Başbakanın danışmanlarından biri “değerli yalnızlık” diye bir kavram türetti. Dış politikada hükümetin, özellikle Mısır ve Suriye politikaları sonrasında, birlikte hareket ettiği hiçbir devlet kalmadı. Böyle bir sonucu mazur ve sempatik göstermek için yaratılmış bir kavram bu. “Komşularla sıfır sorun” idealiyle başlayan bir politikanın, sorunsuz hiçbir komşumuzun kalmadığı bir noktaya gelmesi gibi bir hazin sonucu, “değerli yalnızlık” gibi tumturaklı bir tarif, kamu vicdanına kabul ettirmeye yeter mi?
Fehmi Koru‘nun şu tespitine kim itiraz edebilir: “Kimse için iyi değildir yalnızlık; ülkeler için ise olağanüstü kötüdür. Günümüzde ülkeler, komşularından başlayarak, kendilerine benzeyen başka ülkelerle bir araya gelmeye çalışırlar. En cazip ülke etrafı kalabalık ülkedir.”
Durum aslında Cengiz Çandar‘ın ifade ettiği kadar net: “Türkiye’nin başta Ortadoğu olmak üzere, dünya çapında dış politikasında çuvallamış olduğunun üzerini, sözde ahlakçı ilkelerden yola çıktığını iddia eden, görüntüde fiyakalı bir kavramla kapatılmaya çalışılıyor. Türkiye’nin etkisizleşmiş dış politikası, ‘Değerli Yalnızlık’ örtüsüyle örtülemez.”
*****
Bu tartışmalar olurken Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu‘nun açıklaması daha da tuhaf oldu: “Biz, komşularla ‘sıfır sorun’ derken, oradaki halklarla ‘sıfır sorun’ dedik, oradaki diktatörlerle değil” dedi.
Bu açıklama devletlerin devletlerle münasebet kurabileceği, bu münasebetlerde tek ölçünün milletimizin menfaati olabileceği gerçeğini göz ardı ediyor. (Halen çok sayıda diktatörle bu hükümetin münasebeti var ve Türkiye’nin menfaatineyse olmalıdır.) Davutoğlu “hangi halkları” kastediyor? Suriye’de Esad’ı ve Mısır’da Askeri Yönetimi destekleyenler halk değil mi? AKP öncesi Türkiye’nin zaten hiçbir komşu ülke halkı ile problemi yoktu. Ama şimdi Suriye ve Mısır halklarının en az yarısı bize düşman.
*****
Türkiye Suriye ve Mısır konusunda çok yanlış ve tehlikeli tercihler yaptı. Suriye ve Mısır halkının tamamını değil, iç çatışmanın taraflarından birini tuttu.
Eğer bu tercihler romantik duyguların sonucu değilse ve bir hesap varsa hesap hatası yapılmış olmalı.
Muhtemelen Suriye‘de Esad’ın çok kısa zamanda yenileceği varsayıldı. Rusya, Çin ve İran’ın Esad’a tam desteği bu hesabı bugüne kadar boşa çıkardı. Yakın bir zaman için muhalif güçlerin başarı kazanma şansı görünmüyor.
Mısır‘da ise “halkın oylarına sahip çıkmasıyla demokrasinin eninde sonunda kazanacağı” yani Mursi / İhvan (Müslüman Kardeşler) taraftarlarının yeniden iktidara geleceği hesaplanmış olabilir. Belki de böyle bir hesap bile yoktur. The Economist’in tabiriyle Mursi ile Tayyip Erdoğan’ın “ruh ikizi” olmasından kaynaklanan duygusal bir davranış geliştirilmiş olabilir.
Dış politika duygusal davranışları ve stratejik konulardaki hesap hatalarını kaldırmaz.
İyi düşünmemiz lazım. Darbeciler, Mursi / İhvan taraftarlarını kanlı bir çatışmaya çekerek politik arenadan silmeye çalışmakta. Türkiye hükümetinin İhvan taraftarlarını kışkırtan tavrı, darbecilere mi zarar verir, yoksa Müslüman Kardeşlere mi?
*****
Türkiye Mısır’da sadece Adeviyye Meydanında toplananlarının değil, halkın tamamının dostu olduğunu gösterip, tarafların birbirine zarar vermediği yumuşak bir geçişe ve daha hızlı bir süreçle demokrasiye dönmesine katkı verebilirdi. Sadece Batı, AB/ABD değil, Arap ülkelerinin, Selefilerin ve El Ezher’in bile desteğini alamamış bir Mursi veya İhvan hareketinin başarı şansı çok fazla değil. Kaldı ki İhvan başarılı olsa bile, Mısır’ın diğer yarısının düşmanı olmamıza gerek yok.
Üstelik Prof. Dr. Ümit Özdağ‘ın işaret ettiği riskler çok önemlidir: “AKP Hükümeti etkisiz bir şekilde bağırıp çağırırken, Mısır’daki askeri yönetim Türkiye’ye ağır zararlar verebilir. Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi enerji kaynaklarından dışlayacak şekilde Yunanistan, Ürdün, Lübnan ve Güney Kıbrıs ile işbirliği yapabilir. Sözde Ermeni soykırımını kabul ederek, diğer Arap ülkeleri için bu konuda var olan psikolojik bariyeri kırabilir.“
Esad yönetiminin, Türkiye’nin kendisine karşı silahlı mücadele veren muhalif güçlere karşı açık desteği sonrası, bugüne kadar Türkiye’ye verdiği zararlar büyük oldu. Güneyimizde PYD kontrolünde bir bölge oluşması, düşürülen F16’mız ve şehit pilotumuz, Hatay’daki, Reyhanlı’daki bombalı saldırılar… “Sığınmacı” olarak Türkiye’nin içinde dolaşan binlerce Esad ajanının verebileceği diğer zararlar.
Buna bir de düşman haline getirdiğimiz Mısır askeri yönetiminden gelebilecek zararları düşünün. (Ekonomik açıdan kayıplarımızı hatırlatmaya bile lüzum yok.)
Hükümetle müzakere eden ve üç aşamalı bir planda anlaşmış olan PKK’nın sözlerini yerine getirmede gösterdiği isteksizlik ve devlete meydan okumalarında Esad ve Mısır askeri yönetiminin etkisi olabileceğini düşünün. Türkiye’nin içini karıştırmak isteyenlerin artması iyi bir politika olabilir mi?
*****
İsrail’i Mısır darbesinin arkasındaki devlet olarak gösteren Başbakan Erdoğan’ın delil olarak gösterdiği belge de çok zayıf oldu. Bu derece vahim bir iddiayı hem de Başbakan’ın ağzından dile getiren devletin, son derece sağlam ve inandırıcı deliller ortaya koyması gerekirdi. ABD Başkan sözcüsü ve İsrail’den bu konuda verilen cevaplar Türkiye için incitici ve aşağılayıcı bir üslupta oldu. Yapılan çıkışın ne faydası oldu?
*****
Başbakan’ın Gezi Parkı eylemleri takıntısı devam ediyor. Bu kapsamda söylediği anlaşılan “Bizim ülkemizin meydanları, ikinci Tahrir olmayacak. Adeviyye ve Rabia olacak” sözleri Türkiye’yi ayrıştırıcı, kutuplaşmaya zorlayan tehlikeli sözler. “Meydanlar yandaşlarımıza serbest, muhaliflere yasak” şeklinde anlaşılmaya müsait bu sözler en azından maksadını aşan cümleler olarak değerlendirilmeli.
Mısır’ın hangi meydanı ile olursa olsun Gezi Parkı arasında benzerlikler kurmak öncelikle AKP ve Erdoğan’a zarar verir.