsal yapının oluşmasının ön şart olduğu herkesçe bilinmektedir.
İhtilal yapmak maksadıyla örgüt kurdukları iddia edilen emekli generaller için, bir an iddiaların doğru olduğunu farz edelim. Bu maksatlarına uygun eylemi muvazzaf iken yani emirlerinde en az iki ordu komutanlığı gücü varken yapmadıklarına göre, şartların uygun olmadığını görmüş olmalılar. Emekli olduktan sonra böyle bir niyet içine girdilerse, güçlerinin azalmış olmasına rağmen, muhtemelen Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sinde belirttiği şartların oluştuğuna inanmış olmalarını düşünmek gerekir.
*******************
Atatürk “Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek” görevini her ne kadar gençliğe vermiş olsa da, gençlik izafi bir kavram olup kendisini genç hisseden her Türk vatandaşı bu görevin kendisine verildiğini hissedebilir.
Bugün Türkiye’de sadece birkaç emekli subay değil, vatandaşların muhtemelen yüzde 15-20 sinin “aziz vatanın kalelerinin zaptedilmiş, tersanelerine girilmiş” ve “memleketin toprakları ve varlıklarının (özelleştirme ve yabancılara mülk satışıyla) bilfiil işgal edilmiş” olduğuna inanmış olduğunu sanıyorum. Yine büyük bir yüzdede vatandaşımızın “iktidara sahip olanların gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunduğuna, hatta bu iktidar sahiplerinin, şahsî menfaatlerini, yabancıların siyasi emelleriyle tevhid ettiğine” inandığını söylemek herhalde abartılı olmaz.
Halkın yarısına yakınından oy almış bir iktidara karşı, oy vermeyenlerin önemli bir kesiminde böylesine farklı kanaatin oluşması ilginçtir. Ama böyle bir zıtlaşmanın varlığı da gerçektir.
Bir kısım (asker veya sivil) insanımız da, “bu ahval ve şerâit içinde, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmak” benim vazifemdir diye düşünmüş olabilir. Bu düşünceyi eyleme geçirenler varsa onları bulup maddi delillerle hukuk önüne çıkarmak emniyet ve yargının meselesi.
Bu yazımızın konusu “Ergenekon” soruşturmasında gözaltına alınanların suçlu olup olmadığını tartışmak değildir. Ancak bu kadar ağır iddialarla yargılananların kamuoyunda ciddi bir tepki görmemesi ve hatta önemli bir kesim (ana muhalefet partisi, medyanın çoğunluğu ve önemli bir vatandaş kitlesi) tarafından “iktidar tarafından mağdur edilmiş kahraman vatan evlatları” olarak kabul edilmesinin sebeplerini anlamaya çalışıyorum.
********************
Gerçekten vatandaşların özgür ve bağımsız olmadığı, ülkenin imkân ve kaynaklarının bir kişi, grup veya yabancı ülkeye aktarıldığı için “fakr ü zaruret içinde” kaldığı bir durum varsa, “isyan veya ihtilal hakkı” doğar mı? Böyle bir hak varsa bu şartların doğduğuna karar verme yetkisi kime ait olacaktır?
John Locke’un (17.yy) “meşruiyetini yitirmiş yönetim karşısında halkın isyan hakkına sahip olduğuna” dair görüşü “Ergenekon” davası sanıklarına gerekçe teşkil edemez. Halk adına meşruiyetin yitirildiği fikrine dayalı bir darbe planı varsa bile, 2007 seçimleri halkın bu fikri doğru bulmadığını göstermiştir.
**************
Demokrasilerde meşru hükümetin icraatından rahatsız olan vatandaşın ilk seçimde oyunu başka partiye vermekten başka seçeneği yoktur. Buna itiraz etmek demokrasinin en temel kuralına inanmamak anlamına gelir. Meşru iktidarı seçim harici illegal bir yolla yıkmaya çalışmak suçtur.
Diğer taraftan, çoğunluğun oyu ile gelmiş ve kurduğu dikta rejimi ile ülkesini felaketlere sürüklemiş (Hitler gibi) diktatörler ve rejimlerini de düşünürseniz, vatandaşların her hal ve şartta meşru idareye (çoğunluğun seçimi ile işbaşına gelse bile) uyması ne kadar gerçekçi ve ne kadar doğrudur?
Bu soruya cevap vermek zor. Ayrıca verilen cevaplar da her zaman aynı derecede doğru olamaz. Atatürk’ün Padişahın emrine karşı çıkması, müfettişlik görevinden istifa ederek milli mücadeleyi başlatması meşru idareye karşı çıkmaktı ve mer’i hukuka göre suçtu. Milli Mücadele başarılı olmasaydı herhalde cezası idam olacaktı. (Tarık Buğra, Küçükağa romanında halkımızın bir kesiminin, meşru ama esir konumdaki idareyi temsil eden Padişah ile o günkü haliyle isyancı çete görüntüsü veren Kuvayı Milliye arasında tercih etmekte yaşadığı kararsızlığı çok güzel anlatır.)
Cumhuriyet döneminde yaşanan iç isyanlar da, Talat Aydemir’in 1963’teki ihtilal teşebbüsü de meşru yönetime karşıydı ve başarısız olarak failleri cezalarını çektiler. Bu hareketleri Milli Mücadele ile aynı kefede değerlendirmek elbette mümkün değildir.
*******************
İhtilalların sadece başarılı olması ve devlet gücünü ele geçirme imkânını bulması meşruiyetini sağlar mı? Büyük ölçüde evet. (Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun ifadesiyle: “Darbede başarılı olanları yargılayamazsınız. Ancak eyleme geçilmesi suç olur.”)
1982 İhtilalını yapan Kenan Evren ve arkadaşları serbest ve itibar içindeyken, “Ergenekon” davasında gözaltında olanlar “darbeye teşebbüsten” yargılanacaklar.
Darbede başarılı olanlar bile uzun vadede halk desteğini almak zorundadır. 1982 darbesi halktan önemli oranda destek almayı başarmıştı.
**********************
Türkiye’de hala darbeci suçlamaları ile ihtilal teorilerini tartışıyor olmak bile üzücü. Vatandaşlarımızın yasal yollardan çıkmadan bilinçli bir şekilde yurttaşlık görevlerini ifa etmeleri dileğimizdir. Herkes, meşru hukuk düzeni içinde siyasi mücadele yapabilir, birey olarak veya sivil toplum örgütleri içindeki faaliyetleri ile kamuoyu oluşturma gibi yollarla beğenmediği iktidarın yerine, beğendiği kadro ve fikirlerin işbaşına gelmesine çalışabilir.
Vatandaşlarımızdan bir kısmı kendini “öz vatanında garip ve parya” gibi görüyorsa.. Veya siyasal ve ekonomik olarak hür ve bağımsız bir Türkiye’de yaşayamamaktan şikayetçi ise.. Kendi inanç ve yaşama biçimine müdahale edilmek endişesinden kurtulamıyorsa.. Bu endişeleri gidermek konusunda öncelikli görev ve sorumluluk siyasal iktidara ve yargı organlarına ait olsa gerektir.