24
Kasım, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Aziz Atatürk’ün, Millet Mektepleri Başöğretmenliğini
kabul buyurdukları günün 93.
Yıldönümüdür. 24 Kasım, 1981
Atatürk’ün 100. Doğum Yılı’nda Öğretmenler Günü olarak kabul
edilmiştir.
24 Kasım, öğretmenlerin
onur günüdür. Öğretmenler Günü;
öğretmenin toplum hayatındaki ve geleceğindeki yerini ve önemini vurgulamak,
aramızdan ayrılan öğretmenlerimizin aziz hâtıralarını yâd etmek, emekli
öğretmenlerimizin hizmetlerinin hiçbir zaman unutulmayacağını belirtmek
amacıyla ihdas edilmiştir.
Öğretmenlerimizin bu onur
gününde Atatürk’ün ve Cumhuriyetimizin
eğitim vizyonu’nda öğretmene verilen değer üzerinde durmak istiyorum
Gazi
Mustafa Kemal Atatürk, çocukluk ve öğrencilik hayatı hariç,
Cumhuriyetimizin kuruluşuna kadar geçen
ömrünü savaş meydanlarında geçirmiştir. Bir tümen komutanı olarak
katıldığı Çanakkale Savaşlarında
Anafartalar ve Conkbayırı’nda dönemin en güçlü devletleri İngiltere, Fransa ve
İtalya’nın ordularına, donanmalarına ve en modern silahlarına karşı kazandığı
zaferle “Anafartalar Kahramanı” olmuştur.
Çanakkale Zaferi, Türk milletinin müstakbel kurtarıcısı Mustafa Kemal’i
tanımasını sağlamıştır. O da savaş meydanlarında Türk milletinin hasletlerini,
vatan ve millet sevgisini, bu değerler uğruna yapabileceği fedakârlıkları
görmüş ve tanımıştır.
Osmanlı devleti, I. Dünya
Savaşı’nın sonunda müttefikleri ile birlikte mağlup sayılmıştır. İstanbul başta
olmak üzere vatanımızın üçte ikisi itilaf devletleri ve onların himayesindeki
Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, orduları dağıtılmıştır. Millet, uzun
yıllar süren savaşlar nedeniyle harap, bitap ve yoksul durumdadır. Hürriyet ve
istiklâlini tamamen kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Kurtuluş ümidini
kaybetmiştir.
Mustafa Kemal, 19
Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarken şu iki konuda kesin kararlı ve inançlıydı.
İlk olarak Türk milletinin hürriyet ve istiklâlini kazanma ümidini yeniden
uyandırarak Türk vatanını kurtarmak,
sonra da yıkılması mukadder olan Osmanlı devletinin yerine yeni bir Türk devleti kurmak. Bu düşünce ve inançla “Milletin istiklâlini yine milletin azim
ve kararı kurtaracaktır” diyerek yola çıktı. “Ya istiklâl, ya ölüm!” diyerek adım adım özgürlük ve bağımsızlık
hedefine doğru ilerledi. Kurtuluş yolunda ilerlerken, kurulacak devletin iki
ayak üzerinde güçlü bir devlet olacağına inanıyordu. Biri eğitim, diğeri ekonomi.
Atatürk, bu sebeple bir
taraftan “Asker ordusu” ile düşmana
karşı Kurtuluş Savaşı verirken, Kütahya-Eskişehir Muharebeleri devam ederken,
bir taraftan da 15-21 Temmuz 1921
tarihleri arasında Ankara’da, 1. Maarif
Kongresi’nde “Maarif ordusu” dediği öğretmen ve eğitim
yöneticilerini toplamıştır. 180 eğitimcinin katıldığı bu kongrede, savaştan
sonra kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nin milli eğitim ve kültür politikaları ana
hatlarıyla tartışılmış, geleceğin eğitimli Türk toplumunun nasıl
oluşturulacağının programları yapılmıştır.
1.Maarif
Kongresi sonucunda şu kararlar alınmıştır: Yeni nesle tüm
ömürlerinde başarı sağlayacak çok yönlü
bir eğitim sistemi oluşturulacaktır. İhtiyacı
olan kişiye ihtiyacı olan eğitim verilecektir. Kızlara ev işleri hakkında
eğitimler verilecektir. Ayrıca imparatorluk varisi olan bu vatanda, değişik
coğrafyalardan ve değişik etnik etnik kökenlerden gelen insanımızın millî kimliğini kazanması eğitim
yoluyla sağlanacaktır.
Atatürk, 1. Maarif
Kongresi ardından daha Cumhuriyet kurulmadan, 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de 1. İktisat Kongresi’ni toplamış ve kazanılan zaferden
sonra yeni Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığının nasıl sağlanacağı tartışılmış,
yeni Türk devletinin ekonomi politikasının ana ilkeleri belirlenmiştir.
Atatürk’ün, 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’ni
kurduktan sonra yaptığı ilk icraatlardan biri, dört ay sonra 3 Mart 1924 tarihinde 430 Sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu
(Öğretim Birliği Yasası)’nun kabul
edilmesini sağlamıştır. Böylece geleneksel eğitim kurumları ile modern eğitim
kurumlarının oluşturduğu paralel yapı ve çok başlılık sona erdirilmiştir. Bu
yasa ile ülkedeki bütün eğitim kurumları Maarif Vekaleti’ne (Millî Eğitim
Bakanlığı’na) bağlanmıştır.
1923-1924
eğitim-öğretim yılında Türkiye’nin nüfusu 12 milyondur. Bu nüfusun erkeklerde
yüzde 7’si ve kadınların sadece binde 4’ü okuryazardır.
Bu yıllarda Türkiye’de 4.894 ilkokul, 72
ortaokul, 23 lise, 64 meslek okulu, 9 fakülte ve yüksekokul olmak üzere toplam
5.062 öğretim kurumu vardır. Bu okullarda görevli olan öğretmen ve öğretim üyesi sayısı ise toplam 11.918’dir. İlkokullarda 341.941, ortaokullarda 5.905,
liselerde 1.241, meslek okullarında 6.547 ve yüksek öğretimde 2.914 olmak üzere
toplam 358.548 öğrenci vardır.
Cumhuriyet’in ilanından
sonra muasır medeniyet seviyesine ulaşma yolundaki başarının, eğitim alanındaki
başarıya bağlı olduğuna karar verildi. Bunun için ilk yapılması gereken
eğitimin yaygınlaştırılması ve okuryazar oranının artırılmasıydı. Bunun için
yapılacak ilk iş, alfabenin
değiştirilmesiydi.
Atatürk,
daha genç bir subayken yazı ve dil konusunda bilgi ve
düşüncelerini geliştirmişti ve Latin
alfabesinin kabul edilmesi düşüncesini savunuyordu.
Bu nedenle Türk dünyasında alfabe konusundaki gelişmeleri yakından takip
ediyordu. Bu gaye ile 1926 yılında Bakü’de toplanan Türk ve yabancı
Türkologların katıldığı Birinci
Türkoloji Kurultayı’na, Türkiye’yi temsilen Köprülüzade Mehmet Fuat ile Hüseyinzade Ali Beyleri gönderdi.
Türkoloji tarihinde son
derece önemli bir yere sahip olan Bakü Birinci Türkoloji Kurultayı, 26 Şubat-6 Mart 1926 tarihleri arasında
gerçekleştirildi. Günler süren uzun tartışmalardan sonra kurultayın 17. oturumunda, Türk soylu halkların
çoğunlukta olduğu cumhuriyetlerde Latin alfabesinden alınan harflerden oluşan “Birleştirilmiş Yeni Türk Elifbası”na
geçilmesine karar verildi.
Yeni alfabenin kabulünden
önce 1927-1928 yılları arasında açılan
3304 halk dershanesinde ancak 64.302 kişi okuma-yazma öğrenip belge aldı.
Bu deneme, Arap harfleri ile yaygın bir eğitim çalışmasının
gerçekleştirilemeyeceğini gösterdi.
İlerlemenin önündeki en
büyük engel cehaletti. Bunun için, milletin en kısa zamanda okur-yazar hale
getirilmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal, milleti bu durumdan kurtarmanın yolunu şöyle
ifade etmiştir: “Büyük Türk
milleti, cehaletten az emekle kısa yoldan ancak; kendi güzel ve asil diline
kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak
Lâtin esasından alınan Türk alfabesidir.”
Okur-yazarlığı yaymak ve
cehaleti kısa zamanda gidermek için, Atatürk’ün emriyle bir komisyon kurulup
yeni Türk alfabesi hazırlandı. Harf İnkılâbı’nın ilk müjdesini Mustafa Kemal 8 Ağustos 1928’de,
İstanbul’daki Sarayburnu Parkı’nda halka şöyle duyurmuştu: “Arkadaşlar, bizim güzel ahenkli
zengin dilimiz yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. …Yeni Türk harflerini
çabuk öğrenmelidir. Vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz.
Bunu vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken
düşününüz ki bir milletin, bir toplumun yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde
doksanı bilmezse, bundan insan olanlar utanmalıdır.”
1926 yılında Bakü’de
toplanan Birinci Türkoloji Kurultayı’nın sona ermesiyle Türk kültür tarihinde
yeni bir dönem başlamıştı. Türk soylu halkların çoğunlukta olduğu
cumhuriyetlerde Birleştirilmiş Yeni Türk
Elifbası aşama aşama yürürlüğe giriyordu. Türkiye Cumhuriyeti de 1 Kasım 1928’de kabul edilen 1353 sayılı
Kanun ile Bakü’de kabul edilen Birleştirilmiş Yeni Türk Elifbası’ndaki
harflerin hemen hemen aynı olan Latin
Kökenli Türk Alfabesi kullanılmaya başlandı. Böylece ilk kez 1860’ta Osmanlı Devleti’nde Münif Paşa’nın
alfabe üzerine konferansıyla başlayan ve önce alfabenin ıslahı, sonra da Latin
alfabesine geçme tartışmaları, yaklaşık yetmiş yıl sonra sona eriyordu. Bu
süreç kimilerinin zannettiği gibi bir gecede alınmış bir kararla başlamamış, 1860’ta başlayıp 1928’de sonuçlanmıştı.
Türkiye’de 1 Kasım 1928’de Harf İnkılâbı’nın
yapılmasından sonra, halkı kısa zamanda okuryazar yapmak amacıyla
başlatılan eğitim seferberliği için dört
ay süreli eğitim veren halk eğitimi kurumları olan Millet Mektepleri kurulmuştur. Atatürk,
24 Kasım 1928 tarihinde Millet Mektepleri Başöğretmenliği görevini kabul
etmiştir.
Eğitim seferberliğinin
başladığı ilk yılda 20.487 derslik açılmış; 1.075.500 kişi bu
okullara devam etmiş ve 597.010 kişi okuma yazma öğrenerek belge almıştır. Üç
yılda 1.5 milyon vatandaş okuryazar hale getirilmiştir. 1928-1935 arasında “Millet Mektepleri” adıyla hizmet veren
yaygın öğretim kurumları, 1936-1950
yılları arasında “Ulus Okulları”
adıyla hizmete devam etmiştir.
2021-2022
yılında ise Milli Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre; Türkiye’de
6 yaş üzerine okuma yazma bilenlerin
oranı yüzde 97,42’ye ulaşmıştır. Okul öncesi eğitim, ilköğretim ve
ortaöğretim düzeyinde toplam 18 milyon
500 bin öğrenci bulunuyor. Örgün eğitim kurumlarında görev yapan öğretmen sayısı 1 milyon 200 binin
üzerinde. Örgün eğitimde, 54 bin
715’i resmi okul, 13 bin 870’ü özel okul, 4’ü açık öğretim okulu olmak üzere
toplam 68 bin 589 okul bulunuyor.
Türkiye’de önlisans,
lisans, yüksek lisans, doktora olmak üzere yüksek
öğretimde eğitim gören toplam öğrenci
sayısı 8 milyon civarında. Bu öğrencilerin 3 milyon 400 bini Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’nde okuyor.
Ülkemizde şu anda 129 devlet
üniversitesi, 74 vakıf üniversitesi, 4 tane de vakıf MYO bulunmaktadır. Sonuç
olarak bu öğretim yılında, üniversite öncesi öğretimde 18 milyon 500 bin, üniversite öğretiminde 8 milyon olmak üzere toplam
26 milyon 500 bin öğrenci öğrenim
görmektedir.
Cumhuriyet’in
ilanından sonra 98
yılda ülkemizin eğitim alanında ulaştığı bu mesafede en büyük pay,
öğretmenlerimizindir. Başucu kitapları Çalıkuşu ve Ak Zambaklar
Ülkesinde olan Atatürk, “En büyük
eserim!” dediği Türkiye Cumhuriyeti’nin ve bağımsızlığımızın sonsuza kadar
yaşatılması görevini, Türk Gençliğine
vermiştir. Gençliğin yetiştirilmesi görevini de “Yeni nesil sizlerin eseri olacaktır” diyerek Türk öğretmenlerine
vermiştir. Atatürk, eğitimin millet hayatındaki önemini ise şöyle
vurgulamıştır: “Eğitimdir ki, bir
milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da
esaret ve sefalete terk eder”.
Öğretmen, eğitim-öğretimin
temeli, ülkenin geleceğinin manevi mimarıdır. Nitelikli insan gücünün
yetiştirilmesinde en önemli unsurlar olan öğretmenlerin, üstün mesleki niteliklere ve donanıma sahip
olarak yetiştirilmesi, ülkemizin bekası açısından son derecede hayati bir önem
taşımaktadır. Öğretmenlerimiz ne kadar iyiyse eğitim sistemimiz de o kadar
iyidir. Bunun için öğretmenlik mesleğini hem mali ve sosyal yönden hem de entelektüel
açıdan çekici kılmalıdır.
1973 yılında kabul edilen
1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nun 43. Maddesinde “Öğretmenlik, devletin
eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir
ihtisas mesleğidir” denilmektedir. Öğretmenlik, özel bir ihtisas mesleği
olduğuna göre, Öğretmenler Meslek Kanunu çıkarılmalıdır.
Eğitimde reform,
öğretmenle başlar. Gelişme ve kalkınmanın itici gücü, öğretmendir. Eğitim
seferberliğini irfan ordumuz öğretmenler ile başaracağız. Bunun için
öğretmenlerimize gerekli değer verilmeli, sosyal ve mali statüsünü yükseltmek
için, ihtiyaçları olan sosyal ve özlük hakları tamamen verilmelidir. Maaşları
ve ders ücretleri artırılarak yaşam standartları yükseltilmelidir.
Öğretmenin verimli
olabilmesi için, nitelikli bir şekilde yetiştirilmesi gerekir. Türk Milli Eğitiminin 1848’den bu yana
devam eden 173 yıllık bir öğretmen yetiştirme deneyimi vardır. Bu deneyimin
ürünleri olan eğitimimizin özgün öğretmen eğitim kurumları olan Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri
ve Yüksek Öğretmen Okulları modellerinden yararlanılmalıdır. Bu
bağlamda ilk adım olarak Öğretmen Liseleri,
yeniden öğretime açılmalıdır. Öğretmen Üniversiteleri ve Milli Eğitim
Akademisi açılmalıdır.
Türk öğretmeni; çeşitli
yokluklar, imkânsızlıklar ve sıkıntılar içinde insanımızı millî, insanî ve
ahlakî değerlerle eğitmek, ülkemizi muasır medeniyet seviyesinin üstüne
çıkarmak idealleriyle en ücra yurt köşelerinde hizmet vermektedir. Öğretmenlerimiz bu hizmetleri verirken zaman
zaman bölücü terör örgütlerinin de hedefi olmakta, haince şehit
edilmektedirler.
Öğretmenler Günü vesileyle
2017 yılında bölücü terör örgütünce
şehit edilen Müzik Öğretmeni Şenay
Aybüke Yalçın ve Sınıf Öğretmeni
Necmettin Yılmaz’ı ve bugüne kadar
terör olaylarında şehit düşen ve ebediyete göçen bütün öğretmenlerimizi rahmet
ve minnetle anıyorum. Emekli
öğretmenlerimize sağlıklı ömürler, görevde
bulunan öğretmenlerimize çalışmalarında başarılar diliyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle saygıdeğer
öğretmenlerimizin onur günü olan ÖĞRETMENLER GÜNÜ’nü en samimi duygularımla
kutluyorum.