İstanbul’da 2015 Aralık’taki ilk iki hafta kültürel etkinlikler açısından dopdolu geçti benim için. Önce Türkiye Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM’ın, sonra İslam Araştırmaları Vakfı İSAV’ın uluslararası etkinliklerinin ardından kısa adı UİP-ICP olan Uluslararası İşbirliği Platformu’nun 6. Boğaziçi Zirvesi İstanbul Çırağan Sarayı’nda gerçekleştirildi.
Siz benim yazımın başlığıma bakmayın toplantı “Daha Az Yoksulluk, Daha Fazla Refah” üst başlığı altında “İkiz Hedefler: Yoksulluğu yok etmek, refahı taban seviyesinde büyütmek” ile programa başlandı. Zirvede sanattan spora, eğitimden enerjiye, teknolojiden ekonomiye kadar üç gün çok sayıda konu irdelendi. Çoğuna katıldığım zirvede atılımı UİP’in kurucu başkanı Cengiz Özgencil, koordinasyonu Artım Organizasyonla gerçekleştirmiş. Başarı hanesini çoğaltmış.
İki Dost İki Değerlendirme
Boğaziçi sosyal medyada yer alınca iltifatlar, eleştiriler ve serzenişler de gelmedi değil. Bana da iki değerli dostumdan arka planı güçlü iki hatırlatma geldi.
Prof.Dr. İsmail Türkoğlu “Yoksulluğu tartışmak için iyi bir mekan seçmişler Mehmet Bey” derken, Gazeteci Faruk Mangırcı bir hatırlatma yapıyor. O da şöyle;
Kısa adı TİSVA olan ve mütevelli heyet başkanlığını Prof.Dr. Aziz Akgül’ün yürüttüğü Türkiye İsrafı Önleme Vakfı geçtiğimiz yıllarda amacı doğrultusunda Sheraton Otelde bir etkinlik düzenliyor. Faruk Mangırcı, Aziz Akgül’ün iyi bir dostu. O yıllarda Vatan’da çalışıyor. Haberi Vatan Gazetesi manşetten girecekken, bir gelişme haberi geri çektiriyor. Faruk Mangırcı’ya göre eğer haber manşetten verilseydi, yoksulluk ve israfı önleme etkinliğinin Sheraton’da yapılmasına çok eleştiri gelecekti. Bu yaklaşım doğru. Ancak yoksulluğu telafi edecek de zenginler. Eğer paylaşmayı becerebilirlerse. Zenginler de sanırım bir varoşa gitmez, vasat bir mekanda bulunmayı aklından geçirmez, çıtası yüksek de olsa daha iyisini tercih eder etkinliğin yapılacağı yerin. Çünkü hayat standartları hep öyle olmuş.
Hatırlıyorum TİSVA, mikro krediye kaynak kazanabilmek için ressam, minyatür ustası, hattat, müzehhip, heykeltraş, ebrucu ve diğer sanatçılardan bağış mahiyetinde tablolar, eserler topladı, bunu yine sosyetik bir galeri salonunda açtığı sergide satarak girdi sağladı. O tabloları alacak olanların tümü de hep varlıklı kuruluş ve kimselerdi. Oysa direkt bağış ta yapabilirlerdi, ancak tablo satın almak tarafları daha mutlu kıldı. TİSVA daha sonra sanatçılara teşekkür eden mektuplar yazdı. Bu sanatçılardan biri de eşim ressam, minyatürcü ve müzehhibe Serhan Çiftçigüzeli’ydi.
Dünyayı Yönetmeye Talip Entelektüeller Platformu
Boğaziçi Zirvesi’ne 80 ülkeden katılım olmuş, dört kıtadan Afrika, Amerika, Asya ve Avrupa’dan konuklar gelmişti. Bakanlar, Prensler, Bankacılar, bürokratlar, sivil ve kamu kuruluşlarının temsilcileri, Türk siyaset ve iş dünyasının ünlü isimleri falan katılmıştı. Zenginlerin ve gönüllülerin rızası ve katkıları olmadan kesinlikle, iletişime geçilemez, diyalog kurulamaz ve neticede yoksulluk azalmaz, refah paylaşılmaz ve yükselemezdi.
Konuşmalardan aldığım notlara göre açlık, yoksulluk bir yana dünyada şu an 795 milyon insan yetersiz besleniyor. Açlık rakamı veremiyorum, içimiz kararıyor çünkü. Bütün bunlar eğitimi, sağlığı, kültürü, diyaloğu etkiliyor. Üstelik refah başkalarına bedel ödetmek biçiminde de olmamalı. Zirvede bu konu edildi. Dünya tarihinde hiç örneği görülmeyecek biçimde açlık, yoksulluk, terör bir yana, sadece savaş dolayısıyla 60 milyon insan göç etmiş, yer değiştirmiş. İstikrar işte burada kendini belli ediyor. Güven içinde büyüyen bir ekonomi olması gerekiyor sorunların çözümü için de. Sektörel boyuta bir de sosyal boyut eklenmesi gerekiyor. Bir örnek verdiler, Fransa’da dünyanın en ünlü çanta ve ayakkabı mağazasından. Paris’teki Louis Vuitton Mağazası 150 milyon Euro ayırarak “Fondation Louis VuitnMuseum” adında bir sanat müzesi kurmuş. Lübnan’daki bir başka müteşebbis de AVM’sinin hemen yanına bir sanat evi ve sergi salonu açmış. AVM’den belli bir oran karı buraya aktarıyormuş. Bazıları kültüre, sanata fon ayırıyor.
Her ne ise. Bir başka boyuta gelince, maalesef insani boyut olarak Türkiye 188 ülke içinde 72.sırada imiş. Sanki çiğerime bir hançer saplandı. İnsani boyut çünkü. Acaba koskoca bir medeniyet inşasından insanlık arar hale mi düştük?.
Uluslararası Toplantıların Mücevheri
Boğaziçi Zirvesi’nin son günündeki “Sanatın Ekonomik Etkileri” konulu yuvarlak masa toplantısı tam Cuma namazına denk geldiği için Romancı Sevim Reşat Hanım arkadaşımın notlarından istifade etmek durumunda kaldım. İş kadını Demet Sabancı Çetindoğan’ın yönettiği toplantıda, Deniz Adanalı moderatör olarak görev almış. İşadamı Ali Gürelli, Kültürel Politikalar Çalışmaları Direktörü Özlem Ece, Televizyon Yapımcısı Timur Savcı, Global Agency’den İzzet Pinto ve Sanat Danışmanı Raffi Portakal görüşlerini aktarmış.
Çırağan PlaceKempinski’de bir de sergi vardı. Keyifle izledim Ali Alışır, Devrim Erbil ve BerkayBuğdanoğlu ile Kaya-Münevver Üçerlerin çalışmalarına bayıldım. Cem Sağbil, Dinçer Güngörür, Gül Delemen ve Prof. Dr. Halil Akdeniz ile Prof. Dr. Süleyman Saim Tekcan’ın çalışmalarını da keyifle izledim. Bir uluslararası zirveye de yakışmış. Satılan eser var mıydı? Hayır. Türkiye’nin zenginleri böyle sanat, kültür ve medeniyet hareketine pek alaka göstermiyorlar. Ancak zirvenin önemli konuğu Katar öyle değildi. Türkiye’de muhafazakar müteşebbisler sanat, kültür ve medeniyet hareketinin yanlarından bile geçmezler. Türkiye’nin en önemli hat, tezhip ve minyatür koleksiyonu Sabancı Ailesi’nde. Bülent Eczacıbaşı’nın bu konuda bir ayrıcalığı var koleksiyonları gibi. İstanbul Festivali de Eczacıbaşıların himmetiyle yıllardır devam ediyor. Müziği de ihmal etmeyen gıda sektöründeki işadamı Faruk Berksan’ınresim ve gıdayla alakalı tablolar koleksiyonu olduğunu biliyorum. Saysam birkaç tane daha çıkar belki ama, özelikle milliyetçi, muhafazakar, İslamcı, sağcı falan diye bilinen müteşebbislerde “sadece daha fazla para kazanma endişesi var.” Sağlık olsun.
Orhan Pamuk, Elif Şafak, Yaşar Kemal, Aziz Nesin vs gibi yazarların eserleri ülkemize döviz girdisi kazandırıyor. Yurtdışı pazarlara Türkiye Amerika’dan sonra çok iddialı girdi ve kazandı. Türk TV Dizileri dünya televizyonlarında yayında. Ama bunların hiç birinde muhafazakar dünya görüşü yok. Bunu muhafazakarların düşünmesi gerek.
Yarınki Coğrafyamızı Düşünebiliyor musunuz?
Gerçekten daha az yoksulluk, daha fazla refah mı?
Bu konuyu uzmanlarına ve ülkeleri yönetenlere bırakalım. Ama bir husus var ki en az bu kadar önemli, ancak gelinen noktada dibe vurmuş bir fikri fukaralık “ne haber?” diye bize bakıp duruyor. Arka planında daha fazla refah içinde, daha az fikir fukarası bir toplum. Fotoğraf böyle maalesef.
Kültürel hizmetlere ortak akıl daha fazla gerekli. Herkes kendini bulabilmeli bu ortamda. Türkiye’de bugün akil adam bulmak belki kolay, ancak akil adam yetiştirmek zor. Kitap fuarları TÜYAP dışında panayır gibi. Oysa kültür ürünlerine bütün toplumumuzun ihtiyacı var. Var ama Türkiye henüz bir kültür endüstrisi oluşturamamış, konuya ilişkin küresel işbirliği yapamamış. Çünkü Kültür Bakanlığının varlığı henüz kendini belli edemiyor, buluğa ermemiş biçimde. Temsilcileri kırmızı plakanın dışında bir miras bırakmadılar. Hayatta iken ek göstergeleri zirvede bir mütekait girdisi alabilecekler. Hayata veda ettiklerinde de cenazeleri resmi törenle kaldırılacak. Buna değer mi bilmiyorum?
Siyasette ve muhafazakar politikada patroncu akıl, üretici aklı yeniyor, silip süpürmese bile pısırıklaştırıyor. Kolaycı yapıyor. Oysa siyasiler de burada rol almalı, sorumluluk paylaşmalılar. Hemen aklıma gelen bir kaç isim ABD eski Başkanlarından Sinema Sanatçısı Ronald Reagan ile Yunanistan Kültür Bakanı Sinema Sanatçısı MelinaMercouri ve Avusturya eski cumhurbaşkanı..Türkiye’de tam tersi oluyor politikaya giren yazarlar yazmayı, sanatçılar sanatı unutuyor.
Heyecansızlık, Sevinçsizlik
Dönüp dolaşıp geldiğimiz yer sadece sanata, kültüre, fikre değil, insana yatırım da engelliyor ülkemizde. Hangi görüş iktidara gelirse gelsin değişmiyor bu uygulama. Marka isimlerimiz sürekli eskiyor ve miras yedi bir toplum oluyoruz. Meslek kuruluşları da imkan ve unvan sahibi olunca üyelerinin yeni gelişme ve bilgilerle donanımı konusunu programına bile almıyor. Siz böyle bir edebiyat, yazar, sanat, ilim kuruluşu, meslek örgütü sivil toplumu tanıyor musunuz? Üyeler kendini donatıyorsa oh ne ala! Devlet sanatçıları bile daha önce bahçelerinde ürettikleri gülün çok gerisindeler, güçlüye endekslemişler kendilerini. İyi ki Türkiye’de yaşamayan bir ilim adamımız NOBEL aldı da teselli ediyoruz kendimizi. Sivil toplum görüşü kuruluşlarda temsil edilmiyor. Meslek kuruluşları kendi içinde tutuculaşıyor, mevcudu korumaya çalışıyor, yeniliğe kapanıyor. Hele üreten aydın burada kesinlikle kendine yer bulamıyor. Oysa her üreticinin müteşebbis olması gerekirken ters orantılı bir grafik ortaya çıkıyor. Aynı kulvarda aynı işe taliplerin sayısı artıyor. Teşvikler bilinmediği gibi, haset ve gammazlık ortaya çıkıyor. Halbuki paylaşılsa çok daha fikirler tartışılıp değerlendirilebilecek.
Platoların azlığını fark edebiliyor musunuz? Niçin yazar evleri yoktur? Kültür emperyalizmindeki kayırmacılık ve destek hiç dikkatinizi çekiyor mu? Galiba bir gün heyecansızlıktan ve sevinçsizlikten çatlamalar olacak. Çünkü tebessüm etmeyi unuttu toplum.
Oysa bilinmeli ki 21 yüzyıl sanat, kültür, edebiyat için bir önemli sektördür. Üstelik ticari yanı da vardır. Eğer sen açtığın AVM’leregıda-giyim kuşam-moda mağazaları taşıyıp, kitap-sanat cafelere ayrıcalık yapmazsan kültür emperyalizmindeki küresel kayırmacılık ayağına dolanır ve seni yere serer.
Galiba fikirsizliği ve fakirliği, yoksulluğu, yolsuzluğu yenmenin, daha az refahın bir yolu olmalı. Ne dersiniz? Boğaziçi Zirvesi bana bunları hatırlattı birden bire. Ortadaki resme sancılar içinde baktım Yarınki Türkiye için.