Son senelerin modalarından biri de “geçmişimizle hesaplaşmak“. Bu kapsamda alışık olmadığımız kadar her şeyi tartışıyoruz. Dini yorumlar, tarihi olaylar, siyasi tercihler, etnisite ve mezhep farklarından doğan meseleler, devlet sistemi ve uygulamalarına dair konular bu hesaplaşma/yüzleşme kavramı çerçevesinde konuşulmakta.
Bazen sinir uçlarımıza dokunup bizi çok rahatsız etse de bir yere kadar tartışmaların faydalı olduğunu düşünebiliriz. Ancak “hesaplaşma/yüzleşme” kavramları çerçevesine hapsedilmiş tartışmalar, böylesine çetin bir işe peşin bir kanaatle başlamak demek.
Bu ön kabul, geçmişin hep hatalı ve yanlış olduğu, bugün bunların değiştirilmesi gerektiği varsayımıdır.
Oysaki “geçmişte yapılan her şey yanlıştı” demek de, “geçmişte yapılan ve bugün devam eden her şey doğrudur” demek kadar hatalıdır.
Zaten “doğru” ve “yanlış” izafidir, yani ölçüt aldığınız değerlere göre değişen kavramlardır. Kendi kısacık hayatımızda bile gençliğimizde doğru bulduklarımızı yanlış, yanlış bulduklarımızı doğru bulmuyor muyuz?
Dün hâkim zihniyetin temsilcileri, önceki zamanda yapılanları dünün değerlerine göre yanlış bulup eleştirdiler. Bugünün hâkim zihniyeti de, dünün değerleriyle yapılanları bugünün anlayışı içerisinde yerden yere vurmakta.
Gelecekte de aynı bilim dışı anlayış hâkim olursa, bugünün iktidarı ve yaptıkları aynı şekilde acımasızca eleştirilecek.
*****
Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle yenilenen hesaplaşma konumuz, Cumhuriyetimiz ve onun Bayramını kutlama tarzı.
Cumhuriyet öncelikle başkent İstanbul dâhil büyük kısmı işgal edilmiş vatan topraklarının bir “kurtuluş” savaşıyla geri kazanılması ve bağımsızlığımız demek.
Bu sebeple şu cümlelerin hepimizin ortak duygusunu dile getirmiş olması gerekir: “O cumhuriyet sayesindedir ki bayrağımız dalgalanıyor, minarelerden ezan eksik olmuyor ve hepimiz bu hürriyet havasını teneffüs edebiliyoruz. Allah Cumhuriyeti kuranlardan razı olsun. Rahmetle anıyoruz.” (Vecdi Gönül– Milli Savunma E. Bakanı, AKP Antalya Milletvekili)
*****
Bugün Cumhuriyeti ve kuruluş felsefesini tartışmaya açan birinci grup kötü niyetlidir. Yani üniter milli devlet yerine bölünmüş bir Türkiye isteyenlerdir.
Diğer bir kısmı ise belki iyi niyetli, fakat yaptıkları tartışma tarih metodolojisinden uzaktır. Tarihi olaylar o günün şartlarında değerlendirilmesi gerekirken, bu kesim tarafından bugünün Türkiye ve dünya şartlarında oluşan değerler ve kurumlar açısından geçmiş değerlendirilmekte.
Bu kişiler adeta o dönemde “hızlı tren” olmamasını dönemin kusuru saymak gibi garip bir tarz benimsemişler. Garip, çünkü sosyal değişimler de, teknolojik gelişim gibi, toplumların bilgi ve tecrübelerinin zaman içinde gelişmesinin sonucudur.
Mesela Avrupa’da 20. yüzyılın ikinci çeyreğinde hiçbir devlet demokrasi ile yönetilmiyordu. Faşizm ve Nazizm yükselen değerler idi. Türkiye’de de tek parti yönetimi vardı.
*****
Cumhuriyetimizin kurucusu M. Kemal Atatürk ve arkadaşlarının temel tercihlerinin çok isabetli olduğu kanaatindeyim. Hem dönemin Türkiye şartları ve hem de dünyanın genel durumu itibariyle doğru tercihlerdi.
Bugüne kadarki idari hatalarımızı tartışmamız, yapılan yanlış uygulamalardan ders çıkarmamız elbette faydalı olabilir. Ama Atatürk ve dönemi için yapılan değerlendirmelerde, devraldığı miras ve ulaştığı sonuçlar dikkate alındığında çok başarılı bir dönem geçirdiğimiz açıktır.
Devletimizin kurucu iradesinin Milli ve üniter bir devlet yapılandırması, Ordunun ve dini grupların siyasetin dışında tutulması, bağımsızlık idealine verdikleri önem, vatandaşlık tanımı, milli birliği bozucu dış kaynaklı hareketlere tavizsiz tavır, insan kaynaklarımızı geliştirmeye yönelik politikalar ile kadın hakları vd tercihlerinin ne kadar doğru olduğunu gelişmeler bize gösterdi.
*****
Atatürk döneminde sadece bağımsız bir devlet kazanmadık. Aynı zamanda ”Cumhuriyet yönetimi ilk 15 yılda adeta kalkınma destanı yazdı. Üstelik bunu borca girmeden başardı.” Bu hükme varan (“Şu Çılgın Türkler” kitabının yazarı) Turgut Özakman Cumhuriyet’in devraldığı Türkiye‘ye dair şu bilgileri vermekte:
“Devlet, kaç zamandır yarı sömürge halinde, güçsüz. İdari, ekonomik, mali ve hukuki kapitülasyonlar sürüyor. İlkel bir tarım toplumu, iflas etmiş bir maliye. Büyük bir dış borç, yarı ölü bir ekonomi. Cılız, küçük bir sanayi. Ağır sanayi neredeyse sıfır. Hemen her şey, pencere camı, şeker, buğday bile ithal edilir durumda. Kişi başına düşen milli gelir, sadece 4 lira.“
“Sıtma, frengi, verem, trahom gibi hastalıklar yaygın. Ülkede 40 bin köye karşılık ebe sayısı 200 kadar… 0-2 yaş grubu çocuklarda ölüm oranı yüzde 60. Bütün imparatorlukta sadece 158 ortaokul ve lise, bir tane de medrese uzantısı bir üniversite var. Tüm liselerde okuyan kız öğrenci sayısı 230…”
“Kadının seçme-seçilme hakkı yok, yani yurttaş sayılmıyor. Okur-yazar oranı erkeklerde yüzde 7, kadınlarda ise binde 4″
*****
“Geçmişle hesaplaşma” modasının etkisinde kalan Başbakan Erdoğan bile, 10. Yıl Marşı’ndaki “Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan” cümlesine atıfta bulundu. O dönemde hiçbir şey yapılmadığını ima ederek “Neyi ördünüz?” diye sordu. Kendi dönemlerinde çok daha fazla demiryolu yapıldığını söyledi.
Bugünün Türkiye’sinin gücü ve zamanımızın teknolojisi ile ortalama 80 sene öncesinin imkânlarıyla yapılanları kıyaslamak insaflı değil. Buna rağmen rakamlar Başbakan’ı doğrulamıyor:
“Cumhuriyet ilan edildiğinde, misak-ı milli sınırları içindeki demiryollarının uzunluğu, 4 bin 559 kilometreydi. Bu demiryollarını Alman, İngiliz ve Fransız şirketleri işletiyordu. Cumhuriyet yönetimi ilk 15 yıl içinde, 4 bin 559 kilometrelik demiryolunu, Haydarpaşa ve İzmir liman şirketleriyle birlikte satın aldı. Bunu borca girmeden başardı.”
TCDD verilerine göre, “Cumhuriyetin ilanından sonraki 17 yılda 4 bin 078 kilometre demiryolu daha eklendi. (AKP iktidarının 10 yıl boyunca döşediği raylar ise 1085 kilometre uzunluğunda. Hızlı tren hattı ise 888 kilometre.)”
“Kalkınma hızımız, 1923-1938 arasında ortalama yüzde 10’du. Sanayileşme hızımız ise yüzde 19’du. Bu dünya rekorudur.”
*****
Milletimiz, devletimizi yönetenlerden Cumhuriyetle hesaplaşma yerine, devletimizi kuranlara şükran borcunu yerine getirmesini ve insan hak ve hürriyetlerini, insani gelişme endeksini, demokrasi standartlarını, ortalaması yüzde 5 olan kalkınma hızımızı iyileştirmeye odaklanmasını beklemektedir.